Thursday, 11 May 2023 09:46

Türkiye'nin Güvenliği

Rate this item
(1 Vote)

Herhangi bir olayın ve varlığın ne olduğu hakkıyla bilinmez ise, o varlık hakkında doğru ve adil bir ameliye yapılamaz. Yapılsa bile olay ve varlık yanlış yollara sevk edilebilir.

İnsan: “Ey insanlar, eğer siz öldükten sonra dirilmek hususunda herhangi bir şüphe içinde iseniz, şu muhakkaktır ki, biz sizi topraktan, sonra insan suyundan, sonra pıhtılaşmış bir kandan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık. Size apaçık gösterelim diye. Sizi dileyeceğimiz muayyen bir vakte kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra da kuvvetinize ermeniz için kiminiz öldürüyor. Kiminiz de bilgiden sonra hiçbir şey bilmemek üzere ömrün en fena (devresine) doğru gerisin geri itiliyor. Sen yeri kupkuru ve ölü görürsün. Fakat biz onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman o harekete gelir. Kabarır her güzel çiftten nice nebat bitirir.” (Hac 5).

Allah insanlığın atası Adem’i yaratıp cennete koyar. Cennete imtihanı kaybeder. Dünyaya gönderilir. İnsanoğlu dünya hayatında üç olayla karşılaşacaktır. Fiziki, kimyevi ve sosyal olaylar. Fiziki ve Kimyevi olayların ilimlerinin bulunması Allah insan aklına vermiştir. Ancak sosyal olayların ilimlerinin bulunmasını insan aklına bulmayı vermemiştir. Bu hususta Allah. “Dedik, hepiniz oradan inin. Sonra size benden bir hidayet (talimat) gelir de kim benim hidayetimizin izince giderse artık onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.” (Bakara 38) ayeti ile insanoğlunun dünyada nasıl bir düzen içinde yaşaması lazım geldiğini bildirmiştir. Tabi ki bu talimatlar insanlar içinden seçilen Peygamberler vasıtası ile gelmiştir.

Allah, “(O Allah) ki, göklerin ve yerin mülkü onundur. Hiçbir evlat edinmemiştir. O, Mülkünde onun bir ortağı da yoktur. O her şeyi yaratıp ona bir nizam vermiş, onun mukadderatını tayin etmiştir.” (Furkan 2) ayeti ile hem kendisini hem de yaratık aleminin varlığının nizam ve mukadderatını ortaya koymuştur. İnsan da bu iradenin içinde olan bir canlı varlıktır. İnsan bu iradenin bir parçasıdır. Her yaratık kendisine has bir düzenle beraber yaratılmıştır. Düzen de kurallara tabidir. Bu kurallara ilim adı verilir. Varlıklar düzenleri dışına çıkamazlar. Çıkarsa varlıkları tehlikeye girer. Varlıklar içinde Allah insanlara cüzi irade vermiştir. Kendi düzeni dışına çıkma isteklerine Allah heva ismi vermiştir. Allah varlıkları düzeni içinde kaldığı müddetçe korur. Hevasına uyarsa Allah insan üzerindeki korumasını kaldırmaktadır. Bunu, “İşte biz onu (Kur’an’ı) böyle Arapça bir hikmet olarak indirdik. And olsun ki sana gelen ilimden sonra onların hevalarına uyarsan Allah’tan senin için ne bir yardımcı vardır ne bir koruyucu.” (Rad 37) ayeti ile Allah açıkça ortaya koymaktadır.

Allah yeryüzünde her şeyden önce güvenlik ister. Güvenliği bozan hususlar da fitne, fesat olduğunu belirtiyor. “Eğer Hak onların hevalarına tabi olsaydı, göklerde, yerde ve bunların içinde bulunan kimseler, muhakkak ki fesada uğrardı. (nizamdan çıkar) Hayır biz onlara zikirlerini getirdik, Onlarsa zikirden yüz çeviricidirler.” (Mü’min 71) “Kendilerine yer yüzünde fesat yapmayın denildiği zaman biz ancak ıslah ediciyiz derler.” (Bakara 11) “Müfritlerin emrine boyun eğmeyin. Ki, onlar yerde fesat yapar. Islah etmez kimselerdir.” (Suara 51-52) "İste ahiret yurdu. Biz onu yer yüzünde ne teğallüb ne fesad arzusuna düşmeyeceklere veririz. Sonuç sakınanlarda.” (Kasas 83).

Buradan anlaşılır ki, Allah'ın en çok istediği husus varlıklara verdiği fıtrat düzeninin bozulmamasıdır. Fıtratın korunması güvenlik meselesidir. Güvenliğin olmadığı yerde hiçbir müsbet olay yapılamaz. Hayatta önce güvenlik. Güvenlik Fitne ve fesatla bozulur. Çaresi de “(Yeryüzünde) Bir fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar, onlarla muharebe edin. Eğer vazgeçerlerse (onları bırakın) Şüphesiz ki, Allah ne yapacaklarını hakkıyla görücüdür.” (Enfal 39) "Kafir olanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız, yer yüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” (Enfal 73) Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere müminler bir olup, Fitneci ve fesatçılarla savaşarak güvenliklerini sağlayacaklardır. Buradaki dinden maksat yaratıklara Allah’ın vermiş olduğu nizam ve mukadderattır.

Allah insanlığı “Deki o sizi yerde zürriyet halinde yaratıp yayandır. Nihayet ancak ona toplanıp götürüleceksiniz.” (Mülk 24) ayeti ile yere yayıp yerleştirdiğini beyan ediyor. "Andolsun sizi yer yüzünde yerleştirmişiz. Orada size birçok geçim vasıtaları yaratmışızdır. Ne az şükredersiniz.” (Araf 10).

Ayrıca Araf 74, Yunus 93, İbrahim 14, Hud 6 gibi Kuran'ın birçok yerinde Allah insanların her birinin iskanını tayin ettiğini belirtmektedir.

Yeryüzünde Allah'ın düzeni içinde kalan her olayı olumlu, düzeni dışında kalan her olayı da olumsuz nitelemiştir. İnsanlar yaşadıkları hayat düzeni dışına çıktıkları zamanlarda olumsuzları olumlu haline getirmek için Peygamberler göndermiştir. Bu topluluklardan birisi Medyen'dir. “Medyen’e biraderleri Şuayb’ı. Dedi ki, ey kavmim, Allaha kulluk edin. Sizin Ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. Ölçeği, tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi hakikat, bir nimet içinde görüyorum. Şüphesiz ki, ben bir gün çepeçevre kuşatıcı bir azaptan korkmaktayım.” (Hud 84). “Ey kavmim, ölçekte ve tartıda adaleti yerine getirin. Nasın eşyasını eksiltmeyin. Yer yüzünde fesatçılar olarak fenalık yapmayın.” (Hud 85). Ayetlerinin belirttikleri husus, bugünün Enflasyonudur. Demek ki millet içinde Enflasyon olumsuz bir olaydır. Bu olumsuz olayı Allah olumluya çevirmek için, Şuayb’ı medyene Peygamber olarak gönderir. Şuayb'ın kavmi, ikaza yanıt vermeyince Allah, “Vaktaki emrimiz geldi Hem Suayb'ı hem de onun maiyetinde iman etmiş olanları bizden bir esirgeme olarak kurtardık. Zalimleri ise korkunç bir ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.” (Hud 94) ayeti ile hükmünü icra etti.

İnsanlık tarihi Allah (cc) talimatı ile, heva mahsulü talimatlarla ve bu talimatların olumsuzlukları olumluya çevirme macerasıyla kıyamete kadar devam edeceğe benziyor. Bu yoldaki Peygamberlerin sonuncusu elbet Hz. Muhammed'dir (as) Bugünkü siyasi harita da Hz. İsa'nın (as) doğumunda başlamak üzere 2000 yılda teşekkül etmiştir. Bu siyasi haritaya “Ey insanlar, hakikat biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi birbirinizle tanışmanız için, büyük büyük cemiyetlere küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır. Hakikaten Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat 13) ayetinde belirtilen kavimler ayrı ayrı yerleştirilmiştir.

Hz. Muhammed Medine'de devletini kurup Arap yarımadasını toptan devlet sınırları içerisine alarak Allah'a rücu etti. Giderken de "İstanbul fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir" buyurmuş. Bugünün dünyasında görülmüştür ki, İstanbul dünya hayatının merkezidir. İstanbul'un Müslümanlar eline geçmesinin önemine işaret buyurmuş.

Müslüman Araplar mısır üzerinden giderek İspanya'ya ve İran üzerinden giderek Orta Asya'ya gidip İslam’ı yaymışlar. Müslüman Araplar Emevîler döneminde miladi 669 yılında İstanbul'u fethe başlarlar. Eyyubu’l-Ensari gelip İstanbul’u ebediyen mesken edinir. Bu seferle beraber Müslümanlar 11 defa İstanbul'u fetih teşebbüsünde bulunurlar. Nihayet Fatih Sultan Mehmet 784 yıl sonra 1453 yılında İstanbul'u fetheyler.

Türkler İslam’ı kolayca kabul ederler. Rivayete göre Karahanlılar devleti miladi 926 da kabul ederler. Karahanlılardan sonra Selçuklular kısa zamanda Suriye'de boy gösterirler. Bu zamanda Müslüman Araplar Suriye sınırında siyasi güçlerini kaybederler.

İstanbul'un fethi ve elde tutabilmek için, önce Anadolu’nun sonra da Balkanların fethedilmesi, işin doğasına uygun olduğu daha önceki teşebbüslerde anlaşılmıştır. Bu sebepten Selçuklular 1071 de Bizans’ı Malazgirt'te bir daha dirilmemesine mağlup etmişlerdir. Selçuklu Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Anadolu'yu baştan başa geçerek hiçbir mukavemet görmeden gelip 1075 de İznik'te Anadolu Selçuklu devletini kurmuştur.

Avrupalılar Türklerin Anadolu'ya yerleşmelerini hiçbir zaman hazmetmemişlerdir. Bu sebepten 1096 yılında Anadolu' dan Türkleri atmak için bugün dahi devam eden Haçlı seferlerini ihdas etmişlerdir. Haçlı seferleri Selçuklular döneminde 200 yıl devam eder. Türkleri Anadolu'dan atamazlar. Ancak Anadolu artık Türkiye'dir. 1300 yılında Osmanlılar Bayrağı Selçuklulardan devralırlar. 1356 da Çanakkale Boğazı’nı Orhangazi oğlu Şehzade Süleyman geçerek Balkanların fethi başlar. 1363 de Osmanlı devlet merkezi Edirne'ye taşınır. Artık Balkanlar da Türk yurdudur. 90 yıl sonra da İstanbul'un fethi 1453 de gerçekleşir. Bu sebeple Resulullah'ın gösterdiği hedef gerçekleşmiş olur.

Resulullah’ın bu hedefi gerçekleşmiş ise bu durum Allah’ın (cc) iradesi dışında olabilir mi? Allah İstanbul’u Müslümanlara verecek. O halde bu olayın gerçekleşmesi için zamanın şartlarını da elbette ayarlayacaktır. İslam’ın gönderilişi, Peygamberin tayini ve Medine'de devlet kurulması tamamen Allah'ın iradesi dahilinde değil mi? O halde dünyanın her yerine kolayca ulaşılacak İstanbul'u Müslümanlara tahsis etmesi de tabii bir haldir. Bu hususta Allah, “Dediler ki, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürsünler. Halbuki Allah nurunu kendisi tamamlamaktan başkasına razı olmaz. İsterse kafirler hoş görmesin” (Tevbe 32). Avrupa milletlerinin tamamı istemese dahi İstanbul Müslümanların eline geçmiş, 570 yıldır da Müslümanların elinde bulunmaktadır. Bu durum elbette tamamen Allah'ın takdiri dairesindedir. İnsanlar yapıp ettiklerini hep kendilerine veya başkalarına atıf yapıp dururlar. Halbuki Allah'ın bu ameliyelerde gizli hükümleri hep vardır. Allah’ın buradaki dahlinin istikameti insanların niyetleri ile ilgili bir husustur. İnsan iyi işe yönelirse Allah’ın yardımı vardır. Kötü işe yönelirse yine orada Allah ona kötülük işlemesine ruhsat verir. Engel olunmaz ama her olayın bir hesabı vardır.

Haçlılar 1918 yılına kadar Türklerle sıcak savaş ile savaşırlar. İngilizler 1918 yılında İstanbul'a gelirler. “Türkleri 822 yıl sıcak savaş ile bir türlü Anadolu'dan atamıyoruz. Bunun sebebi nedir? Türkler Anadolu'ya hangi sıfat ile geldiler? Müslüman sıfatı ile. Müslüman olmasalardı Anadolu' ya gelebilirler miydi? Gelemezlerdi. Gelselerdi asimile olurlardı. O halde Türkler İslam’dan uzaklaşmadıkça Anadolu'dan atılamazlar. Bundan sonra Türklerle sıcak savaş yapmayacağız. Kültürel yolla Türkler İslam’dan uzaklaşırlar. Nankör olurlar. Nankörün yaşama şansı yoktur. Bu sebeple Türkler Anadolu'dan dağılıp giderler.” derler. Bu maksatla da İngilizler Türkiye düşmanı görünerek kuvvede Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına yardım ederler.

İngilizler Osmanlı Türk devletini içerdeki Türkiye düşmanlarını teşkilatlandırarak İTTİ HAT TERAKKİ adıyla parçalayarak yıkarlar. İttihatçılar da tümüyle bir İslam düşmanlığı yapmıştır. İttihatçıların bakisi, yeni Türkiye içindedir. Zaten Osmanlı Türkiye’sindeki okumuş takımı tümden İslam’dan kopmuştu. Onların hepsi 2. Mahmud'un Batı tipi okullardan yetişmişti. Ayrıca bu okumuş takımı neyin ne olduğunu da bilmiyordu. Devleti hürriyet, adalet, müsavat ve uhuvvet kelimeleri ile dağıtıp yıkmışlardı. Şeytan da Hz. Adem'i cennetten aynı mantalite “Nihayet şeytan onu fitledi, ey Âdem dedi, seni ebedilik ağacına, zeval bulmayacak bir devlete delalet edeyim mi?” (Taa Haa 120) ayeti ile çıkarmıştı. Müslümanlar şeytanı düşman bilirler ama hilesinden bihaber olmalılar.

Halifelik kaldırılmalı, Saltanat kaldırılmalı. Ülkede Ladinilik (Laiklik) bir sistem kurulmalı idi. Çünkü ülke İslam düşüncesi ile Batı aleminden geri kalmıştı. Türkiye Batıcı bir sistem takip etmeliydi. Bu hususları yerine getirmeye İttihatçı artıkları çok çok hevesli idiler. Gazi Paşa batılı kafaya, İttihatçı kafalar da Batıcı kafaya sahiptiler. Ancak ülke idaresini kuracak milli mefkureye sahip kadro da ülkede yoktu. İngiliz’in de hedefine koyduğu bu rejimin taraftarı da ittihatçılardı. İngilizler İttihatçı artıklarından CHP'yi kurup ülkeyi CHP'ye teslim ederek çekip gittiler. CHP Gazi Paşa eliyle, saltanatı kaldırdı. Halifeliği Türkiye Büyük Millet Meclisine havale etti. Sonra da ülkeyi idare edecek kanunları Batı aleminden bir bir devşirdi. 1926 yılında İsviçre Medeni kanunun kabulü ile ülke İslam’dan çıkmış oldu. Böylece ülke Ladinilik sistemine kavuşturuldu. Eğitim tamamen laikleştirildi. Laiklik İslam’dan çıkışın genel adıdır.

Laiklik: Laiklik, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır derler. Bu husus Allah bizim işimize karışmasın demektir. Allah karışmaz mı? Kim demiş karışmayacağını? "İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor.” (Kıyame 36) Bu adamlar hem dini hem devleti hem de insanlığı bilmiyorlar veya Şeytan gibi milleti hoş sözlerle kandırıyorlar. Din Allah’ın yaratıkların tümüne verdiği, her yaratığın kendisine has düzenin adıdır. Her yaratığın düzeni değişmez. Bir de yaratıkların birbirleri ile ortak münasebetleri vardır. Rahman suresinde Kainatla dünyanın, bir bağlantısı, bir münasebeti vardır. İnsanla kâinat ve dünya arasında bir münasebet vardır. Bu münasebetler muhkemdir değişmez. Bu münasebetlerin ahkamını Allah ayarlamıştır. İnsanlara bu ahkamlara uymak düşer. Bu münasebetleri insan ayarlamaya kalkarsa bu hususlar HEVA ahkamı olur ki, yaratılış ahkamına aykırı bir dünya oluşur. Yeryüzünde büyük bir fitne oluşur. Zaten oluşmuştur.

Devlet “Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükden vaz geçirmeye çalışsınlar. İşte onlar muradına erenlerin ta kendileridir.” (Ali imran 104) ayetinin belirtildiği şeklindedir. Burada devletin vazifesi açıkça belirtilmiştir. Devlet herkese doğru iş yapmaya çağırdığı yanında, insanları hayatın ve yaratıkların fıtratları üzerindeki kanunlar dairesinde emreden kurumdur. Devlet fıtrat dışında ahkam üretip koymaya ve uygulamaya kalkarsa zalim olur. “Fesat planları hazırlayanlar Allah’ın kendilerini yere batıracağına yahut şuurlarının eremeyeceği cihetlerden kendilerine azap gelip çatacağına karşı emin mi oldular, artık.” (Nahl 45). Fesat insanların ve yaratıkların fıtrat ahkamından uzaklaşma hadisesidir.

İngilizler aynen “Kafir olup da Allah’ın yolundan menedenler, azabın üstünde çıkarageldikleri fesatlara mukabil bir azap daha katıp arttırdık.” (Nahl 88) ayetine uymuş olacaklar ki, Türkiye'de laikliğin uygulanması ile Türk insanı kötü duruma düştü. Türkiye Allah'ın yolundan menedildi. Dolayısı ile Allah tarafından Anadolu'ya gelip yerleştirilen Türk insanı nankör oldu. Bak dosdoğru bir hayattan vazgeçenlerin başına ne geldi. “Kalbi iman üzere mutmain olduğu halde ikrahe uğratılanlar müstesna olmak üzere kim imanından sonra Allah’ı tanımaz, fakat küfre sine açarsa Allah’ın gazabı onların başındadır. Onlar için en büyük azap vardır.” (Nahl 106)

İnsanlar bilmez mi? İnsanlar dünyada fesat yolunu seçerse Allah "Eğer (hayırlı işlere) el birlik çıkmazsanız sizi pek acıklı bir azaba duçar eder. Yerinize sizden başka bir kavm getirir. Siz ona hiçbir şeyle zarar yapamazsınız. Allah her şeye hakkıyla kadirdir." (Tevbe 39) ayeti ile mukabele eder ve siz Allah’ın yerleştirdiği güzel Anadolu'dan kovulursunuz. 1918’de Anadolu'dan kovulmamıza ramak kalmıştı. 1918-1922 arasında Allah bizi yine acıdı. Şerleri hayreyledi ve şu anki Anadolu'yu yine korudu. Ülkemizdeki şer bakışlar ve terör unsurları Anadolu' ya göz dikenler ameliyeleridir.

İşte İngiliz’in Türkiye'ye uyguladığı Laiklik rejiminin gayesi bu olmalı, kültürel yolla Türkler İslam’dan uzaklaştırılmalı ve Haçlılar emellerine ulaşmalıdır. Savaş ve tehlike burada. Laiklik rejimi Türkiye'nin güvenliğini Allah yanında sarsmıştır. Ülkeyi Allah yolunda savaşanlar korur. Allah yolunda savaşanlar şehit olur. Vatan sevgisi Allah’tandır.

Süleyman KILINÇ

08.04.2023

İşgalcilerin seçim beyannamesi, bu beyanname aynen CHP’nin

Read 73 times Last modified on Thursday, 11 May 2023 12:59