
“Soğuk Savaş döneminde Doğu- Batı mücadelesinin bir alanı haline gelen Afrika, Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu uluslararası sistem döneminde de küreselleşen dünyanın yeni güçlerinin rekabet içine girdikleri bir kıta olmuş ve ABD, Çin, İngiltere, Hindistan ve Rusya gibi potansiyel rakiplerin etkinlik kazanmaya çalıştığı, tek kutuplu dünyanın devamlılığını sağlamak için büyük öneme kavuşmuştur…”(aşağıdaki yazıdan alıntı)
“YAN BOKO” (Batı’nın Çocukları)
14 Nisan 2014’te silahlı bir grup tarafından Nijerya’nın Bornu eyaletinde 274 kız öğrenci, gece vakti kamyonlara bindirilerek kaçırılmasının ardından eylemi “Boko Haram” örgütü üstlendi. Geçtiğimiz günlerde dünyayı ayağa kaldıran, kızları pazarda köle olarak satacakları açıklaması geldi. Boko Haram Terör Örgütü ile ilgili ayrıntılardan önce tarihsel sürecin nasıl geliştiğini anlamakta fayda var.
Nijerya’da siyasal İslamcılığın kökenleri 19. yüzyıla kadar uzanır. Bu dönemde Afrika’da, özellikle Çad Gölü çevresinde öbekleşen tarihi sultanlıklar bulunmaktaydı. Darfur, Vaday, Bagirmi, Kanim, Bornu, Kano, Sokoto ve Hevsa sultanlıkları teokratik yapıya sahip hanedan devletleriydi. Bilge bir kişilik olan Osman bin Fûdî, (1754-1817) bid‘atların geniş ölçüde yayıldığı bir toplumda başlattığı Kur’an ve Sünnete dönüş hareketiyle Müslümanlara dinlerini doğru bir şekilde öğretmenin yanı sıra kırsal kesimde yaşayan putperest Fulaniler ve Hausa kabileleri arasında İslâmiyet’in hızla yayılmasını sağlamış, Batı Afrika tarihinin 19. yüzyılın başında yeniden şekillenmesinde büyük etkisi olan ve yaklaşık bir asır bölgenin en güçlü devletlerinden biri olarak kalan Sokoto halifeliğini 1812’de kurmayı başarmıştır. Islahatçı bir âlim, başarılı bir devlet adamı ve aynı zamanda ünlü bir mutasavvıf olan Osman bin Fûdî hocası Cibrîl b. Ömer’den Halvetiyye, Kadiriyye ve Şâzeliyye tarikatları icâzetini almış, bilhassa Kadirîliğin bölgede yayılmasında etkili olmuştur. Nijerya ve çevresinde Fülani Islahat hareketini başlattı. Başlangıçta siyasi hiçbir amacı olmayan ve sünnî-sufi bir anlayışa sahip olan Osman bin Fûdî ve cemaati, devletin halka zulmetmesi ve yoğun baskılarından dolayı halka sahip çıkma adına siyasi bir kisveye bürünmek zorunda kalmıştı. Hareket 1802- 1903 yılları arasında bölgede etkin bir siyasi yapıydı. Boko Haram örgütünün doğduğu topraklarda hüküm sürmesine rağmen hiçbir şekilde bu örgütle örtüşen fikir ve eylemleri olmamıştır. Şunu rahatlıkla diyebiliriz ki, Boko Haram’ın tam tersi eğitime önem vermiş, Osman bin Fûdî, kızların eğitiminin mutlak bir gereklilik olduğunu savunmuş, kadınların sosyal hayatta aktif rol almalarını istemiştir. Kadınların eğitim alabileceklerine dair fetvalar vermiş, hatta eğer kadın eğitim hakkı engellendiği için boşanmak isterse hakimin kadına nafaka verilmesi yönünde karar alması gerektiğini belirtmişti. Halkın sempati ve desteğini kazanan Osman bin Fûdî’nin başlatmış olduğu Fülani Islahat hareketi Nijeryalı Müslümanların tarihi hafızasında önemli bir yere sahip olmuştur.
15. yüzyılda Avrupa sömürgeciliğiyle tanışan Nijerya’da, 350 yıl süren köle ticareti döneminde 20 milyon Nijeryalı köle satılmıştır. 1861’de bölge İngiliz kolonisi haline geldi. Uzun süren İngiliz sömürge yönetiminden sonra ülke 1 Ekim 1960’da bağımsızlığını kazandı. Ancak bu tarihten sonra da iç karışıklıklar ve darbeler sebebiyle etnik, dini ve ekonomik gruplar arasındaki çizgiler giderek kalınlaşmaya başladı. Ne tesadüftür ki aynı tarihlerde Nijerya’da Batılı şirketler petrol arama çalışmalarına başladı ve petrolü buldular.
Nijerya’da bu günkü örgütsel yapıya yakın; “Cemaatül İzala Bid’a ve İkametüs Sünne” (Sünnetin Yeniden İnşası ve Bidatlerle Mücadele Cemaati) adıyla 1978’de Şeyh Ebubekir Gumi’nin liderliğini yaptığı sûfilik karşıtı selefi bir hareketin çıktığını görüyoruz. Günümüz İslami hareketlerin referans noktası Maitatsine hareketi ise 1980’lerin başında ortaya çıkmış olup, Nijerya’nın yakın siyasi tarihinde önemli bir konuma sahiptir. “Maitatsine” Hausa dilinde; baş kaldıran, karşı çıkan, küfreden anlamlarına gelmektedir. Nitekim hareketin lideri Muhammed Merve, hükümet ve Batı karşıtı konuşmaları ve tavırlarıyla çevresine çok sayıda taraftar toplamayı başarmıştır. 1980 yılında ölen Merve’nin peygamberliğini ilan ettiği iddia edilse de ülkede son derece etkili bir din alimi ve vaiz olarak bilinmektedir.
Boko Haram hareketinin ortaya çıkması ise, 2002 yılında ülkenin kuzeydoğusunda yer alan Maiduguri şehrindeki Muhammed N’dimi Camiinde bir grup gencin bir araya gelerek İslam için mücadele etmek ve İslami temellere dayalı bir devlet kurmak için kuzey şehirlere ve Nijer sınırına göç ederek çalışma başlatmasıyla belirginleşti. Örgüt her ne kadar Hausa dilinde; Batı’ya dair her şeyin yasaklanması anlamına gelen “Boko Haram” ismiyle anılsa da, resmi adı; “Jamatu Ahlis Sunna Lidda’wati Wal- Jihad” tır. (Ehl-i Sünnet Tebliğ ve Cihat Cemaati) bu örgütün liderliğini ilk dönemde Muhammed Ali yapmıştır. Muhammed Ali ve arkadaşları 2003 yılının son aylarında “balıkçılık” hakları nedeniyle Kanama köyünde Hausalar ve Fulaniler arasında ortaya çıkan bir sorunu fırsat bilip ayaklanma çıkarmaya çalıştıysa da, bu girişim Nijerya güvenlik güçleri tarafından sert bir şekilde bastırılmış, N‘dimi Camii yıkılmış ve olaylar sırasında Muhammed Ali ve yetmiş iki arkadaşı öldürülmüştür. Örgüt mensupları bunu fırsata dönüştürmüş ve propagandayla daha fazla mensup kazanmışlardır. İlerleyen zamanda Muhammed Yusuf önderliğinde, Maiduguri ‘de bu kez İbn-i Teymiyye adında cami inşa ederek tekrar cami merkezli yoğun propaganda faaliyetlerine başladılar ve 2006 yılında, Bornu Eyaletinin başkenti Maiduguri’de örgüt Boko Haram adını aldı. Batı karşıtı siyasi tutumlarıyla ve ülkenin içinde bulunduğu durumun altında yatan sebeplerin Batı ve Batı değerleri olduğu propagandası ve eylemleriyle seslerini duyurmaya başladılar. 2009’ da Yusuf’un öldürülmesinin ardından yerine şimdiki lider Ebubekir Şekau geçmiştir. Analistlere göre Şekau, Muhammed Yusuf’tan çok daha tehlikelidir. Araştırmacı Martin Awi’ye göre; Yusuf’un daha geniş bir vizyonu vardı. İslami çalışmaları Nijerya’nın kuzeyinde birleştirici bir vazife görüyordu. Saklanmıyordu ve herkes onu tanıyordu. Hiçbir zaman El- Kaide tarzı eylemlere kalkışmadı. Ancak Şekau ile birlikte tam bir silahlı terörist örgüte dönüşen cemaatin eylemleri arttı ve biçim değiştirdi.
Boko Haram’ın ölümcül eylemlerine rağmen, Amerikan üst düzey yetkilileri ilginç bir şekilde, örgüt hakkında fazla bilgi sahibi olmadan onları terörizm izleme listesine almayacaklarını sıklıkla dile getirdiler. Ayrıca, Afrika silah ticaretinin merkezi olarak bilinen Nijerya, BM’nin silah ambargosu koyduğu ülkeler listesinde yok. 1995’te AB, ülkeye silah ambargosu koydu fakat 1999’da kaldırıldığını da belirtmekte fayda var. ABD ancak 13 Kasım 2013’te Boko Haram örgütünü terörist örgütler listesine almıştır. Afrika sorunları uzmanı William Minter, Boko Haram’ın terör örgütü olarak tanımlanmasının aslında örgütün istediği bir şey olduğunu, böylelikle halk desteğinin daha fazla artacağını iddia etmektedir. Ülkedeki Hıristiyanların ABD ve Batılılardan yardım alması üzerine örgüt Arap dünyasından başta ekonomik destek olmak üzere, yardım almaya çalışmaktadır. Ülkenin dengesiz gelir dağılımıyla alakalı olarak, 2009 Ağustosunda ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Nijerya temasları sırasında yaptığı açıklamada; Nijerya’da süren çatışmaların, zenginlik ve yoksulluk arasındaki derin uçurumdan kaynaklandığını ve yönetimdeki şeffaflık eksikliğinin ve yolsuzlukların hükümetin meşruiyetini aşındırdığını; devlet, eyalet ve yerel düzeyde devam eden bu durumun yönetişim başarısızlığı olduğunu vurgulamıştır. Bu anlamda, yoksulluk ve çatışma arasında güçlü bir ilişki olduğu muhakkaktır. Ancak Batı’nın güvenlik ve enerji politikalarını biçimlendirmesinde bu iki unsur üzerinden nüfuz alanını genişletme ve daha efektif kâr elde edebileceği bir alan oluşturma çabaları da gözden kaçırılmamalıdır.
Soğuk Savaş döneminde Doğu- Batı mücadelesinin bir alanı haline gelen Afrika, Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu uluslararası sistem döneminde de küreselleşen dünyanın yeni güçlerinin rekabet içine girdikleri bir kıta olmuş ve ABD, Çin, İngiltere, Hindistan ve Rusya gibi potansiyel rakiplerin etkinlik kazanmaya çalıştığı, tek kutuplu dünyanın devamlılığını sağlamak için büyük öneme kavuşmuştur. Bugün 54 ülkenin bulunduğu, 2 bin mahalli dilin konuşulduğu, 1 milyara yakın insanın yaşadığı, 30 milyon kilometrekarelik yüz ölçümüyle AB’den 7, ABD’den 3 kat büyük olan sorunlarla dolu bu kıta ile uluslararası toplum, 21. yüzyılda başta ekonomik olmak üzere, her sahada ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. 2002 yılında itibaren Afrika’nın Türk dış politikasının ilgi alanına girmesini “Afrika’da ne işimiz var” diye eleştirenler bugün için “Boko Haram” üzerinden sürdürülen bu küresel atraksiyonlar ve küresel rakiplerin Afrika’yı kendi hinterlandına alma çabaları karşısında eminim bu sözlerinden dolayı oldukça mahcup ve pişmandırlar. Geçmişten bugüne Afrika’nın büyük sömürgeci güçleri olan İngiltere, Fransa ve Portekiz, yeni dönemde farklı ülkelerin ortaya çıkardıkları yeni rekabet ortamıyla karşı karşıya kalmışlardır. Özellikle Çin’in, Afrika’nın başta petrol ve doğalgaz olmak üzere doğal kaynaklarına gösterdiği ilgi ve Afrika ülkelerine yaptığı yardımlar, gerçekleştirdiği alt yapı projeleri ve bu ülkelere, siyasal rejimlerine bakmaksızın verdiği krediler, başta Amerika olmak üzere diğer Batılı ülkelerin Afrika rejimlerine yönelik politikalarını etkilemekte, Batı’nın bu rejimlere karşı uygulamak istediği baskıcı politikalarını etkisiz hale getirmekte, ABD ve eski sömürgeci ülkeleri Afrika’ya yönelik yeni politikalar üretmeye sevk etmektedir.
Bütün bunların konuşulduğu bir dönemde 170 milyon nüfusa sahip Nijerya, bölgede kilit ülke olarak önemi daha da artmış durumdadır. Kıtada Libya’dan sonra 37.2 milyar varil kanıtlanmış petrol rezervine sahip ikinci ülke. Afrika’da kanıtlanmış en büyük doğalgaz rezervlerine sahip ve dünyada doğalgaz rezervi sıralamasında 2005 verilerine göre altıncı sırada yer alıyor. Petrol ve doğalgaz kaynakları, dünyadaki her petrol bölgesinde olduğu gibi, maalesef “Yedi Kız Kardeşler” olarak bilinen uluslararası küresel petrol şirketleri tarafından işletiliyor. Bu faaliyetler Shell, Exxon Mobil, Chevron, Total ve Eni gibi şirketlerin kurduğu Nigeria Agip Oil Company, İndo- Oil and Gas Nigeria Ltd. gibi yerel şirket ve ortaklıklar üzerinden yürütülüyor. Ancak bütün bu petrol ve doğalgaz zenginliklerine ve ihracatın yüzde 95’i petrol ve petrol ürünleri olmasına rağmen nüfusun yarıdan fazlası, modern kölelik diyebileceğimiz şartlarda günlük iki dolara çalışıyor. Tabii bu da bu zenginliklerden pay arayan yerel grupların bölgede çatışma alanı oluşturması anlamına geliyor. Nijerya, petrolünün yüzde 29’unu Avrupa ülkelerine, yüzde 18’ini ise ABD’ye satıyor. Ülkenin doğalgaz satışlarında yüzde 31’lik pay Avrupa ülkelerine giderken Japonya yüzde 24 ile ikinci sırada yer alıyor.
Tüm bu veriler ortadayken Batı’nın Afrika’ya, özelde Nijerya’ya yönelmesi boşa değil. Ülkede oluşacak kaos ve çatışma sonrasını kontrol altına almanın en kestirme yolu, Irak ve Afganistan’da yapıldığı gibi insan hakları ve terörizm üzerinden dünyanın dikkatini bölge üzerine çekerek Nijerya’ya askeri müdahaleyi meşrulaştırmak anlamına gelmektedir. Nitekim Nijerya Devlet Başkanı Goodluck Jonathan’a, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından iletilen öneride; ABD’nin kaçırılan kızların kurtarılması ve ülkenin bazı bölgelerinde Boko Haram terörünün hüküm sürmesine son verilmesi konusunda bütünüyle kararlı olduğu teminatının verildiği, bu müdahalenin ayak sesleri olarak okunabilir. Anadolu Ajansı muhabirine açıklamada bulunan tanınmış insan hakları savunucusu Abiodun Aremu, durumu “emperyalizmin arka kapıya dayanması” olarak niteleyerek, “rüyaları gerçek olacak, bu ayaklanma(Boko Haram) onların bebeği. Arkalarında ABD var; kuzeydoğuda olan bitenin hepsi, kesinlikle Amerikan hükümeti tarafından desteklenen bir istikrarsızlaştırma projesidir” yorumunda bulunarak, Amerikan askerlerinin Nijerya’ya girmesine izin verilmesinin ülkenin “pusudaki emperyalistlere peşinen satılması” anlamına geleceğini söyledi. Bu açıdan bakıldığında zaten dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir silahlı terör örgününün CIA ile bir şekilde temas etmemiş olması düşünüle bilinir mi? Bunun yanında İsrail, “kambersiz düğün olmaz” kabilinden Nijerya’ya uzman bir ekip göndereceğini açıklaması da dikkatlerden kaçmamalıdır.
Nijerya Washington’un en büyük Afrika pazarı ve ABD petrolünün beşinci büyük sağlayıcısı olduğu düşünüldüğünde, ABD’nin böyle hayati bir stratejik çıkarı güvenceye almak için her şeyi yapabileceği aşikârdır. Mayıs 2005’te ABD Ulusal İstihbarat Konseyi, “Sahraaltı Afrika’nın Geleceğinin Haritasını Çıkarmak” başlıklı hazırlattığı raporda Nijerya’nın 2030’dek “failed state” (başarısız devlet) olacağı, 2015’te ülkenin bütünüyle çökeceği tahmininde bulunularak, şartların daha da sertleşeceğini belirtmişlerdir. -Ya da buna yönelik senaryolar ve projeler geliştirerek şartların sertleşmesini ve olgunlaşmasını kendileri manipüle ediyor olabilirler- Bu açıdan yerinde ve zamanında müdahale için zemin ve şartların uygun hale getirilmesi işi için, Boko Haram’ın “biçilmiş kaftan” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zaten son dönemde tasvip edilmeyen söylem ve eylemleriyle örgütün mezhepsel olarak toplumdan ayrışmış olması ve ekonomik araçlara dini araçlardan daha fazla önem vererek seküler bir forma bürünmesi önemli bir gösterge olarak önümüzde durmaktadır. Bu açıdan işlevselliği noktasında örgüte Boko Haram yerine Hausa dilinde “Batının Çocukları” anlamına gelen “Yan Boko” demek daha yerinde olacaktır.
Sonuç olarak uluslararası ilişkilerde meydana gelen küresel ve bölgesel önemli gelişmeler, Nijerya’nın geleceğiyle ilgili gerekli reformları yapmasını ve sosyoekonomik kalkınmasıyla ilgili olarak uygun plan ve projeksiyonları kendi iradesiyle uygulamaya koymasını icap ettirmektedir. Güney Afrika eski Cumhurbaşkanı Thabo Mbeki’nin söylediği gibi, “Afrika’nın yeniden doğuşunun hedeflerinin ve programlarının Afrikalılar tarafından tespit edilmesi ile, bunların başarı ve başarısızlıklarından yine Afrikalıların sorumlu olmaları halinde Afrika Rönesans’ı mümkün olabilecektir.”
Nijerya’nın bugün dünya ekonomik ve siyasal konjonktüründeki yerini sağlamlaştırmak için; ülkenin uluslararası toplumdaki konumunun etkinleştirilmesini sağlayacak siyasetleri mutlaka acilen geliştirmesi gerekmektedir.

