Pazartesi, 26 Eylül 2016 00:00

100 Yıl Önce ve Sonra Ortadoğu

Yazan
Öğeyi Oyla
(1 Oyla)

100 YIL ÖNCE VE SONRA ORTADOĞU

Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra Ortadoğu'yu işgal eden Batılı güçler, 19. yüzyılda İslam coğrafyasında bulunan toplumların siyasi, dini, etnik ve sosyo-kültürel genleriyle oynayarak çıkarları doğrultusunda, etnik ve mezhepsel olarak ayrıştırmayı başarmıştı.

Bölgeyi yapay coğrafi sınırlara ayırıp Yahudi ve Hristiyan devletinin temellerini atıp, Ortadoğu'nun siyasi İslam birliğini yıktıkları gibi coğrafi-kültürel birliğini de parçalamışlardı. 
Birinci Dünya Harbi döneminde imzalanan bugün de Ortadoğu’da devam eden işgal ve paylaşım süreci İngiltere-Fransa-Rusya arasında imzalanan 16 Mayıs 1916 tarihinde Sykes-Picot antlaşmasıyla başlamıştı. 
2 Kasım 1917'de 'Balfour Deklarasyonu ve 19-26 Nisan 1920 tarihlerinde San Remo konferansında Ortadoğu da yeni kurulan devletleri İngiltere ve Fransa tarafından "manda rejimi" adı altında himayelerine almaları ile devam eden işgal sürecinde:
- Bölge Arap milliyetçiliği ile siyasi-coğrafi sınırlara bölünmüş, 
- Vehhabilik mezhebi ile Sünni İslam inanç bütünlüğü de, Kültürel olarak parçalanmış,
- Yıkılan Osmanlı Devletinin topraklarında, yeni kurulan devletlerin Manda yönetimine devredilmesi kararı alınması ile Yahudi ve Hristiyan devletlerin kurulması süreci de başlamış,
- Suriye ve Lübnan Fransız Manda yönetimine bağlanmış,
- Filistin Suriye'den ayrılarak, İngiltere mandasına devredilmişti.
Fransa'nın Suriye ve Lübnan da yaptığı ilk işi; 
1-Trablus, Sayda, Sur, Beyrut ve Beka Vadisi'ni Lübnan sınırlarına dahil edip bu ülkeyi ayrı bir devlet olarak ortaya çıkarmak oldu. Lübnan'da yapılan şey, aynen Suriye'nin geri kalan bölgelerinde de yapıldı.
2-Halep, Şam, Lazkiye ve Cebel-i Dürzi'yi dört ayrı eyalet haline getirdi. 
3- Lazkiye'de Aleviler, Cebel-i Dürzi'de ise Dürziler ayrı bir yönetime sahip oldular.
4- İskenderun Sancağı ise ayrı bir özerk idari yapıya kavuşturuldu.
Fransa 1926'de Lübnan devletinin kurulduğunu ilan etti. Fransa ilan edilen Lübnan devletinin yönetimini Hristiyan Maruni toplumunun kontrolünde olmasını çok istediği halde Hristiyan nüfusun azınlıkta olması sebebiyle bu amacına ulaşamadı. Fransız General Gouraud, 1920'de Lübnan'ın kurulduğunu ilan ederken amacı, Hıristiyan Maruni toplumunun, Suriye Müslüman devleti içine dahil edilmemesini garanti altına almaktı.
Fransa, 1925 yılında Şam ve Halep'i Suriye devleti olarak birleştirdi. Daha sonra 1936 yılında Suriye devleti sınırlarına Alevi ve Dürzi bölgelerini dahil etti. 
Böylece Ortadoğu da İslam egemenliği yok edilip bölgede, Yahudi ve Hristiyan devletleri oluşturma planıyla başlayan süreçte, İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile Ortadoğu’nun büyük güçler arasında taksimi, paylaşımına ara verilmişti. 
İkinci Dünya Savaşından sonra ise bölge, Soğuk Savaş yıllarının iki süper gücü Sovyetler Birliği ve ABD'nin nüfuz mücadelesine sahne oldu. 1990'lı yılların başından itibaren Soğuk Savaşın sona ermesi, Sovyetler Birliği'nin tarihi misyonunu tamamlaması ve uluslararası platformda tek Süper Güç olarak ABD'nin kalması, Orta Doğu bölgesinde ABD politikalarının etkinlik kazanmasına neden oldu. 
Sonuç
Sykes-Picot ile başlayan İslam coğrafyasının parçalanarak paylaşılması sürecinde ilk olarak Filistin de bir Yahudi devleti kurulmuştu. Fakat planın ikinci safhasında bölgede öncelik Hristiyan bir devlet (Lübnan) kurulması aşaması, II. Dünya savaşının başlaması ve savaş sonunda Soğuk savaş sürecin başlamasıyla akamete uğramıştı. 
Plan yarım kalmıştı. 'Balfour Deklarasyonu ve San Remo konferansında yapılan planlar ve anlaşmalarda alınan kararlar uygulanamıyordu, 2. Dünya savaşı bitmişti fakat bu sefer de batının karşısına VARŞOVA paktı vardı. 
1990 yılından sonra soğuk savaş bitmiş, yok olan Varşova paktı ve Sovyet Rusya artık bir tehdit olmaktan çıkmıştı.
Tek kutuplu dünyada hakimiyetini ilan eden ABD, Avrupa ülkeleriyle anlaştı; ABD ve partnerleri “nerede kalmıştık” diyerek "Büyük Ortadoğu Projesini” gündeme getirdi. 
Kitle imha silahlarına, etnik çatışmalara, ağır insan hakları ihlallerine engel olmak, uluslararası terörü kay¬nağında kurutmak gibi suni gerekçelerle, Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu’nun Büyük Ortadoğu’ya dönüşümünü öngörmekteydi. Bu doğrultuda, ABD “NATO” "Büyük Ortadoğu Projesini" 11 Eylül 2001 de uygulamaya başladı.
New York Times’da Eylül 2013’te yayımlanan ve Robin Wright imzasını taşıyan makalede de sınırları 100 yıl önce sömürgeci güçler tarafından çizilen ve Arap otokratlar tarafından yönetilen 5 ülkeden 14 yeni ülke ortaya çıkabileceği savunuluyordu.
Bir başka açıdan baktığınızda, Büyük Orta¬doğu Projesi'ni kapsayan ülkeler adeta bir İslam coğ¬rafyasını tarif ediyordu. Eğer İslam'ın sınırlarını çiz deseydiniz aynı sı¬nırları çizerdiniz.
ABD ve müttefiklerinin işgal projesi olan BOP’a karşı, bölge ülkelerinin bir politikaları, bir karşı duruşları olmayacak mı?
Sadece ABD dünyada hesap yapıyor da başka ülkeler hiç hesap yapmıyorlar mı..! 
21'inci yüzyılın Sykes-Picot'u hazırlanırken, yeni Ortadoğu gelişmelerini dikkatle takip eden, iyi okuyan, analiz eden Türkiye tabi ki karşı strateji ve planlama yapıyordur. 
Türkiye bölgenin parçalanmasına işgaline müsaade etmez ve etmedi de, böyle bir şeyi nasıl kabul edebilir ki? Türkiye’nin “imtiyazlı ortaklık teklifi ile bu ayrıştırıcı BOP projesine nasıl ortak yaparsınız” diye karşı çıkması, Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı izlenen bir politikadır.
ABD’nin markajından kurtulan Türkiye şimdide Rusya’nın önüne atılıyor, II. Dünya Savaşın sona ermesiyle, Sovyet¬ler Birliği başkanı Stalin, 7 Haziran 1945'te Türkiye’ye verdiği nota¬da, Kars ve Ardahan bölgelerinin Rusya'ya terki ile Boğazlarda Sovyetlere üs verilmesini istedi. 
Stalin’in boğazların kontrolünü ve Doğu Anadolu bölgesinden toprak istemesini nasıl çabucak unuttular? Rusya’nın Ortadoğu coğrafyasında gözü yok mu sanki? Ülkemizin kendi medeniyetiyle oluşan milli dış politikası olmayacak mı, illa bir küresel güce mi dayanması gerekiyor?
Ortadoğu da, İslam coğrafyası topraklarında açılan bu cephelerde, savaşın kan ve gözyaşını, yıkımını bölge insanları en açı şekilde yaşamakta. 
ABD ve Müttefikleri Bölgedeki en küçük etnik ve mezhepsel güçlerle iş birliğini geliştirerek de amaçları doğrultusunda bu güçleri kullanmakta.
Bölgenin en güçlü ülkesi Türkiye neden bölge insanları ile diyalogdan kaçıyor, niçin bu etnik ve mezhepsel alt kimlikteki guruplarla stratejik ortaklık ve taktiksel ilişki kurmuyor, ilişkilerini geliştirmiyor, bölgemizdeki bu yerel güçleri ortak bir gelecek ve menfaatte birleştirmiyor?
Türkiye bu savaşın bitmesini ve bölgenin parçalanmasını işgalini istemiyorsa bölgedeki bütün yerel güçlerle ve devletlerle ilişkilerini geliştirmek zorundadır.

Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Mısır gibi ülkeler ile Sünni bloğunu güçlendirdiği gibi, karşısında Suriye ve İran’ın oluşturduğu Şii bloğu koruyarak, denge oluşturmayı başarmalı. Sünni-Şii dengesini korumalı ki mezhep savaşlarını tetikleyen batının bu sinsi planı engellenmeli. 
Türkiye, İslam coğrafyasının birlik ve dayanışmasının merkez dinamiği olan “İslamiyet milliyetini” Ortadoğu’da yeniden tesis etmeli. Sünni-Şii dengesi ile kavmi-etnik kimliklerin menfaatlerini de koruyarak, egemenlik dengesini bozmadan istikrarı koruyacak stratejiler ve politikalar uygulamalı. 
Bölgede devam eden çatışma ve karışıklıklarla ilgili olarak değerlendirme yapmak gerekirse; PKK, PYD, IŞİD, DHKP-C teferruattır. Önemli olan, bu örgütlerin arkasındaki devletler ve uluslararası bağlantılarıdır.
Suriye'de kurulacak PKK/ PYD devletçiğinin birleşik mi ayrı mı olacağı, önemlidir. Bu konuda analiz yaparken, Türkiye’nin Cerablus-Azez hattı hamlesinin YPG/PKK’na karşı olduğu bölge devletlerine anlatılmalı ve güvence verilmelidir; burada bulunan Arap-Kürtlere karşı olmadığı hususu değerlendirilmelidir.

              26 Eylül 2016

                                                                        Çetin ZAMANTIOĞLU

                                                                            Araştırmacı

 OKUNAN KAYNAKLAR:

1- Kaynak Mahir, Emin Gürses, “Yeni Orta Doğu Haritası”, Profil yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul-2007
2- Çağlayan Yusuf, Orta Doğu ve Türkiye Geleceği “İki Batı ve İki İslam” Köprü Dergisi, Kış/2015, Sayı:129, http://www.yusufcaglayan.net/turkiye-ve-otadogunun-gelecegi/
3- Balcı Ali, “Türkiye Dış Politikası İlkeler, Aktörler, Uygulamalar” Etkileşim Yayıncılık, İstanbul, Ekim-2015.
4- Armaoğlu Fahir, “20.yy. Siyasi Tarihi 1914-1995”, Timaş Yayınları, İstanbul.

Okunma 4257 defa Son Düzenlenme Pazar, 27 Kasım 2016 14:29
Yorum eklemek için giriş yapın