Salı, 21 Mart 2017 00:00

Ombudsmanlık ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi

Yazan
Öğeyi Oyla
(1 Oyla)
Haber Ajanda / Mart 2017 Haber Ajanda / Mart 2017 http://www.haberajanda.com.tr/contents/files/dergiler/sayi124/index.html#78

S.1. KAMU DENETÇİLİĞİNİN TÜRK İDARE SİSTEMİNDE YERİ VAR MIDIR?

Türkiye’de ombudsmanlıkla ilgili ilk çalışmalar 1970’li yıllarda Profesör Doktor Tahsin Bekir Balta tarafından ilk çalışmalar ve incelemeler yapılmıştır. Ömer Baylan tarafından 1978 yılında “Vatandaşın Devlet Yönetimi Hakkındaki Şikayetleri ve Türkiye İçin İsveç Ombudsman Formülü” başlıklı yazı ile ombudsmanlıkla ilgili çalışmayı literatüre eklemiştir. Siyasal alanda ise ilk kez 1980 ihtilali sonrasında gündeme gelmiş ve Türkiye’de ombudsmanlıkla ilgili ilk yasal girişim 1982 Anayasası hazırlık çalışmalarında yapılmıştır. Ancak Anayasa metninde yer almamıştır. 1990 yılında çıkarılan 3686 sayılı İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Kanunu tam manasıyla ombudsmanlığı karşılamasa da uygulamanın başlangıcı olarak kabul edilebilir.

1991 yılında Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) tarafından hazırlanan ve kamuoyunda “KAYA” raporu olarak bilinen “Kamu Yönetimi Araştırması” raporunun bir bölümü kamu yönetiminin denetimine ayrılmış ve önerilerde Devlet Denetleme Kurulu’nun ombudsmanlık gibi işlevleri üstlenmesi belirtilmiştir.

Avrupa Birliği müktesebatına uyum ile ilgili olarak yapılan çalışmalar sonucunda Avrupa Birliği Konseyi tarafından 2006 yılında hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgesinin “Kısa Vadeli Öncelikler” başlığında kamu denetçiliği sisteminin kurulması tavsiyesinde bulunulmuştur.

Ombudsmanlıkla ilgili yasa 2006 yılında hazırlanmış ancak dönemin Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmiş, ardından Anayasa Mahkemesi tarafından 2006 yılında yürürlüğü durdurulmuş, 2008 yılında ise yasanın tümü oybirliği ile iptal edilmiştir.

12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylamasına kadar gündeme gelmemiştir. Halk oylaması sonucunda yapılan Anayasa değişikliği ile kurulması kesinleşmiş ve 26 Ocak 2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu’nda kabul edilen kanun tasarısı ile tekrar Türkiye’nin gündemine gelmiştir.

29/6/2012 tarihli ve 28338 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu TBMM’ye bağlı kamu tüzel kişiliğini haiz özel bütçeli Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuş olup, 29/3/2013 tarihi itibariyle şikayet başvuruları alınmaya başlanmıştır.

Ombudsmanlık kurumunun Türkiye’deki tarihi gelişimi bu şekilde olmuştur. Türk idare sistemi içinde Anayasal bir kuruluş olarak yer almaktadır. Ancak kurumun hem kamu idarecileri ve yöneticileri tarafından bilinirliliği ve kararlarının uygulanabilirliği hususunda ciddi sıkıntılar mevcuttur. Ombudsmanın kamu kurum ve kuruluşlarının vatandaşla meydana gelen ilişkilerinde ortaya çıkan kamu kaynaklı sorunların yargıya gitmeden önce çözüm mekanizması olarak kurulan ombudsmanlık kurumunun varlığı, işlevleri hakkında, özellikle merkezden uzaklaşıldıkça, kamu çalışanlarının bilgisinin olmadığı bir gerçektir. Tabi bu arada yine merkezden uzaklaştıkça vatandaş açısından da kurum hakkında yeterli bilginin, bilgilendirmenin olmadığı görülmektedir.

Kurumun kararlarının etkililiği ise ayrı bir sorundur. Arabulucu bir mekanizma olmasına rağmen Türk idare sisteminin bürokratik yapısı ve demokrasi ve yönetim kültürü açısından böyle bir kurumun kararlarına idareciler tarafından çok etkin olarak uyulduğu söylenemez.

S.2. 15 Temmuz Darbe girimi sonrasında TSK yeniden yapılandırılırken askeri ombudsman (kamu denetçiliği) kurulmalı mıdır? 

 

Silahlı kuvvetlerin vazifesi ülke güvenliğini sağlamaktır. Bunun için hem üstün bir silah, mühimmat, iletişim teknolojisine ihtiyacı bulunurken hem de bu teknolojiyi kullanacak insan gücüne ihtiyacı bulunmaktadır.

Dolayısıyla teşkilatlanmasında insan faktörünü ön plana almak durumundadır. İnsan faktörün eğitilmesi ve yönlendirilmesi sahip olunan gelişmiş teknoloji ürünü sistemlerin etkin kullanımı sağlayacaktır. İnsan faktörünün etkin bir şekilde yönlendirilmesi ve ondan istenen verimin alınabilmesi tamamen “iş tatmini” ile doğru orantılıdır. İş tatmini ise adil uygulamaların olduğu yerlerde daha fazla görülür.

Silahlı kuvvetler çalışanlarının kendi aralarındaki anlaşmazlık ve üst makamlarla olan ilişkisinden meydana gelen rahatsızlıkların çözümünün, Türk Silahlı Kuvvetleri gibi katı hiyerarşiye sahip, gerek askeri ceza kanunu gerekse de iç hizmet kanunu ile sınırları kesin çizgilerle belirlenmiş bir teşkilatta ombudsman vasıtasıyla olması ilk etapta düşünülemez. Çalışanların kendi aralarında meydana gelen rahatsızlıklar genellikle personelin bağlı olduğu amir tarafından çözümlenir. Ancak çalışanların aralarındaki şikâyet konusunun amir tarafından çözüme kavuşturulması adaletli olmayabilir.Şikâyet edilen kişinin amir olması durumunda işler daha karmaşık durum alabilir.

Amirler, kendi birliğinden üstündeki amirlere şikâyet gitmesini istemez. Çünkü birlik içindeki huzursuzluk amir için iyi puan sayılmamakla birlikte eleştiri konusu olabilir. Bunun dışında askerlik hiyerarşisi içerisinde her amirin mutlaka bir üst amiri bulunmakta ve şikâyet konusunun daha üst makamlara gitmeden disiplin çerçevesi içinde çözülmesi hedeflenir. Disiplin çerçevesinde çözümlenmesi istenilen şikâyetlerde ise daima astların, daha doğrusu şikâyet eden astın mağdur olabileceğini İç Hizmet Kanunu’nun astın vazifelerini düzenleyen maddesinde görmek mümkündür.

Şikâyet “Amirlere karşı mutlak itaat” konusuna karşıt bir davranış olarak nitelendirilebilir ve ilgili birlikte disiplinin zayıfladığının bir göstergesi olarak görülmekle birlikte, “İtaat hissini tehdit eden her türlü tezahürler sözler, yazılar ve fiil ve hareketler cezai müeyyidelerle men olunur ” esasına göre hareket edilerek disiplini bozan kişinin cezalandırılması yönünde düşünceler ve uygulamalar görülebilir.

Böyle bir durumun birliğin motivasyonunu bozacağı ve birliğin disiplinini bozarak, savaşma azmini etkileyeceği düşüncesi ile şikâyetlerin yapılamaması gerektiği ve şikayet mekanizmasını harekete geçiren personel hakkında iyi niyetli düşünülmeyeceği kanaati oluşabilir. Amirinden şikâyetçi olan personelin aynı amirle çalışmaya devam etmesi, amirin şikâyet eden astının üzerinde yetkilerini olumsuz yönde kullanması ihtimali şikâyet mekanizmasının çalışmasını tamamen engelleyici bir davranıştır.

Kanun ve nizamlara ve amirlere itaat etmemek cezalandırılırken, acaba astının hukukuna riayet etmeyenlere nasıl bir uygulama olmaktadır. Adaletin tecellisi ve hukuka uygunluk aslında bu noktada gerçekleşmektedir. Astın suç işlemesi durumunda hukuk kurallarının tam olarak işletildiği ama amirin suç işlediği durumlarda hukuk kurallarının farklı yorumlanması veya hiç uygulanmaması adalet sağlamadığı gibi, disiplini bozan davranışların da başlangıcıdır. Disiplini sağlamanın en temel yolu, amirler de dahil olmak üzere hukuk kurallarının tüm personele aynı ölçüde uygulanması ve hatası olanlara nesnel davranarak hukuka uygun şekilde adaletin sağlamasından geçmektedir. Astlar tarafından adaletin eşit olarak dağıtılmadığı veya hukukun çeşitli şekillerde çiğnendiği kanaatinin yaygınlaşması birlik içindeki disiplini bozar ve amirin -her ne kadar göreve atama yoluyla gelmiş olsa bile meşruiyetini sorgulanır hale getirir. İşte bir askeri birlik için en tehlikeli olanda bu şekilde bozulan disiplin sonucu birlik ve beraberliğin olmamasıdır. Çünkü asker, birlik ve beraberlik içinde amirinin-komutanının bir sözü ile gerekirse ölümü göze alacak vazife icra etmektedir.

Askeri personelin kendi aralarındaki sorunun çözümüne katkı yapması gereken en önemli hususlardan birisi olan “birliğin üst makamlar tarafından disiplinli” gözükmesi isteği, birlik içindeki şikayet mekanizmasının doğru işlememesine ve şikayetlerin üst makamlara ulaşmamasına neden olabilir.

Bu açıklamalar bağlamında; Askerin içişlerinde yaşadığı problemlerin kapalı bir ortamda çözülme yönteminin bazen çözümsüzlüğe götürme ihtimali olabilir ve haksızlığa uğradığını düşünen personel üzerinde mağduriyet psikolojisinin gelişmesine neden olur. Çözüldüğü düşünülen konunun aslında katı hiyerarşi düzeni içinde üzeri örtülmektedir. Maddi veya manevi yaptırımlarla karşılaşabileceği endişesi personelin sessiz kalmasına neden olmaktadır. Bu sessizlik ise fırtına öncesi sessizlik olup, personel katı hiyerarşiden kurtulduğu anda- emekli olma veya ayrılma- çalıştığı kurumla ilgili gördüğü ve yaşadığı olumsuzlukları dışa yansıtarak, toplum üzerinde asker hakkında olumsuz düşüncelerin doğmasına neden olabilir. Bu aynı zamanda asker kişiler arasında zaten yasal olarak mevcut olan rütbe farklılıklarının duygusal anlamda da gerçekleşmesine neden olur. Yüksek moral ve motivasyonla göreve sevk edilen askerlerin birbirine bağlı olmaları ve özellikle komutanlarına yasal bağlılıktan öte, onların adaletine inanmaları ve güvenmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde birbirine olan sevgi, saygı ve güven duyguları zayıflar ve zor durumlarda kışla içinde çeşitli şekillerde ayrışmalar olabilir.

Ombudsman anlaşmazlık veya sorun yaşanan konuya üçüncü kişi olarak katılır. Tarafların ombudsmanın önerdiği seçeneği kabul etme veya etmeme yolundan birini seçme hakları bulunmaktadır. Hakemlik askerin vatandaşla olan ilişkisinde ortaya çıkan sorunlar ya da anlaşmazlıkların çözümünde yararlı sonuçlar verebilir. Ancak askerin kendi içindeki sorunun çözümünde amir ve üst makamlar tarafından uygulamaya direnç gösterilmesi muhtemeldir. Arabuluculuk ve hakemlikte ombudsman askeri hiyerarşi içinde taraflar arasındaki güç ve statü eşitsizliğini dengeler ve ast personelin sorunlarının üst makamlara daha rahatlıkla ulaşmasını sağlar. Disiplinin bozulması endişesiyle sorunun yetkili amirin önüne götürülememesi gibi düşüncelerin önünü kapatır ve personel kendi hiyerarşisi içinde üst makamlara iletilmeyen veya iletildiği halde çözüm bulunamadığını düşündüğü konuları ombudsman aracılığıyla yetkili yerlere ulaştırabilir.

Askeri ombudsmanın kim olacağı sorunu da mevcuttur. Askeri ombudsman asker kişi olmamalıdır. Askeri ombudsman hukuk, kamu yönetimi, siyasal ve sosyal bilimler alanlarından mezun olmaları hem idarenin işleyişine hem de hukuki konulara vakıf olan sivil kişiler arasından seçilmelidir. Sivil bir kişinin askeri kuralları ve işleyişi bilmemesi ve uygulamaları ile askeri hiyerarşiyi ve disiplini zedeleyeceği düşüncesi ilk başta akla gelmektedir. Ancak askeri ombudsmanın asker kişiler arasından seçilmesinin sakıncaları daha fazla olacaktır.

S.3. Özellikle jandarma gibi halkla temas halindeki kurumlarda ombudsmanlığın ne gibi yararları olur?

Jandarma mülki ve adli görevlerini icra ederken, aynı zamanda ülkenin iç güvenliğine yönelik tehditlere karşı da önleyici güç olarak kullanılmaktadır. Jandarmanın hacim olarak geniş bir alanda müstakil görev yapması personelin her zaman kontrolüne imkân tanımamaktadır. Vatandaşlarla doğrudan irtibatlı olan ve merkezden uzakta görev yapan karakol komutanları ve onların mahiyetleri eğer yeterli eğitimi almamış ve mesleki etik değerlerden yoksun kişilerse, onlara verilen yetkilerin kötüye kullanılması muhtemeldir.

Jandarma görevi gereği genellikle suç ve suçlularla mücadele etmektedir. Bu görevlerini icra ederken vatandaşlara haksız uygulamalarda bulunduğu iddiası genellikle olmaktadır. Özellikle şüphelilerin yakalanıp adliyeye sevk edilinceye kadar olan dönemde gözaltında tutulmasında evrensel kurallara uyulmadığı ve insan hakları ihlallerinin yapıldığına dair şikâyetler ve iddialar ile mahkûmların cezaevlerinden hastane veya duruşmaya götürülmeleri esnasında tutuklu veya hükümlülere kötü muamelede bulunduğuna dair birçok şikâyetler söz konusu olmaktadır. Bu şikâyetlerle ilgili olarak idari soruşturma elbette yapılmaktadır. Ancak memurun yargılanması ile ilgili olarak kanunda belirtilen katı düzenlemeler nedeniyle idari soruşturmalardan bazı durumlarda istenilen sonuca ulaşılamamaktadır.

Jandarmanın vatandaşla olan ilişkisi sonucu ortaya çıkacak anlaşmazlıklar ombudsman vasıtasıyla konu yargıya iletilmeden çözüme kavuşturulabilir. Çünkü vatandaşın jandarma ile olan temel sorunu, insan haklarının ihlalini (işkence gibi) dışarıda tutarsak, genellikle jandarmanın vatandaşın sorununu zamanında çözmediği, kendisini beklettiği veya yetkisiz işlemler yaptığı şeklinde olmaktadır.

Bu sorunlar aslında bir arabulucu vasıtasıyla çözülebilecek konulardır. Önemli olan tarafları bir araya getirebilecek güvenilir ve tarafsız bir kişinin olmasıdır. Bunu da en iyi ombudsman yapabilir. İnsan haklarının ihlalleri doğrudan yargıya intikal etmesi gereken bir durum olsa da ihlali yapan personel amir veya üst tarafından kurum içi koruyuculuk psikoloji nedeniyle yargıya intikal ettirilmeyebilir. Bu durumda ombudsman olaya müdahil olarak ihlal yapan personele gereken işlemleri yapmayan amir ve üstleri uyararak onları harekete geçirebilir.

S.4. Partili cumhurbaşkanlığı sistemi için idari teşkilatta ne gibi değişiklikler yapılması gerekir?  

Partili cumhurbaşkanı ile ilgili olarak idari teşkilatta herhangi bir değişikliğe gerek bulunmamaktadır. İdari teşkilat siyasi organların uzantısı olarak görev yapmaktadır. Siyasi mekanizmanın aldığı kararları uygulama alanı olan idari teşkilatın yapısal anlamda cumhurbaşkanının partili olup olmaması ile ilgisi bulunmamaktadır. Şu andaki yapı Anayasal bir durumdur. 1982 Anayasasının 101. Maddesinde “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” hükmü yer almaktadır. İlgili maddenin kaldırılması ile uygulamaya geçilir.

Partili cumhurbaşkanı bizim siyasi tarihimizde mevcuttur. 1961 Anayasasına kadar olan dönemdeki cumhurbaşkanları partili cumhurbaşkanıydı. Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Celal Bayar partili cumhurbaşkanıydı. Hatta şöyle ironi vardır. 10 Ocak 1947 Demokrat Parti Birinci Kongresinde alınan kararlar Hürriyet Misak-ı olarak yayınlanmıştır. Bu kararlar arasında “cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığının birbirinden ayrılması”yer almıştır. 1947’de cumhurbaşkanı ile parti başkanlığını bağdaştırmayan siyasi gelenek bugün bu görüşü desteklemektedir. Bu resmi tersten de okuyabiliriz. O dönem partili cumhurbaşkanını destekleyen siyasi gelenek bugün istememektedir. Yine farklı bir durum söz konusudur. Hürriyet Misak-ı’nda yer almasına rağmen Demokrat Parti yöneticileri iktidara geldiğinde bu hususu düzeltecek bir düzenlemeye gitmemiştir. Aynen günümüzde yaşanan seçim barajı sorunu gibi. Bildiğiniz gibi seçim barajının yüksekliğinden muhalefet partileri mutlaka yakınmaktadır. Ancak iktidar ele geçirildikten sonra hiçbir siyasal parti bu sorunu çözmeye yönelik adım atmamıştır. Çünkü söz konusu düzenlemeden kendisi de yararlanmaktadır. Şunu da belirtmek gerekir. Celal Bayar Cumhurbaşkanı seçildikten sonra parti başkanlığını bırakmış ancak parti üyeliği devam etmiştir. Bu hususla ilgili ilk düzenleme 1961 Anayasasında yapılmıştır.

S.5. 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla ilgili görüşleriniz nelerdir.

Şimdi bu kanunla ilgili ya da başka bir ifadeyle Anayasa değişikliği ile ilgili olarak kamuoyunda herkes fikrini belirtti. Haber programları yapıldı. Akademisyenler, siyasetçiler, hukukçular, araştırmacılar, gazeteciler görüşlerini açıkladılar. Genelde çoğunluğu cumhurbaşkanının yetkileri üzerinde yoğunlaştı. Ben farklı bir noktayı belirtmek istiyorum. 6771 sayılı kanunun 4. Maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclis ile Cumhurbaşkanının seçim döneminin düzenlenmesi yer almaktadır. Bu maddeye göre Cumhurbaşkanı ile Meclis seçimleri aynı tarihte yapılmaktadır. Bu sakıncalı bir durumdur. Şöyle ki, malumunuz bu sistemde her iki organı da halk seçmektedir. Her iki organa da bir sonraki seçimlere kadar çok önemli bir durum olmadıkça dokunulmamaktadır. Meclisin seçimleri yenileme kararı beşte üç gibi nitelikli bir çoğunluğu öngörmektedir. Cumhurbaşkanının görevden alınması, soruşturma açılmasına bağlıdır ki bu da beşte üç çoğunluk gerektirmektedir. Dolayısıyla beş yıl boyunca her iki kurumu da dokunulması zordur. Hem cumhurbaşkanının hem de meclisteki çoğunluğun aynı partiden olduğunu varsayalım. Böyle bir durum kararların alınmasında ve yürütülmesinde kolaylık sağlayacağı gibi sıkıntılar da taşıyabilir.

Her iki kurumdan birinin uygulamalarına muhalif olanlar için bir değişiklik şansı verilebilir. Halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının görev süresi boyunca iki Meclisle çalışması sağlanabilir. Bu aynı zamanda bir Meclisin iki Cumhurbaşkanı ile çalışması anlamına gelecektir. Bu durum partili cumhurbaşkanı ile partisinin mecliste hakim olması durumunda yaratacağı muhtemel sıkıntıları beş yıl geçmeden demokratik yöntemlerle değiştirme imkanı tanır.

Alıntı : http://www.haberajanda.com.tr/contents/files/dergiler/sayi124/index.html#78

Okunma 3538 defa Son Düzenlenme Çarşamba, 22 Mart 2017 11:43
Ali Fuat GÖKÇE

Yrd. Doç. Dr. Ali Fuat GÖKÇE

22.02.1967 Van doğumlu. 1985 yılında Kuleli Askeri Lisesinden mezun oldu, 1989 yılında Kara Harp Okulundan Jandarma Teğmen olarak mezun oldu. 2008 yılına kadar Silahlı Kuvvetlerde çeşitli kademelerde çalıştıktan sonra Binbaşı rütbesinden emekli oldu. 2006 yılında Selçuk Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde yüksek lisansını tamamladı.

2011 yılında Malatya İnönü Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde doktorasını tamamladı. 2011 yılı TBMM genel seçimlerinde Gaziantep’ten Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili aday adayı oldu. 2012 yılında Gaziantep Üniversitesinde Yrd. Doç. Dr. unvanı ile göreve başladı. Siyasi Partilerde Lider ve Yönetim Değişimi isimli kitabı mevcuttur. Uluslararası ve ulusal dergilerde siyaset ve kamu yönetimi üzerine makaleleri bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk sahibidir. Silahlı Kuvvetler Üstün Cesaret ve Feragat Altın Madalya sahibidir.

Kişisel Web Site: www.alifuatgokce.com

www.alifuatgokce.com
Yorum eklemek için giriş yapın