Salı, 12 Ocak 2016 00:00

Medyanın Kamuoyu Oluşturma ve Algı Yönetimine Bir Örnek: “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”

Yazan
Öğeyi Oyla
(6 oy)

"...Televizyonla dünyanın gerçekliğinden kopan seyirci, televizyondan yayılan fanteziyi giderek bir gerçeklik olarak algılamaya başlar. Kaldı ki, televizyondan yayılan bu fanteziler gerçekliklerini hikâye anlatımında bulmakta ve televizyon bunu en gerçekçi şekilde dramatize eden anlatısıyla sağlamaktadır. Televizyonu çok seyredenlerde bu durum daha da artar ve bu sayede seyirciler giderek içinde bulundukları koşullara hapsolurlar..."

Medyanın Kamuoyu Oluşturma ve Algı Yönetimine Bir Örnek: “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”

Bilindiği gibi “Kültürel Göstergeler Projesi” (Cultural Indicators Project) ya da öne çıkan adıyla “Yetiştirme Kuramı”, George Gerbner ve arkadaşları tarafından 1960’ların sonunda başlatılan ve 1970’lerin başında ortaya konan bir sürecin ürünüdür. Kuramın dikkat çekici özelliği, medyanın yalnızca üretim, mesaj ve tüketim boyutlarını değil; medyanın, özelde de televizyonun “bütünsel rolünü” açıklamasında yatmaktadır. Bu bağlamda Ömer Özer, Gerbner’ın kuramını, genel olarak 1940’lara kadar yapılan iletişim araştırmalarının güçlü etkiler dönemi ile 1940’lardan 1960’lara kadar olan sınırlı etkiler döneminin bütünlüklü bir eleştirisi olarak da okunabileceğini söylemektedir. Gerbner’ın iletişime, kitleye, kitle kültürüne ilişkin kavramsallaştırmalarına bakmak, kuramı çok daha anlaşılır kılacaktır.

İletişimin, özellikle kitle iletişiminin, biricik “insanlaştırma” aracı olduğunu söyleyen Gerbner, kitle iletişiminin bunu göstergeler ve temsiller üzerinden sağladığına dikkat çekmektedir. Dolayısıyla medyaya bakmanın kendisi, kitlesel olarak bu semboller, temsiller dolayımıyla yaşama ait gerçekliğin ne olduğunun algılanmasını ve buna göre “insanlık durumu”nun yeniden yaratıldığı bir süreci beraberinde getirmektedir. Bu “insanlık durumu” ise, kitleler tarafından eşanlı olarak seyredilen/paylaşılan değerlerin, ilişkilerin, önceliklerin neleri kapsadığının ya da neleri dışarıda bıraktığının belirlenmesinde kitle iletişim araçlarının üstlendiği işlevin ortaya konmasında saklıdır. Bu nedenle Gerbner, “kamuoyu” yerine, “kamu yaratma” kavramını kullanmaktadır. Çünkü ona göre kamuoyu aslında, televizyon başta olmak üzere kitle iletişim araçlarınca yaygın görüş haline getirilen düşüncelerin insanlar tarafından paylaşımıdır. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse kamuoyu son kertede, kitlelerin televizyondan yayılan semboller üzerinden kamuoyu oluşturmalarının bir sonucudur. Yetiştirme süreci birdenbire kendisini göstermemekte, yavaşça ve katlanarak kendini ortaya koymaktadır. Öyle ki, yetiştirme gerçekleştiğinde tüm bu seyredilenler ve algılananlar gerçekliğin kendisi haline gelmektedir. Bu noktada televizyonun en önemli unsurunun hikâye anlatmak olduğunu dile getiren Gerbner, bunu anne ve babaların sözlü kültürden gelen ve nesilden nesile aktarılan hikâyelerine kadar götürmektedir. Bunu daha da pekiştirmek için “Televizyondan önce biz ne yapıyorduk?” sorusunu soran Gerbner, televizyonun sosyalleşmede, yaşamla ilgili bir şeyleri öğrenmede kapladığı başat konuma dikkat çekmektedir.

Televizyondaki hikâyelerin yetiştirmedeki işlevsel boyutu ise sanılanın aksine bize “ne yapmamız” gerektiğini söylemesinde değil; “insanların çoğu ne düşünüyor/yapıyor”a ilişkin belirlenimci görüşleri kendinde içkin kılmasında saklıdır. Bu ilk bakışta bir gündem belirleme yorumu gibi görünse de, Gerbner’ın öne çıkardığı vurgu, televizyonu az veya çok seyredenler arasındaki farkta ortaya çıkmaktadır: Verilen bir mesaj herkes için aynı rolü üstlenmemektedir; yetiştirme işlevi kendini asıl olarak çok fazla televizyon seyredenlerde göstermektedir. Yani Yetiştirme Kuramı, az ve çok televizyon seyredenler arasındaki verilerin “farklılığında” ortaya çıkar. Çünkü televizyonu çok seyredenler onun “sembolik çevre”sine daha çok maruz kalmaktadır ve bu “sembolik çevre” giderek gerçek önceliklerin yerini almaktadır. Sembolik çevrenin sonucunda ortaya çıkan yaygın görüş halini Gerbner, “kolektif bilinç” olarak tanımlamaktadır.

Yetiştirme Kuramına yöntemsel olarak baktığımızda, kuramın bütünselliği çok daha iyi anlaşılmaktadır. Ömer Özer’e göre; “Kitle iletişim araçlarının içerik üretimini etkileyen ve temelini oluşturan süreçler, baskılar ve kısıtlılıklar nelerdir?”, “Medya mesajlarıyla ortaya konan imajlar, mesajlar, olgular, değerler ve derslerin baskın örüntü yığınları nelerdir?”, “Bu mesajlara gösterilen ilgi ve seyircilerin sosyal gerçeklik algıları arasındaki ilişki nedir?” sorularından yola çıkan yetiştirme çözümlemesi üç sacayağı üzerine oturmaktadır:

1) Kurumsal Süreç Çözümlemesi : Çözümlemenin bu ilk kısmında medyadaki sahiplik ilişkileri ortaya konmaktadır. Medya şirketlerinin içyapılarının nasıl işlediği, mesajın kendisinin bu bağlamda nasıl oluştuğu, kurumda/kurumlarda çalışanların medya metinlerini ne gibi belirleyici koşullar altında ürettikleri; kısacası üretim boyutunun nasıl bir güç ilişkilerinin ürünü olduğu ve “ekonomik elitler”in buradaki rolü ortaya konmaya çalışılır.

2) Mesaj Sistem Çözümlemesi: Mesajın kendisini odağa alan bu ikinci bölümde ise, Kurumsal Süreç Çözümlemesinde ortaya konulan “ekonomik elitler”in mesajı kendi çıkarları için kodlayıp kodlamadıkları incelenmektedir. Mesajın neleri kapsayıp neleri dışarıda bıraktığı, yaygın görüş haline getirilenin ne olduğu ele alınmaktadır.

3) Yetiştirme Çözümlemesi: “Televizyonla büyüme ve yaşamanın toplam sonuçlarına” yoğunlaşan yetiştirme çözümlemesi; “baskın ve tekrar eden olgular, değerler ile televizyon dünyasının ideolojilerinin” çözümlendiği bileşendir. Dünya/yaşam anlamlandırmasında televizyonu çok seyredenler ile az seyredenler arasında ortaya çıkan “sistematik farklılıklar” bu bölümde saptanmaktadır. Eğer televizyonu çok seyredenler ile az seyredenler arasında, televizyon dünyasındaki gerçekliği yansıtan yanıtlar, iki grup arasında anlamlı bir farkı barındırıyorsa bu, televizyonun yetiştirme rolünü göstermektedir.

Televizyonla birlikte ise hikâye anlatımı tek bir merkezde, yani televizyonda toplanmaktadır. Yaşama ilişkin bilgi, değer ve imajlar televizyonda anlatılan hikâyelerde içkinleşmiştir ve bu nedenle televizyon hem sosyalleşmenin biricik aracı hem de kitleselliği ortaya çıkarması dolayımıyla nüfusun homojenleşmesinin başat enstrümanıdır.

Yetiştirmenin kendisi, zaten toplumda popüler olan içeriklerin televizyon tarafından düzenlenerek, temsilleştirilerek sunumuyla ortaya çıkan kitlesel kültürlemenin bir sonucu olarak sürekli benzer/benzeşen temaların, geleneklerin bir yetiştirmesidir. Mesaj sabit değil akışkandır; daima eksik ve yarımdır, bu nedenle sürekli olarak tekrarlanmalı, bir önceki ekmeden referans alınarak kodlanmalı, yeniden ve yeniden üretilmelidir. “Kültürel çevre” sürekli olarak örüntülenmeli, seyirci yetiştirilmelidir.

Televizyonla dünyanın gerçekliğinden kopan seyirci, televizyondan yayılan fanteziyi giderek bir gerçeklik olarak algılamaya başlar. Kaldı ki, televizyondan yayılan bu fanteziler gerçekliklerini hikâye anlatımında bulmakta ve televizyon bunu en gerçekçi şekilde dramatize eden anlatısıyla sağlamaktadır. Televizyonu çok seyredenlerde bu durum daha da artar ve bu sayede seyirciler giderek içinde bulundukları koşullara hapsolurlar. Böylelikle televizyondan anlatılan hikâyelerle ortaya konan yaygın görüş haline getirme, bir uyum halinde mesajlarını ikiye katlayarak çok daha güçlü yetiştirmeleri doğurur.

Tüm bu bilgiler ışığında ele aldığımız atv’de devam eden “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”(EDHO) dizisinin değerlendirmesine geçebiliriz:

Babası da silah kaçakçısı olan ve çocuk denecek yaşta girdiği yeraltı dünyasının tepesine doğru tırmanmakta olan Hızır Çakırbeyli, mafya dünyasında adil biri olarak anılmaktadır. Devletin de dikkatini çeken Hızır, mafyanın devletin gayrı meşru faaliyetlerini yürütmesi için teklif almıştır. İşte dizinin ilk bölümünden itibaren “ekme kuramı” nın devreye sokulduğunu görüyoruz. Ve üstelik kendisinin ülkesini seven biri olduğunun bilindiği ve bu yüzden devletle işbirliği için seçildiği vurgusu, istihbarat görevlisi Nevzat tarafından dile getirilerek izleyiciye, mafyanın da vatansever ve hatta devleti için ne kadar fedakârca çalışabileceği pekiştirilmektedir. Bununla beraber dizi yönetmeni, dizinin başrol oyuncusu olarak Oktay Kaynarca’yı seçmiş olması da oldukça ustaca düşünülmüş bir proje olduğunu ortaya koymaktadır. Zira Kaynarca, yıllar önce “Kurtlar Vadisi” dizisinde de benzer bir karakteri “Çakır” lakabıyla canlandırmıştı. O dizideki karakterin seyirci tarafından sevildiğinin ve benimsendiğinin bilinmesi ekme/yetiştirme kuramının bir arada yürütüldüğünü göstermektedir. Zaten “Yetiştirmenin kendisi, toplumda popüler olan içeriklerin televizyon tarafından düzenlenerek, temsilleştirilerek sunumuyla ortaya çıkan kitlesel yetiştirme(cultivation)’nin bir sonucu olarak sürekli benzer/benzeşen temaların, geleneklerin bir yetiştirmesidir.” Şeklinde kuramı öğrenmiştik.

Dizide gayri meşru silah imalatı ve ticareti yapanlar tarafından teşkil edilmiş bir konsey var. Konseyin başkanı Ünal’ın ağzından üst düzey istihbaratçı Nevzat’a dizi seyircisi önünde “örgütlere ve devletlere silah satmazsam ülkenin her yerinde bombalar patlar, ben silah tüccarıyım parası olan herkese silah satarım…” dedirtilerek seyirciye; ülkede terörün, bombalamanın olmaması için bu silahların satılması gerektiği fikri ustalıkla işlenerek kültürizasyon(ekme) gerçekleştirilmektedir. Yine dizinin başka bir bölümünde iki yönlü yetiştirme diyebileceğimiz bir diyalog var. Burada devlet istihbaratının aslında bölgede büyük ülkülerinin olduğu konsey başkanı Ünal tarafından dile getirilirken bir taraftan da Batılı emperyalistlerin buna izin vermeyeceği vurgulanıyor: “Siz Ortadoğu’yu yönetmek istiyorsunuz; benim dostlarım burayı size yedirmez…”

Dizide bir diğer dikkat çeken husus ise, iş hayatı kadar özel hayatı bir o kadar karışık olan Hızır Çakırbeyli, mimar Nazlı'ya âşık olmuştur ve Nazlı hamiledir. (Burada mimar bir kadının mafya yöneticisi birine ve üstelik evli olduğunu bile bile âşık olması bütün olguları meşrulaştırarak tam bir ekme/yetiştirme kuramının uygulanması olarak dikkat çekmektedir.) Ancak Hızır'ın eşi Meryem bu çocuğun doğmasını istemez. Devlet, mafya, baron, ihanet, intikam temalarıyla yola çıkan EDHO’da iki kadının “erkek” mücadelesine de şahit oluyoruz. Nikâhlı eşler ruhsuz, duygusuz, haksız, kötülükte sınır tanımıyor fakat bir taraftan da eşlerine olan sevgileri ön plana çıkarılıyor. Hem mafyanın hem devletin vazgeçemediği, kendi safında tutmak için mücadele verdiği, Karadenizli bir aileye mensup Hızır Çakırbeyli, iki kadının aşk mücadelesinin tam göbeğinde kalıyor. Her ne kadar “karilarin arasında kaldım da, karilarin arasında kaldım da” diye şikâyet etse de, sevilmeyi sevmek karakterin en belirgin özelliği. Annesi, karısı, kızı, sevgilisi, hikâyedeki tüm kadın karakterlerin en çok sevdikleri, en çok güvendikleri kişi Hızır. Ne var ki dürüst olmasının altı bu kadar kalın çizgilerle çizilirken karısına ihanet eden de yine Hızır. Mesele de burada başlıyor; dizide ihanet değişik önermelerle temize çekiliyor. “Aşk varsa ihanet yoktur”, “aşk için her şey mubahtır” söylemi çivi misali kafalara çakılıyor. Dizinin yine aynı şekilde, aşkı çocukla taçlandırarak bazı seyircilerin 'metreslik müessesesi' dediği ikinci eşliği meşru kılma çabasında olduğu görülüyor. Dahası Hızır’ın annesi bu ilişkiye başta şiddetle karşı çıkarken doğacak çocuğu sahiplenme saikiyle, gelini Meryem’i çok sevmesine rağmen ilişkiyi meşru zemine çekme gayreti seyircinin algısına yerleştirilmeye çalışılıyor. Bütün bunlarla beraber, erkek seyircilere yönelik şiddet içerikli mafya dizisinin bu anlattığımız entrikalar aracılığıyla kadınları da ekran başına çekmeyi amaçladığını anlıyoruz. Kadın seyircinin ilgi alanına girebilmek için iki kadının erkek savaşına her bölümde neredeyse bölümün yarısı kadar yer verilmiş. Mühendislik harikası detaylar da seyirci Hızır'a tepki göstermesin, adamın ayran gönüllü olmasını çocuk sevdası altında anlayışla karşılasın gerekçesiyle ilave edilmiş.

Mafya konseyinde “Benim gibi bir adamın her şeyi yapacağını ama asla ihanet etmeyeceğini bile bile benden bunu istediniz” diyen Hızır Çakırbeyli, karısına ve evliliğine ihanet eden bir adam ama asla bunu ihanet olarak görmüyor. Bu durum izleyiciye de bu şekilde yansıtılarak adeta izleyici tarafından olumlanması isteniyor.

EDHO dizisinde yalnızca Meryem-Hızır-Nazlı üçgeninde değil; kadın erkek ilişkisi söz konusu olduğunda, medyada ve kamuoyunda şiddet ve kadın cinayetleri üzerinden eleştirilen ne kadar mevzu varsa kusurlu bir bakış açısıyla senaryoda yer bulmuş. Hızır’ın kardeşi İlyas (rol isimler dikkatle seçilmiş; Hızır ve İlyas efsanesi/Hıdırellez’e vurgu yapılmış) ve sevgilisi Esra’nın doğum gününde yaşadıkları örneğinde olduğu gibi. Doğum günü kutlaması için evden çıkmak üzereyken İlyas'ın baş düşmanı Mahmut tarafından Esra'ya gönderilen hediye olayları tetikler. Kendi hediye ettiği yüzüğün sadece doğum günü hediyesi olduğunu söyleyen, söz yüzüğü olmadığı konusunda ısrar eden İlyas, baş düşmanı Mahmut tarafından kasıtlı olarak gönderilen hediyeden sonra evden çekip gitmeye niyetlenen kızı tehdit eder; bu kapıdan çıkıp gidersen seni öldürürüm. Kız arabasına binip hareket ettiğinde lastiklere kurşun sıkarak kızı durdurur. İşte şimdi sözlendik diyerek yüzüğü kızın parmağına takar. İşte maalesef yaşarken de seyrederken de sahnedeki şiddeti algılamayıp sahte romantizme tav olanlar yüzünden kadına şiddet haberleriyle uyanıyoruz her sabah.

Dizide bilinçli ya da bilinçsiz birçok “Güncel Anadamar İletişim Kuramları” yer almakta. En başta “Ekme/Yetiştirme Kuramı” olduğundan bahsetmiştik. Verilen mesajlarla kamuoyu oluşturma üzerinden “Gündem Belirleme Kuramı”nın da işletildiğini görmek mümkün. Bununla beraber EDHO dizisinin “Teknolojik Belirlenimcilik ve Medya Kuramı”nı da McLuhan’ın “Araç mesajdır” savı üzerinden oluşturduğunu görmek mümkün. Şöyle ki; McLuhan, iletişim ve kitle iletişim araçlarını sıcak ve soğuk araçlar olarak ikiye ayırmaktadır. Araç, kişinin tek bir duyusuna hitap ediyorsa sıcak araçtır. Soğuk araçlar ise birden fazla duyuya hitap edip, mesajı alan insanın katılımının yüksek olduğu araçlardır. Dizide genel geçer toplumsal kültürler yok sayılarak tam da soğuk araçlarla mesaj izleyiciye ulaştırılmaya çalışılarak ekme yetiştirme kuramı üzerinden kamuoyu oluşturulmaya çalışılmaktadır. Son yayınlanan bölümünde “Kamuoyu Oluşturma” ve “Gündem Belirleme” o kadar bariz bir şekilde ortaya döküldü ki, bu kadarına pes dedirtecek düzeydeydi: Meryem hapse düşer ve koğuşta kendisini gerçekten de hapiste olan Deniz Seki karşılar. Karşılıklı diyaloglarda sürekli, infaz kanununda değişiklik yapılarak ceza indirimi yapılması gerektiği vurgusu yapılarak kamuoyu oluşturulmaya ve böylelikle gündem belirlemeye çalışıldığı görülmüştür. Nitekim ertesi gün medyada Deniz Seki’nin daha ne kadar hapis yatacağı ve mahkûmlara ceza indirimi yapılması gündeme geldi.

Okunma 10962 defa Son Düzenlenme Cuma, 17 Haziran 2022 09:46
Hüseyin Caner AKKURT

Araştırmacı-Yazar

Yorum eklemek için giriş yapın