Bu sayfayı yazdır
Perşembe, 05 Eylül 2013 21:11

Bosna Hercegovina Günleri

Yazan
Öğeyi Oyla
(2 oy)
Bosna - Hersek Bosna - Hersek Fiziki Harita

5 Ağustos 2013 Pazartesi 

Sahurdan sonra toparlanarak 08.05’de Ankara’dan İstanbul’a aktarmalı gelip 10.25 uçağı ile Sarajevo (Saraybosna)’ya uçuyoruz. Eşim ve küçük kızımla. İstanbul Sarajevo uçakla bir buçuk saat. Havaalanına yakın Ilidza (Ilıca) bölgesinde büyük kızımın evinde kalacağız. Kızım, İlim Yayma Cemiyeti’nin kurduğu Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS)’nde okuyor. Eşi de aynı üniversitede öğrenci ve turizm rehberliği yapıyor.

 

 

Ramazan’ın son günleri. Ankara’nın orucunu Saraybosna’ya taşıyoruz. Kimi yerlerde hissettiğim o yerin kendine ait kokusu gibi Saraybosna da kendine has tanımlayamadığım kokusuyla karşılıyor beni. Akşam iftara Bosna’lı Necat Avdiç ve eşi geliyor. Necat Avdiç 10 yıl Türkiye’de kalmış. Mersin’de İmam Hatip Lisesi, Konya’da İlahiyat Fakültesini bitirmiş. Türkçesi çok düzgün. Üniversite erkek öğrenci yurdunun müdür yardımcılığını yapıyor. Eylül ayında Bosna Hersek TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) Koordinatörlüğünde göreve başlayacakmış. 2013 yılında Türkiye restorasyon, altyapı çalışmaları, teknik ve araç gereç desteği kapsamında 12 milyon Avro yardım sağlamış. Ne ki, başta Mirza Bey olmak üzere Boşnaklar restorasyon çalışmalarına olması gerekenden çok büyük kaynaklar ayrıldığını, büyük istismarlar olduğunu ifade ediyorlar. Örneğin: Hünkâr Camii külliyesindeki hamamın 1.5 milyon Avro’ya restore edilmesi gibi. Savaş döneminde Sırp Çetniklerinin (milliyetçiler) etnik soykırım yaptığı Foca kasabasından bahsetti. Savaştan önce %95’i Müslüman olan kasabanın şimdi %95’inin Sırp olduğunu, bölgede kalan Müslümanlar için bir camii yapıldığını, 22 yıl sonra Foca’da ilk kez namaz kılındığını, TİKA vasıtasıyla iftar yemeği verildiğini büyük bir mutlulukla anlattı.

6 Ağustos 2013 Salı

Başçarşı Sebil

Başçarşı Sebil

Etrafı yemyeşil dağlarla çevrili bir çanağın içinde Saraybosna. Eski şehir, tıpkı Bursa gibi bir dağın eteklerine kurulmuş. Burada şehir Başçarşı, çarşı Sebil demek. Şehrin manevî bekçisi Alija İzetbegovic (Aliya İzzetbegoviç)’in mezarını ziyaret ederek Bosna’ya merhaba dedik. Aydın’dan gelen bir ailenin soruları ve etrafımızı çevirmeleri Aliya ile hemhal olmamızın önüne geçti. Yeniden Aliya’nın huzuruna gelme niyeti ile kendimi teskin edebildim…

Gazi Hüsrev Begova Camii’nde öğle namazını kılıyoruz. Begova Camii Saraybosna’nın kalbi. Gazi Hüsrev Bey, Kanuni Sultan Süleyman’ın halazâdesi. Saraybosna’nın kurucusu. Gazi Hüsrev Bey Vakfı’nın Camii ve külliyesi, Bezhane Kapalı Çarşısı, Medresesi, Morica Han, Bakırcılar Çarşısı, diğer dükkânları ile şehrin merkezi durumunda.

 Balkanların belki de en sıcak günleri… Ramazan’ın sondan önceki günü. Sokaklar turist kaynıyor. Korkunç çıplaklık üzerimize abanıyor. Başçarşı, Camii, hanlar, kafeler işgal altında… İslam beldesinde İslam yetimliği ve öksüzlüğü kalbime dokunuyor. Begova Camii’nin hemen karşısında bulunan Medresenin avlusuna giriyoruz. Medresenin dış duvarının içe bakan yüzü savaşta şehid edilen imamların isim-doğum-ölüm levhalarıyla anıta dönüştürülmüş.

Bilge insan, büyük düşünür, dava adamı Aliya İzzetbegoviç’in genç yaşta kurduğu Mladi Muslimani merkezinin yer aldığı Morica Han’ı ziyaret ediyoruz.

Eve dönüyoruz. Saraybosnalı Mirza Foço ve ailesi iftara gelecek. Mirza Bey, biraz mahcup bir eda ile “Ramazan’ın son teravihine gitsek nasıl olur ?” diyor. Eşim başta olmak üzere hepimiz teravihe gitmek istediğimiz için olumlu karşılıyoruz. Akşam namazının ardından yeniden Başçarşı’ya Begova Camii’ne gidiyoruz. Türkiye'de kıldığımız teravih namazlarındaki koşturmaca, ibadetten ziyade kültürfizik hareketine dönüşen, manevi hiçbir tat vermeyen, ayetlerin imamların ağzında yuvarlanıp yutulduğu gariplikler burada yok. Teravihi 8 rekat kılıp çıkan hayli cemaat var. Boşnakların ilahileri, salâvatları da kulağa hoş gelen bir güzellikte…

Teravih sonrası Tarık- Azra çiftinin evine kahve içmeye davet edildik. Kahveden sonra Türk usulü çay ikram etmeyi de ihmal etmediler. Burada hemen herkes kahve içiyor. İftardan sonra yapılan ilk iş yine kahve içmek. Akşam namazı kahveden sonra eda ediliyor. Azra Hanım zorlanarak da olsa anneannesinin ana dili Türkçe’yi konuşuyor. Mirza Bey ve kızları, Tarık Bey Azra Hanım kızı ve oğlu evlerinin bahçesinde Türkiye hakkında konuştuk. Özellikle gezi olaylarını sordular. Türkiye ile son derece ilgililer.

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Ahmici Şehitlik Anıtı

Ahmici Şehitlik Anıtı

Ramazan’ın son günü. Travnik ve Jajce (Yayse) şehirlerini ziyaret için yola çıkıyoruz. İlk durağımız Ahmici Köyü. Savaşta Hırvatlar tarafından Ahmici Köyü Camii yerle bir edilmiş. İnsanlık dışı saldırıda 46’sı Ahmici ailesinden 116 Müslüman şehit edilmiş…

Saraybosna’nın kuzey-batı istikametine gideceğiz. Hava çok sıcak. 38 dereceyi gördük. Yollar bir gidiş bir geliş. Yıllar önce Türkiye’de olduğu gibi. Öğleye doğru Travnik’teyiz. Ana yollara asılmış pankartlarla bayram kutlanıyor: BAYRAM ŞERIF MUBAREK OLSUN. Travnik’te kısa bir moladan sonra yolumuza devam ediyoruz.

Yemyeşil dağlar, virajlı yollar… Yol üzerinde termik santrale rastlıyoruz. Santral, yakın bir bölgeden çıkarılan kömürle işletiliyormuş. Su zengini Bosna’da hidroelektrik santralleri çokmuş. Mirza Bey elektrik ihraç ettiklerinden bahsetmişti. Burada kimse pet şişe suyu içmiyor. Lokanta ve kafelerde sürahi ile su getiriliyor. Su ve elektrik ucuz. Et ürünleri, benzin ve motorin Türkiye’dekinin yarı fiyatına… Sıkıntımız artıyor. Arabayı durdurmak dışarıda biraz nefeslenmek geçiyor içimden. Jajce’den geçip şelâleye geliyoruz. Jajce Şelâlesi’nin dökülüp karıştığı nehrin tabanına iniyoruz. Yaklaşık 20 metreden dökülen şelâlenin esintili serpintisi sıkıntılarımızı alıp götürüyor. Serpintinin yoğun olduğu alanda nefes almak güçleşiyor. Serpinti ile üstümüz ıslanıyor, hafif titremelerle şükrediyoruz… Ramazan ve eğilip hışırtılı berrak, kar gibi beyaz sudan içemiyoruz.

 Şelâleden Jajce’nin merkezine dönüyoruz. Modernite’nin dokusunu bozamadığı kale içi şehir

düzeni, çok katlı binaların olmaması bizi sarıp sarmalıyor. Neredeyse her birinden suların fışkırdığı küçük yerleşim alanları bizim şehirlerimiz… Yabancılık duygusu çekmiyor bilakis yüz elli yıllık ayrılığın hüznü içimize çörekleniyor… Jajce Esma Sultan Camii’nde öğle namazını ikâme ediyoruz. Balkanlarda çok az rastlanan, bir hanım ismi verilmiş camiin serin sessiz mekânında dinleniyoruz…

Jajce etnoğrafya müzesi ve yer altı mağara kilisesinden sonra Travnik’e dönüp iftar etmek üzere yola koyuluyoruz. 

Travnik Kalesinden Medrese'nin Görünümü

 Travnik Kalesi’nden Medrese’nin Görünümü

Öteden beri Bosna’da en merak ettiğim yerlerin başında Travnik geliyordu. Osmanlı İmparatorluğuna 7 sadrazam 10 vezir vermiş, Medresesi ile ünlü Travnik. Jajce’ye giderken içinden geçtiğimiz Travnik, bozulmamış mimari yapısı, dahası küçücük yerleşim alanı ile beni şaşırtmıştı. Bu küçücük yerden çıkan insanlar cihan devletini yönetmişlerdi…

Travnik Kalesi’ne çıkıp şehri temaşa ettik. Medrese’de ikindi namazını kıldık. Görevliler sıcak ve güleryüzlü idiler. Medresenin geniş iç mekânında bayram namazı hazırlığı vardı. Uzun yorucu çok sıcak günün ardından adeta dökülen küçük kafilemiz, küçük lokantanın uzun tabureleri üstünde iftar ezanının dakikalarını saymaya başlamıştı. İftarın ardından camiler namaz vakitlerinden hemen sonra kapatıldığı için yeniden Medreseye dönerek akşam namazını eda ediyoruz. Medresenin işlettiği kafede kahve içiyoruz. Masamızın hemen önünde şırıl şırıl su akıyor. Suyun kaynağına çok yakınız. Plava Voda (Mavi Su). Bizde söylenen şekliyle Göksu. Yaklaşık 100 metre yukarda nehrin fışkırdığı yer. Köpüklü beyaz uğultulu hışırtı bir dağın altından fışkırmada…

8 Ağustos 2013 Perşembe

 

Ramazan Bayram sabahı. Bayram namazını, Ilıca bölgesinde Yusuf İslam’ın vakfının destekleriyle savaş sonrası yapılmış camide Boşnakça vaazı dinliyor, bayram namazını kılıyor, tekbirler getiriyoruz. Camii ve geniş bahçesi tıklım tıklım insan dolu.

Hacı Nimet Hanımefendi’yi ziyaret edeceğiz. Nimet Hanımefendi, 90’ın epey üzerinde yaşına rağmen hayli enerjik ve dinç görünüyor. Makedon Türklerinden, Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak’ın akademiden sınıf arkadaşı Sadık Paşa’nın kızıymış… Başta Türkiye olmak üzere İslam dünyası ile oldukça ilgili. Suriye’de yaşananlar içini acıtmış. Yemek yerken, aç ve susuz Suriyelileri düşündükçe utandığını ifade ediyor. Bosna Savaşı’nda 4 yıl bodrumda yaşadıklarını, ekmek ve su bulamadıklarını, yeni doğurmuş annelerin çocuklarına verecek süt alamadıklarını anlatıyor.

Babasından bahsediyor, sararmış iki fotoğraf gösteriyor. Babanız Miralay Sadık Sabri Bey mi diyorum. Sabri’si yok diyor. Mustafa Kemal Paşa’ya muhalif olduğu için emekli maaşı bağlamadıklarından üzülerek bahsediyor. Cumhuriyet kurulduktan sonra Mısır’a gitmek zorunda kaldı mı diyorum. Evet diyor. Gelini olduğunu söylediği bir hanım, tatlı ve meyve suyu ikram ediyor. Biraz sonra Mirza Foço’nun ağabeyi cerrah torunu geliyor. Bayramlaşıyoruz. Torunu Mirza’yı ziyaret edeceğimizi söyleyip izin istiyoruz. Suriye ve Mısır’ın başına gelenlerden bahisle Türkiye’nin çok dikkat etmesi gerektiğini söyleyerek, dualarla uğurluyor bizi.

Burada bize ters gelen bir bayram geleneği var. Evin erkeği varsa erkek çocuğunu alarak ailesiyle bayramlaşmaya gidiyor. Evin hanımı evde bekliyor. Bayram ziyaretine gelenleri karşılıyor, ikramda bulunuyor. Hanımlar, bayramın son günü akşam, ailenin en büyüğü hanımın evinde bayramlaşıyorlar.

Mirza – Hatice Foço çiftini ziyarete gidiyoruz. Mirza Bey Bosna Savaşı sırasında eşi Hatice Hanım ile Türkiye’ye gelmişler. ODTÜ’de makine mühendisliği okumuş, derece ile mezun olmuş. Türkçesi iyi. Hatice Hanım, bir yıl Türkçe kursuna gitmiş. Hacettepe Diş Hekimliği Fakültesine yönlendirilmiş. Fakültenin eğitim dili Türkçe olduğundan Bosna’da okumaya karar vermiş. Saraybosna’nın 5 ortodontist diş hekiminden birisi. Zengin ailelerin çocukları olmalarına rağmen savaşın getirdiği yıkımlarla birlikte Türkiye’ye yokluk içinde gelmişler.

Söylendiği gibi Mirza Bey ve küçük oğlu Ömer bayramlaşmaya gitmişler. Evlerinin geniş bahçesinde yaşlı bir bey bizi karşılıyor. Hatice Hanım’ın emekli diş hekimi babası olduğunu öğreniyoruz. Fakültede profesör imiş. Hatice Hanım ve kızları arz-ı endam ediyorlar. Bayramlaşıyoruz. Büyük kızları ikramda bulunuyor. Nimet Hanımefendinin torunu Azra Hanım’ı ziyaret etmek üzere ayrılıyoruz.

Beklendiği gibi Azra Hanım’ın eşi Tarık Bey ve üç oğlu evde yoklar. Azra Hanım hissettiğimiz derin bir muhabbet duygusuyla bizi misafir ediyor. Biraz Türkçe bildiğinden rahat anlaşıyoruz. Azra Hanım mühendismiş ama çalışmıyor. Dindar, çok hanımefendi, kişiliği öne çıkan bir insan.

Yadırgadığım bayramlaşma geleneğini Azra Hanım’a soruyorum. Biraz mahcup oluyor, bizde böyle diyor. Eşinin ve kendi ailesinin babalar dahil erkekleri de bayramlaşmaya geliyorlarmış.

9 Ağustos 2013 Cuma 

 Mostar Köprüsü

Mostar Köprüsü

Bayramın ikinci günü. Mostar’a gideceğiz. Biraz geç çıkmak durumunda kaldık. Cuma namazını yol üzerinde Konjic (Konyis) şehrinde kılıyoruz. Şehrin ortasından geçen nehrin üzerindeki köprü de Mostar Köprüsü’nü andırıyor.

Konjic’den itibaren Neretva Irmağı (Ne yeşil ne mavi anlamında)’nın muhteşem görüntüsü, dağların yemyeşil örtüsü, ırmak üzerine kurulan barajlar eşliğinde Mostar’a yol alıyoruz. Nem ve sıcak etkili. Bizdeki Akdeniz iklimini andırıyor.

Mostar’ı geçip Hırvat sınırına en yakın Pocitelj (Poçiteli) Osmanlı Köyü’nü ziyaret ediyoruz. 1563’de Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Mimar Hayreddin tarafından yapıldığı bilinen Hacı Alija Camii’ne çıkıyoruz. Camii kapalı. Dış mekânında iki rekât namaz kılıyoruz. Camii, Hırvatlarca bombalanarak yerle bir edilmiş. Hacı Alija Camii, Şişman İbrahim Paşa Medresesi ile birlikte yeniden inşa edilmiş.

Neretva Nehri kıyısında kurulu ve UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesi içine alınan Poçiteli Köyü’nde bulunan kalenin tarihi 14 yüzyıllara kadar gidiyor ve 1471’de Türklerin eline geçmiş.

Saat kulesi, burada diğer önemli bir yapı ve 16-17 yüzyıllarda yapılmış.

 Hırvatlar, Osmanlı’dan, topraklarını fethetmemesi karşılığında vergi verecekleri bir antlaşma isteyince, Osmanlı Ordusu akıncılarının yerleştirildiği bu köy o zaman inşa edilmiş. Kalesi, gözetleme kulesi, camii, hamamı, çarşısı ile bizden bir köy çıkmış ortaya. Hâlâ yaşayanlar var. Türk Mutfağından yemeklerin yapıldığı lokantası var. 

 Blagay Tekkesi

Blagaj (Bılagay) Tekkesi

Gezimiz daha güney-batıdan başladığı için yeniden Mostar’a dönüyoruz. Şehre girmeden, doğuya yöneliyoruz. Hedef Blagaj (Bılagay) Tekkesi. Blagaj, Mostar’ın 20 km güneydoğusunda yer alan bir kasaba. Tekkenin dibinde inşa edildiği muhteşem kaya dağın altından Buna Nehri yeryüzüne çıkıyor. Buna Nehri, dokuz kilometrelik batıya doğru bir akış sonrası Neretva nehri ile birleşiyor. Yakın zamanda restore edilmiş Blagaj Tekkesi’ne giriyoruz. Avrupa’nın ikinci büyük su kaynağına bakan odaya geçerken kalabalık bir Boşnak gurup, iri cüsseleriyle aramızdan geçerek diğer odaya doluştular. Odaların açıldığı sahanlık da bu gurup tarafından birden doldurulmuştu. Namaza durdular. Girdiğimiz odada mahsur kalmıştık. İki rekat namazın ardından sesli zikre başladılar. Zikirleri yüksek perdeden değildi. Musikisi, ahengi yerli yerindeydi. Irmağın dağın ardındaki kaynağına bakarak kapısını kapattığımız odadan zikri dinledik. 50 kişi civarındaydılar. Zemin tahtaları gıcırdayan, ahşap metal karışımı çok eski tavan süslemeli odada biz de ikindi namazını kıldık. Sarı Saltuk’un burada medfun olduğu ifade ediliyor. Sarı Saltuk için böyle yedi yerde yattığı rivayet edilirmiş… Makam olma ihtimali galiba daha güçlü…

Hava kararmadan Mostar’a girdik. Mostar, Hersek bölgesinin en büyük şehri ve Bosna-Hersek Federasyonu'na bağlı Hersek-Neretva Kantonu'nun başkenti. 105.000 nüfuslu şehir, iç savaş sırasında büyük zarar görmüş. Koski Mehmet Paşa Camii avlusunun bitişiğinden uzaktan Mostar köprüsünü seyrettik. Neretva Nehri üzerinde Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilen, nehirden 24 metre yüksekte 30 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde olan Mostar Köprüsünde 456 kalıp taş kullanılmış. Köprü, inşa edildikten sonra yakınındaki şehre ismini vermiş, şehirde ticareti canlandırmış. İç savaş sırasında Mostar Köprüsü'ne ilk saldırıyı 1992'de Bosnalı Sırplar düzenlemiş. 1993'te Hırvatlar köprüye daha büyük bir zarar veren saldırılarını başlatmış. Kasım ayının sonunda köprü tamamen yıkılmış, dev taşları, Neretva Nehri'nin sularına gömülmüş… Mostar Köprüsü'nün eski haline uygun olarak yeniden inşaası çalışmaları UNESCO ve Dünya Bankası'nın desteğiyle 1997'de başlamış. Köprünün inşaatını, bir Türkiye şirketi olan ER-BU üstlenmiş. Macar ordusundan dalgıçlar orijinal taşları nehir yatağından bulup vinçlerle çıkarmış. Civardaki taş ocaklarından yeni taşlar da getirilerek köprü yapımında kullanılmış. Orijinal modele sadık kalan şirket, köprünün temellerini de sağlamlaştırmış. Köprünün kemerindeki çalışma Haziran 2002'de başlamış. Kilit taşı Ağustos 2003'te yerine konulmuş. İnşaatı tamamlanan Mostar Köprüsü, aralarında Türkiye\'nin de bulunduğu çok sayıda devletin temsilcilerinin hazır bulunduğu bir törenle, İngiliz Prensi Charles tarafından 23 Temmuz 2004 tarihinde açılmış. Hırvatlar nehrin batısında, Müslümanlar ise doğusunda yaşıyor. Savaş sırasında şehirden ayrılan Sırplar ise bir daha geri dönmemiş.

Hediyelik eşya satan dükkânların arasından köprünün Boşnak yerleşim bölgesindeki ayağına geldik. Burada bir dükkânda savaş döneminin, Mostar Köprüsünün Hırvatlar tarafından nasıl acımasızca topa tutulduğunu gösteren filmi izledik. Köprünün diğer ayağına yakın bölgelerde yine Boşnak yerleşim alanı var. Geri kalan bölgede Hırvatlar yaşıyor. Hırvatlar’ın bölgesinde dağın tepesine dikilmiş kocaman haç’ı görüyorsunuz. Hırvat mahallesindeki kilisenin de alışılmışın dışında büyük yapılmış kulesi dikkat çekiyor. Hırvatlar dağın tepesine haçı dikip Aliya İzzetbegoviç’e haber göndermişler. Haçımız en yüksekte, o orda durdukça varız demişler. Aliya şöyle karşılık vermiş:” Haçınızı nereye dikerseniz dikin, bizim Hilâlimiz her zaman tepenizde, göklerde”…

11 Ağustos 2013 Pazar

Saraybosna’yı asıl bugün gezeceğiz.

Yemyeşil ormanlarla kaplı dağları tırmanarak İgman Dağı Kayak Tesislerine çıkıyoruz. Bölgedeki tek Müslüman otelin kafesinde mola veriyoruz. Yaz olmasına rağmen epey ziyaretçi var. İgman’ı arkamızda bırakıp, Boşnakların Hayat Tüneli dedikleri bölgeye geliyoruz Savaş Nisan 1992’de başlamış, Aralık 1995’e değin sürmüş. Dağlarla çevrili Saraybosna’nın bütün noktalarına tank- top -havan yerleştiren Sırp ordusu (Eski Yugoslav ordusu)’nun nihaî amacı Boşnakları bütünüyle imha etmek, hayatta kalanları da buradan sürmekmiş. Havaalanı bölgesi ve yerleşim alanlarını ağır silahların dışında keskin nişancılarla da kontrol altına almışlar. Havaalanı bölgesi Birleşmiş Milletler’in kontrolünde olduğundan çember tamamlanamamış. Saraybosna dışındaki Boşnak savaşçıların Saraybosna’ya giriş çıkışının, lojistik destek sağlanmasının, yurt dışına giden gelen heyetlerin korunmasının mümkün olmadığını gören Boşnak yetkililer, havaalanının Ilıca bölgesi tarafında oturan bir çiftin evinin altından başlayıp, havaalanı pistinin altından geçerek çemberin tamamlanamadığı kuzey-doğu bölgesine kadar uzanan bir tünel kazmaya karar vermişler. . Evin sahibi çiftten izin istemişler. Yaşlı çift tereddütsüz izin vermiş. 800 metre uzunluğunda, 1.60 cm yüksekliğinde yapılmış Hayat Tüneli (kısa bir bölümü) ve üzerindeki ev müzeye dönüştürülmüş. Ev sahibi yaşlı çifte Ilıca’da bir ev vermişler…

hayat tuneli

 Hayat Tüneli’nin Üstündeki Müze Ev

hayat tuneli giris

Hayat Tüneli’nin Girişi

Müze evin bodrum katına iniyoruz. Savaş zamanı çekilen görüntüleri izliyoruz. Aliya’nın giydiği askerî elbise, tünelden geçerken oturtulduğu demir koltuk heyecanlandırıyor bizi. Müze evin üzerinde mermi izleri hâlâ duruyor. Saraybosna’nın nasıl kuşatıldığı, nasıl bir ölüm kalım mücadelesi verildiği resim ve krokilerle gösteriliyor. Kokuşmuş ve ikiyüzlü Batı medeniyeti mensubu milliyetçi Sırpların vahşetine karşı direnen ve savaşan Müslüman Bosna’nın can damarı, hafızasının silinmez serlevhası olmuş Hayat Tüneli’nden Başçarşı’ya doğru yola koyuluyoruz. Savaşın üzerinden 18 yıl geçmesine rağmen binalardaki mermi izleri, tank mermileri ile duvarları yıkılan yüksek katlı binaların üzerinde Batı Sırp barbarlığını, vahşetini, gözü dönmüşlüğünü hissediyoruz. Şehrin kalbinde ilk durağımız Aliya’nın mezarı. Niçin mi Aliya diyorum. Yediden yetmişe tüm Bosnalılar ona Aliya dedikleri için. Çünkü O, insanlığını, kulluğunu idrak etmiş bir mütevazılık abidesi… Cumhurbaşkanı yerine Abdullah (Allah’ın Kulu) yazılı mezar taşı çok şey anlatıyor :

aliya izzetbegovic mezar tasi

VELIKIM BOGOM             YÜCE ALLAH’A

SE KUNEMO                    YEMİN EDERİM Kİ

DA ROBOVI                    KÖLE

BITI NECEMO                 OLMAYACAĞIZ !

 

aliya izzetbegovic kabir

Bilge insan, büyük düşünür, dava adamı Aliya İzzetbegoviç’in sözleri, dünya durdukça vicdan ve akıl sahibi tüm insanlara ışık tutacak… İşte onlardan bir demet :

- Asırlardır büyük sınırda, dünyaların kesişme noktasında yaşayan, aynı anda her ikisine de aidiyet hisseden; akıl ve düşünce olarak Batılı, ruh ve duygu olarak Doğulu halkımın bir ferdi olarak doğdum. Bundan dolayı inancım odur ki, İslâm ve Müslümanlara hizmet ederken, aynı zamanda, tüm sağduyulu insanların hizmetinde bulunuyorum…

 

- Sıradan bir başkanım ben; sadece, sıradan bir insan. Ben bir “lider” değilim…

 

- Bize yapmak istedikleri sıradan bir işgal değildi. Bu, bir ülkeyi ve bir halkı, bir daha asla var olmamak üzere ortadan kaldırma teşebbüsü idi…

 

- Neredeyse bütün savaş teâmülleri onlar tarafından ihlâl edildi, bizim tarafımızdan değil. Bu, Avrupa için bir başka sürprizdi. Eğer birileri kutsal şeyleri, köprüleri, kültürel anıtları tahrip ediyor, kadınları ve çocukları öldürüyorsa, Avrupa bunu yapanların ancak Bosnalılar olabileceğini düşünürdü. Neden? Çünkü kitaplarda böyle yazıyor, hayali tasvirler yüzyıllardır yayılageliyordu. Onların gözünde biz Doğulu atalarımızla birlikte, Asyalı bir tür olarak, yarı-vahşi insanlarız. Pekâla, öyle olsak bile, ne değişir? Avrupa’nın medenî bir biçimde davranmalarını beklediği Avrupa kökenli halklar, savunmasız insanları öldürdüler, camileri ve köprüleri tahrip ettiler. Biz bunu yapmadık…

 

- Aslında, herhangi bir kutsal nesneyi tahrip etmemiz, bizlere, sarih bir biçimde yasaklanmıştır. Sırbistan’a dört asır boyunca Türkler hükmetmiş olmasına rağmen, bu yasaklama sayesinde, Decani, Gracanica ve Sopocani manastırları yerlerinde duruyorlar. Türkler buraları tahrip etmediler. Çünkü inandığımız Kitap, bu türden bir tahribâtı reddediyor…

 

- Kendi devletimizi istiyoruz çünkü devletsiz bir millet, evsiz bir aileye benzer. Allah, devleti olmayan bir halka mensup olmayı yasaklamıştır…

 

- Tüm büyük hakikatler sade ve tüm insanlar için makuldür. Onları anlamak için ne çok okumaya ne de eğitime ihtiyaç vardır. Sadece temiz bir kalp ve düzgün bir zihin yeterlidir…

 

- Eğer mantıklı davranmış olsaydık, 1992 Nisanının sonunda ya da Mayısının başında teslim olmamız gerekirdi. Dünyanın bütün mantığı bize karşı. Ve şimdi bizler “mantıksız” insanlarız. Ne yiyeceğimiz ne de cephanemiz var. Ancak yine de savaşacağız ve kazanacağız. Hepsi bu. Halkımız iyi ve cesurdur…

 

- Nihayetinde, çalışması ve savaşması gerektiğine, ancak olaylara hükmedemeyeceğine inanan bir halka mensubuz. İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe, Allah hükmeder ve O ne derse, o olur. Büyük Rus yazarı Tolstoy, bu sözü ispatlamak için iki bin sayfa yazmıştır. İnsanlar tarihi yönetemezler. Bunu ne siz yapabilirsiniz, ne de Napolyon, İskender gibi mağrur liderler. Bunu ancak Allah yapar. Bu böyledir. Yapmamız gereken, mümkün olan en iyi şekilde savaşmak, çalışmak ve bilincimizin ve kapasitemizin en üst düzeylerini ortaya koymaktır…

Kudüs’te Filistinliler, Avrupa’nın Kudüs’ü Bosna’da Boşnaklar, Osmanlının çocuklarını bekliyorlar…

3 Eylül 2013- Ankara

Okunma 8295 defa Son Düzenlenme Pazartesi, 26 Ekim 2020 15:45
Yorum eklemek için giriş yapın