Türkiye (s, 189)
Kötümser, her fırsatta zorluk görür.
İyimser, her zorlukta fırsat görür.
Winston Churchill
Türkiye'nin 21. yüzyılda bölgesindeki rolünü ve Ruslarla mücadelede olası rolünü anlamak için eski ve yeni tarihini biraz açmak ve özel coğrafi yapısını kısaca incelemek gerekir. Asya'yla Avrupa'nın birleştiği yerdeki stratejik konumu dolayısıyla Türk kültürü, Batı kültürüyle Doğu kültürünün bir karışımıdır. Modern Türkiye'nin büyük bölümünü oluşturan Anadolu, Taş Devri'nden beri hep uygarlıklar barındırmış en eski bölgelerden biridir. Türkiye, iki kıtada yer alır ve Avrupa'yla Asya arasında köprü görevi görür. İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı, Anadolu'yu Trakya'dan ayırır. Avrupa'da bulunan kısmı 2010 yılındaki alanının sadece %3'ünü oluşturur. 20. yüzyılın başında Türkiye, demokratik, laik ve hukuki bir cumhuriyettir. İmparatorluk olmaktan çıkmasına rağmen 20. yüzyılın tarihinde önemli roller oynamaya devam etti. Örneğin Birleşmiş Milletler ve İslam Konferansı Örgütü'nün kurucu üyelerindendi. 1952 yılında NATO'ya girdi ve 2005 yılından beri de Avrupa Birliği'yle üyelik için karmaşık görüşmelerde bulunuyor.
İdeal Aday
Coğrafi ve kültürel şartları ABD açısından Türkiye'yi, Rusya'ya karşı olası bir mücadelede ideal ana ortak haline getiriyor. ABD'nin, Türkiye'yi kuvvetlerini kuzeye, Balkanlar'a doğru hareket ettirmeye ikna etmek için çok uğraşması gerekmeyecek. ABD, İslam ülkelerine, kendilerine değil sadece içlerindeki radikal unsurlara karşı olduğunu göstermek istiyor.Bu nedenle Türkiye'ye destek verecek, Balkanlar'in Müslüman alanlarında etkisini göstermesi için teşvik edecek ve Müslüman ülkelerin buna dikkat etmesini sağlayacak.ABD, Karadeniz'de Ruslara karşı meydan okuyabilmesi için Türkiye'ye donanmasını ve hava kuvvetlerini geliştirmekte yardımcı edecek,uzay çalışmalarına da destek çıkacak.ABD, Türkiye'nin güneyindeki ülkelerde, yani Ortadoğu'daki Müslüman ülkelerde de etkili olması için her şeyi yapacak. Bu etki başta siyasi, kültürel ve ekonomik, daha sonra da askeri olacak. ABD İran'a dizgin vuracak ve tipik Ortadoğu karmaşasını idare edecek bir güce son derece ihtiyaç duyuyor. Tabii ki Arap dünyası Türkiye'nin yeniden yükselmesine iyi gözle bakmayacak ve özellikle de Müslüman ve Arap dünyasının iç işlerine karışmasına itiraz edecek. Osmanlı İmparatorluğu'nun kendilerine karşı tavrı Arapların aklından hâlâ çıkmadı. Ancak sonunda bölgedeki gücün İran veya İsrail yerine Türkiye'de olmasını tercih edecekler. Nükleer silahlara sahip olması muhtemel bir İran, İsrail ve Türkiye arasında seçimlerini tabii ki Türkiye'den yana yapacaklar. Arap Yarımadası yüzyılın ikinci on yılında sosyal ve siyasi gerilemesine devam ederken, Ortadoğu'daki bazı devletler güvenlikleri ve ekonomik gelişmeleri için Türkiye'ye bağlı olacaklar. Çoğu kişi 2011 Şubat'ında Mısır ve diğer Arap ülkelerinde görülen popüler çalkantıları şaşkınlıkla karşıladı. Bazıları bu olayları Arap ülkelerinde demokrasinin başlangıcı olarak değerlendirirken, diğerleri bu ülkelerin son yüzyılda yaşadığı devrimlerden biri olarak gördü. Her halükârda Arap ülkelerinin çoğu ekonomik, sosyal, hukuki ve dini bakımdan zayıftır. Bölgesel rejimlerin çoğunun derin çalkantılar yaşaması an meselesidir (BM'nin başarısız devletler indeksinin senelerce gösterdiği gibi).
Türkiye'nin eski Arap diktatörler devrildikten sonra kurulacak rejimlere yardım etmesi, özellikle de radikal dini grupların başa gelmesinin önlenmesine veya yeni rejimlerin beklentileri karşılamasına yardımcı olması istenirse, hiç şaşırmam. Bu rejimlerden ilki Mısır olabilir. Mısır'daki rahatsızlık uzun zamandır büyümeye devam ediyor. Türkiye'nin Mübarek'in yerine geçen hükümete yardım etmesi ve bu hükümetin bazı görevlerini, açık olarak veya perde arkasından üstlenerek bölgeye istikrar getirmesi olasılık dışı değildir. Türkiye bu role kendini hazırlamaya başladı bile. Çoğu kişinin haberi olmadan, İslam'ın yüzünü değiştirebilecek bir proje başlattı. Resmi kaynaklarca doğrulanmayan İngiliz raporlarına göre1 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümeti 2008 yılında, Kuran'a yeni bir yorum getirecek temel bir reform sürecini başlattı. Türk Diyanet İşleri idaresinde, Ankara Universitesi'nden bir grup İslami reformist düşünür, İslam hukukunu 21. yüzyıla uyarlamak amacıyla bir araya geldiler.Bu düşünürler, Kuran'ın kurallarını Batı felsefesiyle kesişecek biçimde yenilemeyi amaçlıyor. Değiştirmek istedikleri konular arasında kadınların İslam hukukundaki konumu, birçok suçun acımasız cezaları, ölüm cezası ve sadece erkeklerin imam olarak yetiştirilmesi gibi konular var. Amaç İslam'ı yeniden olumlu bir güç olarak tanımlayıp modern Müslümanlara uygun ve makul yanıtlar verebilmesini, gelişmiş dünyaya yakınlaşmasını sağlamak.
ABD, bu gelişmeyi bölgenin, kendi asıl amacına ikincil olan sorunlarının çoğuna uygun bir yanıt gibi görecek ve Türkiye'yi bölgesel güç olarak desteklemeye devam edecek. Bunun birkaç sebebi var:
İlki, Türkiye'nin istikrarsız Ortadoğu'da dengeleyici bir güç olabilmesi. İkincisi, Basra Körfezi'nden sağlanan gaz ve petrol gibi yakıtların büyük bir bölümünü getirebilmesi. Üçüncüsü İran'ın durdurulmasında önemli bir rol oynayabilmesi. Son olarak da Rusya'nın uygun coğrafi yanıtı bulamayacağı stratejik bir sürpriz oluşturabilmesi.
21. yüzyılın ilk onyıhnm sonunda ABD, Irak Savaşı bittiğinde bölgede atacağı adımları planlıyor. Bölgeyi kendi etkisi altında ve istikrarlı tutabilmek, Rusya'nın yayılımcı niyetlerini durdurabilmek için Ortadoğu'da İsrail dışında dengeleyici bir güç daha bulmalı. Türkiye, 90 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu parçalandığından beri dünya siyasetinde büyük bir rol oynamadı, ancak şimdi böyle bir rolü üstlenmeye hazır ve istekli. Türkiye'nin saldırı kapasitesine bakmadan önce, sağlayabileceği dengenin özelliklerini inceleyelim. ABD, Irak'ta büyük ihtimalle uzun süre askeri üsler bırakacak. Bunun nedenlerini burada daha fazla açmayacağım ancak bu durumun dünyada olanları kontrol altında tutmak istemesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu nedenle Ortadoğu'nun bu bölgesine göz kulak olmak zorunda. Ancak bunlar bölgeyi İran'ın etkisinden korumaya yeterli değil. İran'a karşı denge oluşturmak için gereksinim duyduğu gücün Müslüman dünyasının içinden gelmesi gerekiyor ve bu güç sadece askeri değil kültürel ve politik açıdan da etkili olmalı.Bu kriterler Türkiye'yi ideal bir aday yapıyor. Etkisini yayabileceği bölgelere komşu ve aynı zamanda Müslüman bir ülke.
Ekonomik Dengeleyici
Dünya Bankası, Türkiye'nin ekonomik açıdan ortalama seviyesinde, daha doğrusu küresel ekonomik ortancasının üst kısmında bulunduğunu kabul ediyor. 2001 yılında ekonomisini vuran derin krizçlen çıktı ve OECD üyesi. Nüfusu 73 milyon. Nüfusunun %25'inden fazlası 14 yaş altı çocuklardan oluşuyor. 65 yaşın üzerindekilerin oranıysa sadece %7. Nüfusunun %73'ünden fazlası şehirlerde yaşıyor. Yerel üretimin sadece %11'i tarımdan, %30'u sanayiden ve %60'ı da hizmetlerden geliyor. Türkiye, dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olarak görülüyor (2007 yılında 18. sıradaydı) ve gayrisafı milli hasılası 400 milyar dolar. 2005 yılında en üst 20 ekonominin göstergesi olan kişi başına 5000 dolar yerel üretim alt sınırını aştı. Aşırı yoksulluk oranı sadece %1, ancak genel yoksulluk nüfusunun %20'sini etkiliyor. Türkiye, büyüyen bir ekonomi olarak kabul ediliyor ve 21. yüzyılın ilk onyılının sonlarına doğru gayrisafî yurtiçi hasılası yılda ortalama %5-8 büyüdü. Gayrisafî yurtiçi hasıla oranında sıralaması Belçika'dan sonra, ancak İsveç'ten önce geliyor. Diğer tüm Müslüman ülkeler arasında en büyük ekonomiye sahip. Ekonomisi Suudi Arabistan'ınkinden bile büyük. Üstelik bunu AB'ye kabul edilmeden başardı, belki de AB'ye girememesi sayesinde. Kişi başına hasılası diğer gelişmiş piyasalardan daha düşük, ancak ekonomik gücünü uluslararası standartlarda dördüncü seviyede olduğu kabul edilen milli hasılasından alıyor. Türkiye, Çin değil. Ancak Müslüman dünyasındaki en büyük ekonomi; hatta Akdeniz'in doğusunda, Güneydoğu Avrupa'da, Ortadoğu'da, Kafkaslar'da ve Hindikuş bölgesindeki en büyük ekonomi. Böylece kendini yeniden bölgedeki geleneksel ekonomik süper güç olarak kanıtlayabilecek ve bölgesindeki süreçleri dengeleyebilecektir. Büyüme süreci hâlâ hassas durumda ve bu eğilimler hâlâ altüst olabilir, ancak yine de Türkiye, bölgesinde dinamik bir ekonomi haline geldi. Bu açıdan, ekonomisini geliştirecek her ABD yardımı, ABD'yi sevmese de her Türk lideri tarafından kabul edilecektir. ABD de, Rusya'yla yeniden ortaya çıkan mücadelesinde müttefiki olması şartıyla Türkiye'ye bu yardımı vermeyi gerekli görecektir.
ABD'nin Türkiye'nin peşinden koşmasının ana jeopolitik nedenlerinden biri de, Rusya'yla bir mücadele durumunda Avrupalıların sürekli enerji ikmalinin durmasından korkup ABD'yi engellemesini önlemek. Türkiye'nin coğrafi konumu, Orta Asya'daki kaynaklardan gelen petrol ve gaz hatlarının anayolu olmasına olanak veriyor. Rusya, Ukrayna ve Polonya'yı yeniden işgal etme planına ABD ve Avrupa'dan gelecek itirazlara karşı kurduğu stratejide gaz hatlarını kullanmayı düşündüğünden, Türkiye bu stratejiyi bozacak bir unsur olabilir. Bu sadece teorik bir adım değil. Nasıl gerçekleştiğini görmek mümkün. Türkiye Orta Asya'daki kuzenleri Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan'ın aralarındaki anlaşmazlıkları .işmalarını ve kendi topraklarından geçerek Avrupa'ya gidecek enerji boru hattının inşası için imza atmalarını sağlamaya çalışıyor. Bu hattın adı Transhazar Boru Hattı ve Rusya'yla İran'ı devredışı bırakıyor. Bu projenin kimin tarafından yönlendirildiğini tahmin edebilirsiniz. Elbette ABD.
Güvenlik Dengeleyici
Türkiye'nin, içinde bulunduğu bölgeye güvenlik açısından da çok katkısı var. Birçok kişi ABD'nin müdahalesi olmazsa, Basra Körfezi bölgesinde egemen gücün İran olacağına inanıyor. İran, zamanla tüm Arap Yarımadası'nda da egemenlik kazanacak. Bu durumda sadece bölgesel değil küresel güç dengesinin de değişeceği açık. Türkiye Birinci Dünya Savaşı'ndan beri oynadığı, kendini koruyan, dünyadan kopuk ve ileride kendisine pahalıya mal olabilecek ittifaklardan kaçınan, ittifak kurduğunda bile dikkatlice seçilmiş kelimelerle bunları kısıtlayan eski süper güç oyununu devam ettirirse, bunun gerçekleşmesi olasılığı özellikle artar. Türkiye'nin tarihine göz atılırsa jeopolitik konularda geleneksel konumu bu değildi. İmparatorlukken birçok bölgeye uzun süreli güvenlik istikrarı getirdi. Osmanlı İmparatorluğu çökmeden önce yüzyıllar boyunca Kuzey Afrika, Güneydoğu Avrupa ve Ortadoğu'da egemen Müslüman güçtü. Akdeniz ve Karadeniz'e egemen olması, Doğu Yarımküre'nin büyük bölümünde ana ticaret yolu olmasını sağlıyordu. Bu ticaret üç kıtayı kucaklıyor, beraberinde güvenlik ve refah getiriyordu. Bu nedenle bölge meselelerinden elini çekmesi Türkiye'nin doğal davranışı değil. Coğrafî öneminin farkında ve doğal görevine geri dönmek istiyor. Soğuk Savaş sırasında ABD'yle Rusya arasında, kendi sınırları içinde esirdi. Bu dönemde yayılma düşünülemezdi ve intihar gibi görülürdü. Soğuk Savaş bittiğinden beri eski güvenlik rollerinden birçoğuna geri dönme olasılığı var. Bunların arasında İran, Ukrayna, Irak, Orta Asya ülkeleri, Kafkas ülkeleri ve birkaç Balkan ülkesinin stabilizasyonu bulunuyor. Bu seçeneklerin her biri yeni bir olasılıklar penceresi açar ve ABD'nin desteği neredeyse kesindir. Özellikle de ABD, Rusya'nın etrafındaki bölgelerin güvenlik durumlarının dengelenmesine ihtiyaç duyduğu için. Bu sayede ABD Rusya'ya odaklanabilir. Türkiye'nin yakınındaki bölgelerde üstlendiği güvenlik rollerini inceleyelim.
Iran
İran'ın nüfusunun dörtte biri, Tebriz bölgesindeki Azeri azınlık, Türk kökenlidir. Bu nedenle Türkiye'nin bu bölgeyi etkisi altına almayı istemesi gayet olası. Türkiye İran'da beşinci bir kol yaratmak isterse, bu bir seçenek. Böyle bir hareket İran'ın içeriden zayıflamasına neden olur ve gücünü sınırdı-şında kullanmasını engeller. Bunu gerçekleştirmek basit değil. 2009 yılında seçimlerden sonra yaşanan isyanların ve 2011 yılındaki başkaldırıların bastırılması sırasında görüldüğü gibi İran'ın güvenlik kuvvetleri muazzam boyutlarda ve zalim. Türkiye'nin Azeri azınlığı etkileme çalışmaları karşısında İran haklı olarak iç işlerine karışıldığını düşünecektir. Türkiye, İran'la savaşa girmek değil sadece geniş bir siyasi etki alanı yaratmak ve bu yolla bölgede güvenlik istikrarını artırmak istiyor. Bu nedenle başta İran'ı ortak ekonomik çıkarlarla çekmeye çalışacak ve ilişkisini garanti altına almak için bir gaz borusu inşa etmek isteyecek. Türkiye çeşitli enerji kaynaklarını kullanmak zorunda, zamanı gelip tedarikçilerinden birine karşı hareket ettiğinde diğerlerine güvenebilmesi şart. Böylece Türkiye, İran'a yardım ederek sivil olmayan nükleer niyetlerinden vazgeçmesi şartıyla uluslararası topluma katılmasını sağlayabilir.
Kafkaslar
Bence Türkiye Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra ortaya çıkan olasılıklar penceresini kullanmak istiyorsa Kafkas bölgesine girmeli. Bunun asıl sebebi, sınırında olması. Sorun, bu bölgenin imparatorluklar için hep zorlu bir alan oluşturması. Kafkas Dağları'nı geçmek zor ve bölgedeki değişik etnik gruplar tüm dış güçlere karşı büyük bir düşmanlık besliyor. İran ve Rusya bu bölgede Türkiye'nin başına büyük dertler açabilir, bu nedenle Kafkaslar'da dikkatli olmalı. Hareketleri, bu dağlarda etkin güçleri dengeleme amaçlı, saldırıdan çok savunma amaçlı olacaktır.
Ukrayna
Ukrayna'ya giriş ABD ve Türkiye'ye büyük yararlar getirebilir. Türkiye'nin zayıflıklarını ortaya çıkarmadan Rusya'yı sırtından bıçaklamanın iyi bir yolu bu. Türkiye Ukrayna'ya girerse Rusya'nın yapabileceği çok bir şey yok. Bu vektörün birçok yararı olacaktır. Bu adım, Türkiye'nin günümüzde finanse edebileceğinden çok daha büyük ve kuvvetli bir donanma gerektirir ancak Rusya'nın gücünün Karadeniz bölgesinden dışarı atılması için stratejik bir kaldıraç yaratır. Türkiye'nin Ukrayna'yla karayolu ilişkisinin olmaması mantıken bu seçeneği kullanmayacağını düşündürebilir. Ancak bu noktada denklemin içine ABD giriyor. ABD, Türkiye'nin kuvvetli bir donanma kurmasına ve silahlanmasına destek olacağına ve onu uzay teknolojilerini kullanarak kuvvetlendireceğine söz verirse, Türkiye Rusya'yı dizginleyecek ilk güç olmaya ikna edilebilir. Bundan daha büyük bir istikrar da olamaz. Bu, savaş çığırtkanlığının gerçekte güçleri nasıl dengelediğini gösteren klasik bir örnektir.
Balkan Ülkeleri
Türkiye'nin imparatorluk geçmişi, elinde Balkanlar'da yeniden etkili olmasını sağlayacak ve Yugoslavya parçalandıktan sonra başlayan dini çatışmaları dindirmesine yardım edecek birçok araç bıraktı. Arnavutluk ve Bosna'daki Müslümanlar hep Türkiye'nin yanında oldu ve Avrupa'yla köprü görevini gördüler. Balkan ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Türkiye'nin ekonomik kolonileri olarak görev yapabilir ve onlarla ilişkisi Türkiye'nin zamanla AB üyeliğine kabul edilmesini sağlayabilir. Türkiye'yi her zaman en çok kısıtlayan Sırbistan, bu yolda en büyük engel. Ancak Türkiye'nin şu andaki ekonomik kuvveti ve Sırpların Avrupalılar tarafından yorulmuş olması, bu yeni Müslüman ülkelerle ilişkilerini dengeleyebilir.
Irak
İran hep Türkiye'ye karşı dikkatli davrandı. Türkiye'nin İran'ın amaçlarını engelleyebileceğinin farkında. Türkiye'nin yapabileceği ilk şey, İran'ın Irak'taki emellerini frenlemek ve onu dengeleyecek bir güç kurarak bölgeyi istikrara kavuşturmaktır. Örneğin Türkler ABD'nin de onayıyla Kuzey Irak'a girip özerk Kürt bölgesini ele geçirebilir. PKK Türkiye'nin bu topraklara girmesi için sebep sağlayarak hem Türkiye'ye hem de ABD'ye büyük yardımda bulunmuş olur. Böylece Türkiye bölgede İran'ın niyetlerini dizginleyebilecek bir gücü harekete geçirebilir. Aslında Türkiye'nin ABD olmadan da bölgede İran'a karşı etkisini kullanması için yeterli sebebi var. Eğer Türkiye Kürt özerk bölgesinin sınırındaki Irak bölgelerine, örneğin petrol dolu Kerkük'e el koyabilirse, ABD'nin Irak'tan çıkmasından sonra istikrarı sağlayacak ekonomik konumu ve gücü elde edecektir. Her halükârda Türkiye'nin bölgedeki askeri gücünü artırmak için yapması gereken ilk şey, Ermenilerle yaşadığı üzücü durumu sona erdirmek ve arkasından onları kanatları altına almaktır. Bu satırlar yazılırken perde arkasında ABD'nin başlattığı böyle bir hareketin oluştuğu dedikoduları yayılıyordu. 10 Ekim 2009 tarihinde Türklerle Ermeniler arasında bir barış anlaşması imzalandığını duyduk. Bu, ortak tarihlerinde bir bölümün kapanması anlamına geliyor ancak Ermeniler Türklerin yaptığını iddia ettikleri katliamı kolay kolay unutmayacak. Bu adım, bu kitabın temelindeki tezi doğrulamaya başlıyor. Yoksa deliklerle dolu bu anlaşmanın bu kadar aceleyle imzalanmasını ve bu anlaşmanın sözde Ermeni soykırımı konusunu çözüme kavuşturmamasını anlamak mümkün değil. ABD Kongresi 2010 Mart'ında Ermeni soykırımı iddialarını kabul ettiğinde başkalarının işine karışmış oluyordu. ABD hükümeti de bu nedenle ABD Kongresi'nin bu açıklamasını tasvip etmediğini belirtti.
ABD'nin Küresel Stratejisi
Türkiye, sadece dengeleyici güç değil, Rusların coğrafi açıdan karşısına onu dengeleyebilecek bir ülke koyamayacağı stratejik bir güç olarak da görev yapabilir. Yarımada olduğu için, herhangi bir ülkeyi tehdit ederse karşısında durmak çok zor olacaktır. Rusya Türkiye'yi genel korunma harekâtı dahilinde işgal edemez; yani Türkiye Rusya'nın önemli gördüğü bölgelerden birine etki etmek isterse, Rusya'nın saldıracağından korkmasına gerek yok. Ancak burada önemli olan, Türkiye'nin gücünü kullanmadan ve başka ülkeleri işgal etmeden de görevini yerine getirebilmesidir. Rusya'nın yayılma politikasında hesaba katması gereken dizginleyici bir ülke olması yeterli. Hatta Rusların yayılacağı bölgelerde önemli derecede direnişi ortaya çıkaracak veya harekete geçirecek bir görev oynaması bile yeterlidir. Birçok kişi ABD'nin 21. yüzyılda avantajlarını korumak için kullandığı küresel stratejiyi anlamaya çalışıyor. Bu stratejinin dünyada meydana gelen her olayın içinde bulunmak olduğunu iddia edenler var. Bence, daha önce de söylediğim gibi, dünyanın her yerinde rakip güçlerin birbirini dengelemesini ve hiçbirinin fazla egemen olmamasını sağlayabilirse, istediğini elde edebilir. Bu bölgede yapmaya çalıştığı da budur. ABD'nin tek yapması gereken, bölgesel güçler arasında düşük yoğunlukta çatışmaların devam etmesini ve hiçbirinin kazanmamasını sağlamaktır. Bunun için muazzam bir servet harcaması gerekecek. Ancak buna değer çünkü sonunda ABD dünyanın egemen süper gücü olacak.
Derleyen
Mehmet Yavuz AY
Emekli Albay