Her yerde geçerli, üzerinde mutabakata varılmış bir zekâ tanımı yoktur. Zekâ, uyum yeteneği (çevreye uyum sağlamayı öğrenme) veya tam tersine, çevreyi kendi ihtiyaçlarına göre değiştirme yeteneği olarak tanımlanmıştır. Zekâ, hedeflere ulaşmak için bilgiyi işleme yeteneği olarak da görülebilir. Bunun içinde sorun çözmekten başlayarak kandırma-aldatmayı da kapsayan kurnazlık da zekâ sayılabilir.
Özellikle Anglosakson (İngiliz) istihbarat örgütlerinin hedef ülkelere uyguladıkları istihbarat operasyonlarının başında, o ülke insanının hasretini çektiği ana motivasyon kaynağını bulmaktır. Bu özlem; kalkınma, refah devleti kurma, büyük güç merkezi olmak, İslam birliği kurmak, Turan birliği, ya da etnik bir azınlığın ana bünyeden ayrılarak kendi bağımsız devletini kurması hedefi, insan hakları ihlalleri, adaletsizlik, gelir dağılımı bozukluğu, çalışma şartlarının kötülüğü, despotik yönetim gibi çekici konu veya istismar edilecek yönlerin tespitinden başlar.
Mesela Osmanlı Devletinde Turan dediğiniz zaman Türk milliyetçiliğinin büyük hedefini telaffuz etmiş olursunuz. Bu hedef Türkler arasında birlik sağlarken, imparatorluğun temel dayanağı olan İslam birliği ilkesini zedelemekten başlayarak Arap, Arnavut, Boşnak gibi Türk kökenli olmayan halklarda kendi milliyetçiliklerini tetikler. Her ulus kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir derseniz, Rusya Federasyonu’nun, Çin’in, Hindistan’ın bölünmesini sağlamış olursunuz.
Oryantalizm[2] (2) şark toplumlarından bilgi toplama döneminde (18.yy); “doğuyu tanıma, şark toplumlarının sosyal ve ekonomik yapısını araştırma teşkilatı olarak ortaya çıkan emparyalist düşüncenin keşif kolu istihbaratçılar” [3] (3) şark toplumlarını örümcek ağı gibi istila ettiler. Çin, Hindistan ve özellikle İslam dünyası hakkında bilgi topladılar. Bu bilgiyi, üç kavram merkez olmak üzere şekillendirdiler: Kadın, cihat, cehalet…
Doğuda kadının değeri yoktur, doğu toplumları zorbadır, doğulular fikirlerini despotça kabul ettirirler, bilgisizdirler, cehalet diz boyudur. Bu gün de aynı mantıkla hareket eden batı, gücü tükenme noktasına geldiği için var gücü ile bu kavramları doğu toplumlarına kabul ettirmeye uğraşıyor. Bu çabaların sonucunda birçok alanda “biz adam olmayız” tarzı aşağılık duygusu peyda olmuştur. Bu propaganda ve baskıların sonucunda Kemalist devrim adı verilen, birçoğu milli kültüre zarar veren unsurlar, topluma zorla, baskı ile kabul ettirilmiş, anayasanın 174. maddesi ile teminat altına alınmıştır. Bugün Avrupa Birliği şartı olarak ailenin bozulması, insan şahsiyetinin çöküntüye uğraması için insan hakları kavramının içine sokularak “gayri tabii mukarenet” meşru hale getirilmektedir. (Ağzıma yakışmadığı için esas adı İ ile başlayan kelimeyi söyleyemiyorum.)
Bu gayri tabii mukarenet, İslam dininde en kesin dil ile ret edilen, Lut Kavminin imhası ile gerçekleşen Yüce Allah’ın gazabına mucip olan en şiddetli haramdır.
Şark toplumlarının zihniyet ve inanç dünyasının yıkılması hedefli zihniyet değişikliği bir program dâhilinde kademe kademe uygulanmaktadır. Dayatılmaktadır.
Zihniyet denince “Bir topluluğun düşüncesini oluşturan eğitim yolu ile şekillenen ve yönlendiren ve her şahısta görülen ortak inanç, mantık, düşünce ve alışkanlıkların tümü“ anlaşılmaktadır. İnanç değerleri farklı olan her toplumun mantığı, hukuku her şeyi farklıdır. Bunlar arasında ilerilik, gerilik mütalaa edilemez. Ama onlara göre, şarklı; “yalancı, uyuşuk ve şüphecidir.“ “İlkeldir, geri kalmıştır.” Bu bakış açısı batı zihniyetinde “ben ve öteki” kavramını ortaya çıkartmıştır. Batı, açık ve gizli, her şekilde doğuyu küçümser ve aşağı görür. Bu aşağı görüş Fransızlarda (Latinlerde) başka, İngilizlerde başka şekilde ortaya çıkar, şarka sızma biçimlerinde de ciddi farklar görülür.
Bu aşağı görüş, daha doğrusu ırkçılık en kesin şekli ile Yahudilerde görülür, “ben, “ben“ ve “öteki “Yahudi toplumunda ben ve diğer her millet için goyim kavramı kullanılır. Yahudilerin dışındaki bütün insanlar aşağı ve hayvan derecesinde algılanması gereken canlılar zümresi olarak tanımlanır. Bu anlayış dini bir hüküm olduğu için iflah olmaz bir ırkçılık biçiminde zihinlere kazılır. Çünkü yabancılar Tevrat’a göre goyimdir. Onların etinden sütünden yumurtasından yararlanmak için hile, düzen, hukuk ve ahlaki sınır tanımamak meşrudur. Öldürmek günah değildir. Bu nedenle İsrail güçleri Filistin’de en acımasız cinayetleri işliyor, hapishanelerde en ahlaksız, en zalim işkenceleri yapıyor. Batılı zihniyet mantık itibariyle Yahudi itikadı kadar sapık değildir. Bu kadar insanlık düşmanı değildir. Ancak onlarda zalimlikte Yahudi’yi aratmazlar. Akdeniz’deki göçmen facialarında yüz binlerce insan ölmüştür. Şunu da söylemek gerekir ki, batı düşüncesi hiçbir zaman doğunun üstün yönlerini görmek niyetinde olmamıştır, olmayacaktır, daima açık aramıştır, arayacaktır.
Ötekiye bakış açısı farklı olunca, istihbarat toplama, doğuyu yönlendirme meselesinde de batının kendi içinde ciddi ayrılıklar görülüyor. Anglosakson düşüncesinde; aşağı olanı düzeltmeye ihtiyaç yoktur, bırakınız olduğu gibi kalsınlar. Onlar aşağı olduğu için biz üstünüz. Aşağı olanı yükselmeye zorlamak akılsızlıktır. Aslında onların ilerlemesine gerek yoktur. Üstünlüğümüz ilelebet devam etsin. Onları bizimle aynı seviyeye getirmek lüzumsuzdur. Boşuna doğruya yöneltmek için uğraşma!
Latin Fransız ekolünde ise insanlığı doğru olana, ikna etmek mümkün değil ise zorla, katliam ile soykırım ile yola getirmek lazımdır. Çünkü kendileri üstün olduğu için aşağı olanı düzeltmeye hakkı vardır. Bu nedenle Fas, Tunus ve Cezayir’de birçok Afrika ülkesinde 50 milyonlarca insanı katlettiler, zulümler yaptılar, köleleştirdiler, zorla vaftiz ettiler, anadillerini kırdılar milyonlarca insana Fransızca öğrettiler, Ganalı zencilere Galler’den gelen atalarının tarihini öğrettiler. İlginç olan nokta şu oldu ki: İnsan genomu araştırmaları insanlığın ilk defa Afrika (Habeşistan taraflarından) kıtasından zuhur ettiği, Gallerli, Alp Dağlısı Fransız ecdadın Afrika’dan Avrupa’ya göç ettiğinin ispat edilmesi oldu. Bunların şaşkınlığı ve cehaleti ancak tahsille mümkündür. Maalesef Katolik dünyası anut bir cehalet saplantısına yakalanmıştır. Bu günlerde Makron’u görüyorsunuz deli dana gibi İslama saldırıyor, Fransa cami kapatarak, İslamı yasaklayarak inanç ve fikre despotik yöntemlerle savaş açmıştır ama yenilecekler, rezil olacaklar.
Şurası bir gerçek ki Allahın indirdiği ile hükmetmezseniz, ilim, bilgi ve tarih, şamarını suratınıza öfke ile indirir. İnsanlar arasında saygı göremezsiniz. Bu günlerde Fransız Cumhurbaşkanı Makron’un Cezayir katliamlarının, sömürgecilik tarihinin hesabını verememesi bunun açık ifadesidir.
[2] “Şarkla uğraşan ortam kurum olarak, Şarkı ele geçirmek, Şarkı yeniden yapılandırmak ve onun üzerinde otorite kurmak“
[3] Edward Said
Bu yazı dizisinin diğer makaleleri