ORTA ASYA’nın fiziki – coğrafi olarak tanımı:
Orta Asya bölgesinde yer alan Türk devletleri merkez alınırsa, buranın dış kuşağında yer alan AFGANİSTAN, PAKİSTAN'ın kuzeyi, ÇİN'in batısı (Doğu Türkistan ve Tibet), MOĞOLİSTAN ve RUSYA'nın güneyini bir kısmı ile, kuzeydoğu İRAN'ı içeren bölge Orta Asya olarak tanımlanır.
Orta Asya’nın sınırları hakkında birçok tanım yapılmıştır. Orta Asya’nın tanımlanması ilk kez 1843 yılında bir yer bilimci olan Alexander von Humboldt tarafından ortaya atılmıştır. Bu bölge, birçok kaynakta hala Stalin yönetimi döneminde kullanılan TÜRKİSTAN adıyla anılır.
UNESCO[1] Orta Asya tanımının, iklime ve yer şekillerine göre olduğunu belirtti. Buna göre Orta Asya, Moğolistan ve Çin’i (Tibet bölgesi de dâhil olmak üzere), İran’ın kuzeyini, Afganistan, Pakistan kuzeyi ve kuzey Hindistan (Jammu-Kaşmir) dahil şekilde tanımladı.
Kaşgar ve Semerkand gibi Türk kentleri, tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan kentleriyle Orta Asya, tarih boyunca insanların, ticari malların ve fikirlerin Avrupa, Batı Asya, Doğu Asya ve Güney Asya’ya yayılmasında ana merkez oldu. Bunun yanında Hun ve Moğol İmparatorluğu gibi Asya kıtasının büyük bölümüne egemen olan, etkileri komşu Avrupa kıtasına kadar uzanan tarihsel devletlerin kurulduğu yerdir. Dağlar, çöller ve bozkırlarla kaplı bu bölge zengin petrol, doğalgaz, uranyum ve altın rezervlerinin yanında, ovalarında(özellikle Sovyet döneminde) gelişen pamuk üretimi ile bilinir. Bu faaliyetlerin yanında hayvancılık bölgede uzun tarihsel kökleri olan bir uğraştır. Koloni döneminde büyük oranda Çin ve Rusya arasında paylaşılan Orta Asya, 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasının ardından Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte, daha fazla uluslararası ilgiyi çekmeye başlamıştır.
Orta Asya, yüksekliği 7.000 m.ye varan yüce dağ ve sıradağlar ile adeta Asya Kıta’sının çatısıdır. Dağlar arasındaki derin vadiler, dipsiz kanyonlar, bu coğrafyada istila- işgal maksadında olan güçlerin işini çok zorlaştırır. Bu kesikli arazi, zırhlı ve mekanize birliklerle yapılacak bir cephe taarruzunu, kuşatma manevralarını çok kısıtlar ve hatta yer yer imkansız kılar. Arazinin sarp ve dağlık yapısı, işgalci güçlerin hava üstünlüğü etkisini dahi azaltabilir. Araziden Faydalanma kabiliyeti, savunan taraf için araziyi adeta “bir kale” haline getirmeye imkan verir. Aynı şekilde taarruz eden taraf için de, yatay ve dikey kuşatma, yarma gibi manevraların icrasında güçlüklerle - sürprizlerle karşılaşmasına sebep olabilir.
Yazımızın daha iyi anlaşılması için, biraz da JEOPOLİTİK ve JEOSTRATEJİ gibi çok bilinmeyen veya birbirine karıştırılan kavramlardan söz edelim.
Jeopolitik, siyasi coğrafyadan doğan bir bilim dalıdır. Bu bilim siyasi coğrafyanın devletlere sağladığı avantaj ve dezavantajları inceler.
Devletlerin ulusal güçlerini ve dış politikadaki tutumlarını yönlendiren temel faktörlerden biri olan Jeopolitik kavramı, ülkelerin coğrafi konumları, nüfus özelikleri, doğal kaynaklar ve topoğrafya özellikleri ile ilişkilendirilebilir. Jeopolitik kavramı üzerinde uzlaşılmış bir kısa tanım yoktur. Jeopolitik, devletlerin coğrafi özellikleriyle siyasetleri arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalıdır denilebilir. Kavramın isim babası İsveçli Rudolf Kjellen [2] 'dir. Jeo ve Politik sözcükleri ayrıştırıldığında Jeopolitik sözcüğü yer-siyaseti anlamını akla getirir. K. Haushofer[3] jeopolitiği içinde yaşadığı coğrafi bölgenin ve tarihî gelişmelerin etkisi altında değişen siyasal hayat şekli olan devletin, üzerinde yaşadığı yer ile ilişkisi olarak tanımlar.
Jeopolitik bilimi, coğrafyacı ve siyasi coğrafyacıların öncülüğünde ortaya çıkmış ve onların çalışmalarıyla kurumsallaşmıştır. Askeri stratejistler için de, jeopolitik önemli bir rehberdir. Dünyanın dört bir yanındaki karar alıcılar 20. yüzyılın başından itibaren jeopolitikten yararlanmıştır.
Jeopolitik ülkelerin bulunduğu coğrafi konum ile, ülkenin toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasal durumunu ve bunların getirisi olarak askeri, iç ve dış politikasını inceleyen bilim dalıdır.
Halk arasında Jeopolitik kavramı, Coğrafi konum ile çok karıştırılmaktadır. Devletlerin uluslararası olarak izlediği yola “dış politika” adı verilir ve bunda coğrafi konumun önemli bir yeri vardır.
Jeopolitik kavramında, değişmesi mümkün olmayan ve olan özellikler vardır. Ülkelerin dünya üzerinde yer aldığı bulunduğu fiziki konum, aldığı yağış, nem oranı, yükselti, sıcaklık, coğrafi şekil, yüz ölçümü, ulaşım değişmesi mümkün olmayan özelliklere örnek olabilir. Bu konuda, “Coğrafya Kaderdir” sözü çok yaygındır. Değişebilenlere ise; dış politika gibi dönemine, teknolojiye bağlı değişiklik gösteren şeyler örnek verilebilir.
Jeostrateji, jeopolitiğin bir alt dalı, siyasi ve askeri planlamayı bilgi açısından destekleyen, tutarlı hale gelmesini sağlayan veya etkileyen coğrafik etkenler tarafından ilkesel olarak rehberliği yapılan bir dış politika çeşididir.
Jeostrateji, ülkelerin coğrafyaya dayanan stratejilerini inceler (askeri strateji, politika stratejileri vb.) Buna ise en güzel örnek Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Boğazları kapatması olabilir.
Devlet adamlarının kalitesi, Jeopolitik biliminden hareketle, ülkelerinin milli menfaatleri ve kazanacağı avantajlara ulaşmak maksadıyla, ürettikleri stratejilerle ortaya çıkar. Daha doğrusu, coğrafya şartlarını askeri strateji, iç ve dış politikanın tespitinde izleyeceği Stratejik Esaslara bina edebilmesi kabiliyeti ile ortaya çıkar.
Milli Güç Unsurlarından birisi de “Coğrafi Güç”tür. Milletler, sahip oldukları coğrafyayı, bekaları için ustalıkla kullanmayı bildikleri takdirde, o coğrafya değer kazanabilir. Coğrafyada yüksek sahaları ele geçirmek istiyorsanız sefer düzenler, yüksek bir ateş gücüyle oraları alırsınız. Ancak yüksek sahaları "Elde Tutmak" istiyorsanız, oralarda "Sizden Olmayan" unsurları söküp atmanız gerekir.
Dağlar, yüksek arazi bir ülkenin savunmasını kolaylaştırır. İstila edenin işini zorlaştırır ve hatta bazen imkansız kılar.
Orta Asya Devletleri ve Bölge Üzerinde Menfaat Arayan Emperyal Devletlerin Jeopolitik Konumu
“Orta Asya” sadece coğrafi bir kavram olarak nitelendirilemez. Bu bölge içerisinde yer alan ülkeler barış, güvenlik, ekonomi ve ekoloji konularında yaşanan sorunlara çözüm getirme noktasında birbirlerinden bağımsız hareket edemezler. Her ülke kendi jeopolitik strateji ve amaçlarını, kendi ulusal politikasını ortaya koymaya çalışmaktadır.
Orta Asya ülkeleri yüzyıllar boyunca, 130 yıldan fazla süren ve kolonileşme çağı olarak adlandırılabilecek “Büyük Oyun”un[4] nesneleri konumunda idiler. 1860’lardan itibaren Rusya ve İngiltere, Orta Asya’da kendi etki alanlarını yaratabilmek amacı ile büyük bir mücadeleye giriştiler.
19. yüzyılda Britanya İmparatorluğu ve Rus Çarlığı arasındaki emperyalist rekabetin ardından, oyuncular bir kez daha Avrasya kıtasının kalbini kontrol altına almak için mevzilenme gayretine girdiler.
1917 yılında Rus Çarlığı’nın düşmesi sonucunda Orta Asya devletleri arasında bir ulusal bağımsızlık ve birlik umudu yeşermişse de, bu umut kısa bir sürede yok olmuştur. Akabinde, 1924-25 yılları arasında Sovyetler, tarihsel, dinsel ve kültürel kökenleri ortak olan ve bunu kendisinden ayrılmak için haklı bir gerekçe olarak sunabilecek durumda bulunan Orta Asya devletlerinden duyduğu endişe sebebi ile bölgeyi beş ayrı cumhuriyete böldü. Orta Asya’nın beş devlete bölünmesi, ortak kökten geliyor olmalarına rağmen, Rusya’nın gayretleriyle, Orta Asya devletleri arasında giderek artan bir kriz ve güvensizliğe yol açtığı söylenebilir. Ortak Türk dili ortadan kaldırılarak, her bir devlet için ayrı dillere sahip oldukları tezi işlendi. Buna karşılık, Rusça konuşulmasını dikte etti.
Orta Asya bugün dünya üzerinde Batı ve Doğu’nun çıkarlarının çatıştığı ender coğrafyalardan biridir. Daha da önemlisi bölge, Türkiye, Pakistan, İran gibi İslam dünyasının önde gelen güçlü ülkelerinin gözünde sahip olduğu jeopolitik önemi taşımaya devam etmektedir. Bugün 21. yüzyılın başlarında Orta Asya ülkeleri benzer bir oyuna bu kez yabancı rejimlerin kuklası olmak istemeyen aktif katılımcılar olarak tekrar dahil olmuşlardır.
Rusya, Çin ve ABD’nin, Orta Asya’nın mevcut ve öngörülebilir jeopolitik problemlerine dönük kendilerine ait farklı planları vardır.
Rusya ve Çin, halen bölgenin büyük gücüdür ve bu gücünü devam ettirebilecek potansiyele de sahiptir. Bunun son örneklerinden biri de Rusya’nın uzun süreli Tacikistan müdahalesidir ki Rusya bu müdahalede Bağımsız Devletler Topluluğu’nun desteğini almış ve Tacikistan’a 30,000 asker yerleştirmiştir.
Orta Asya devletleri Rusya’nın dış politik amaçlarına karşı kendi pozisyonlarını netleştirme çabası içerisindedirler.
Rusya ve Orta Asya ülkeleri arasındaki ilişkide varolan talepler ve Orta Asya devletlerinin istenmeyen Rus dış politikasına karşı oluşturduğu ‘cevaplar’ şu maddelerle özetlenebilir;
- Rusya Orta Asya’yı bir stratejik çıkar kuşağı olarak görürken, bu bölge sınırları içerisinde yer alan devletler, Rusya’nın savunma, ekonomik ve dış politikasının kendi ulusal çıkarlarını göz önünde bulundurmasını ve aynı zamanda bağımsızlıklarının kabul edilmesini talep etmektedirler.
- Rusya Orta Asya’yı hem ürünlerini satabileceği büyüyen bir pazar hem de bir hammadde kaynağı olarak görmektedir.
- Orta Asya devletleri (durumu henüz netlik kazanmayan Tacikistan dışında) Rusya ile karşılıklı çıkar ve içişlerine karışmazlık ilkesi temelinde stratejik ortaklık kurma çabasındadırlar. Rusya ise halen bölge üzerindeki ulusal çıkarlarını netleştirmeye çalışmaktadır.
Orta Asya devletleri jeopolitik ve ekonomik konumları, savunma yapıları, gelişen iletişim ve bilgi ağları nedeniyle halen Rusya’ya bağımlıdır ve uluslararası ilişkilerde bir denge oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Dış jeopolitik güçler şu etmenler sebebiyle bölgeyle ilgilidir;
- Bölgenin hayati jeopolitik pozisyonu,
- Tüm dünyaca önemi kabul edilen enerji kaynakları (petrol ve gaz),
- Rusya için bölgenin jeostratejik önceliği
Orta Asya burada yerleşik bir güç için, her yöne harekât üssü avantajları veriyor.
Örneğin, Hazar Denizi'nde dünyanın en geniş hidrokarbon ve bakir fosil yakıt kaynakları yatıyor. Büyüklüğü 110-243 milyar varil arasında değiştiği tahmin edilen ham petrolün değeri 4 trilyon doları buluyor. ABD Enerji Bakanlığı'na göre, sadece Azerbaycan ve Kazakistan 130 milyar varil petrole sahip, ki bu ABD'nin rezervlerinin üç katı eder. ExxonMobil, ChevronTexaco ve BP gibi petrol devleri daha 2000’li yıllarında başından itibaren buralara 30 milyar dolardan fazla yatırım yaptılar.
Bu etmenlerin hepsi birden hem devletler hem de bölgenin geneli için jeostratejik bir öncelik oluşturmakta ve gerek Rusya gerek diğer jeopolitik güçlerin bölge güvenliği ve yerel istikrarının güçlendirilmesi üzerindeki etkilerine bağımlı olmaktadır.
ABD’nin uzun vadeli stratejileri gereği Türkiye üzerindeki emelleri ile de bağlantılı olarak, CIA’nin desteğini de alan FETÖ’nün Türk Cumhuriyetlerine etnik ve kültürel temel bağlar üzerinden Türkçe öğretimi ve eğitim, sağlık hizmetleri perdesi altında nüfuz etmesi sağlandı. Türkiye’nin o dönemdeki yöneticilerinin, milli stratejik istihbarat desteğinden yoksun bir şekildeki (merhum eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL’ın samimi ve gayretli çalışmalarını, MİT’in içindeki FETÖ yanlısı ajanların tasallutu altında çalışmak zorunda kalan merhum Albay Kaşif KOZİNOĞLU ve ekibince yapılan İstihbarat çalışmalarınıhariç tutarak ifade etmek gerekirse), özellikle CB Süleyman Demirel’in onayıyla kur(dur)ulan ve muktedir olmayan kısa ömürlü koalisyon hükümetleri dönemlerinde,“dostlar alış verişte görsün” kabilinden Türk Cumhuriyetleri nezdinde yapılan hamleler, FETÖ’’nün işini kolaylaştıran (“Adriyatik’ten Çin Denizi’ne kadar Türk Dünyası ”.. türünden) güzellemeler, Soğuk savaş sonrası Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri arasındaki güç birliği oluşturma yönündeki tarihi altın fırsatın heba olmasına sebep olmuştur. Nitekim, FETÖ& CIA gizli maksadını erkenden fark eden Özbekistan, FETÖ unsurlarını ülkesinden çıkarmış ve etkisizleştirmiştir.
Bununla birlikte, 2001 yılında ikiz kuleler patlamasını bahane ederek, ABD’nin NATO koalisyonu devletleriyle birlikte, Afganistan’ı işgal etmesi, Kırgızistan’da üs açması, bölgede 100 yılı aşkın bir zamandan beri stratejik emelleri olan Rusya Federasyonunu endişelendirmiştir. Kurduğu Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)[5] ve Toplu Güvenlik Anlaşması[6] gibi oluşumlarla, Orta Asya başta olmak üzere, en büyük mirasçısı olduğu Sovyet nüfuz alanıüzerindeki askeri ve ekonomik etkisini devam ettirme çabasına girmiştir. Bu kapsamda, bölge ülkelerinden, ABD’nin aşırı etkisi ve hegemonyası altına girme eğilimindeki Kırgızistan iç siyasetine istihbarat örgütleri vasıtasıyla müdahalede bulunmuş, ülke üzerindeki ABD / Rusya rekabeti, 10 yılda 2 ayrı darbenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
- 2000'lerin başında, Kırgızistan’da hem ABD hem de Rusya’nın Üsleri
- Çin, 2002’li yıllarda Kırgızistan ile ortak askeri tatbikatlar yapmaya başlamıştı.
- Rusya Devlet Başkanı Putin, Orta Asya ülkeleriyle yeni güvenlik anlaşmaları imzaladı.
- Özellikle coğrafi uzaklık dikkate alındığında Orta Asya ülkeleri, ABD yerine Şangay İşbirliği Örgütü çatısı altında Rus ve Çin etkisine daha açık bir durumda olduğunun her zaman farkında olmuştur.
- 2015'te günde 6 milyon varil petrol üretimine ulaşması öngörülmüş olan Hazar bölgesi, ABD'nin "enerji kaynaklarını çeşitlendirme" politikası için vazgeçilmez öneme sahip idi. Böylece, ABD'nin, Arapların hâkimiyetindeki OPEC'e (Petrol Üreten ve İhraç Eden Ülkeler) bağımlılığına son verilmesini amaçlıyordu.
- OPEC'in dünya pazarındaki payı sürekli genişliyordu. Böyle giderse, ABD, 2020 yılında toplam enerji ihtiyacının üçte ikisinden fazlasını Ortadoğu'dan karşılamak zorunda kalacağını hesaplamıştı. (Kendi topraklarında kaya gazından üretilen petrol imkanları o tarihte ortada yoktu.)
- 2000’li yıllardan itibaren giderek daha fazla enerjiye muhtaç hale gelen Çin, Batı komşusu Kazakistan'dan gelen bir boru hattı inşa etmek istiyordu.
- İran ise, Körfez bölgesindeki kendi boru hattı ağını öne sürüyordu.
- Tüm bunlara karşılık, ABD Türkmenistan'dan çıkıp, Afganistan üzerinden Hint Okyanusu'na ulaşmasını arzu ettiği bir boru hattını planlıyordu. Diğeri de Bakü'den başlayıp, Gürcistan üzerinden Türkiye'nin Ceyhan Limanı'na ulaşacak boru hattının inşaatını destekledi ve zaten o tarihlerde bu hattın inşaatı başlamıştı.
- Bu projenin başlıca işletmecisi olan BP, zengin petrol yatakları olan Azerbaycan'da milyarlarca dolarlık yatırım yaptı.
ABD’nin Orta Asya’ya nüfuz etme çabasının bir sebebi de, istikrarsız Orta Doğu’nun rezervlerinden sonra dünyanın ikinci en büyük petrol ve gaz rezervlerinin bulunduğu ve bölge sınırları içerisinde yer alan Hazar Denizi’ne Orta Asya’nın çok yakın konumda olmasıydı. ABD’nin Hazar Denizi’ne olan ilgisinin önündeki en büyük tehlike, tekrar oluşabilecek bir Rus İmparatorluğu’na, Rusya’nın bölge sınırları içerisindeki petrol ve gaz rezervleri üzerinde bir kontrole sahip olacağına dair büyük endişeler taşımakta olması idi.
ABD’nin beklentisine göre, başta Kırgızistan ve Afganistan üzerinde etkin olma gayretlerinin altında, bu ülkelerin bağımsızlıklarını sürdürmelerinin garantisi olacak, radikal İslamcı etkileri devre dışı bırakacak ve Amerikan ürün ve hizmetleri için kazançlı bir pazar oluşmasını sağlayacak şeklinde idi.
ABD ve NATO ortakları olan çoğu Avrupa Birliği ülkesi ile birlikte, geçtiğimiz 20 yıl içinde Orta Asya’da pazarların geliştirilmesi, sanayi ve tarım alanlarında özelleştirmenin sağlanması, hukuk düzeninin oluşturulması ve işlerlik kazandırılması, eğitimde yardımlaşma ve sivil toplumun güçlendirilmesi konuları üzerinde yoğunlaştı. Orta Asya ülkelerine gönderdikleri çeşitli Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) vasıtasıyla, halklar üzerinde kültürel ve dini etkiler de oluşturmaya çalıştılar. Öyle ki, bugün Kırgızistan gibi ülkelerde etkisi daha fazla görülen, batılı yaşam tarzına özenme, alkollü içki tüketimi alışkanlıklarının artması, Hristiyanlık dinine girme propagandaları ile sosyolojisi ve ekonomisi büyük bir hasar gördü. Nitekim, Kırgızistan’da neredeyse her yıl ortaya çıkan toplumsal istikrarsızlıklar bunun en önemli belirtileridir. Afganistan’da da, batı yalnızı laik kesimler oluşturuldu. Nitekim, TALİBAN yönetimini kadın hakları kapsamında protesto girişiminde bulunan kadınların batılı bir yaşam tarzına – giyim kuşamına olan eğilimleri net olarak gözlenmektedir.
ABD oluşturduğu İpek Yolu stratejisi, diplomatik işbirliğinin yanısıra bu devletlere sağlanacak askeri ve politik desteğini de içermekteydi. Amerika’nın bölge üzerinde önemli ekonomik ve stratejik çıkarları bulunmakta idi. Ancak, tüm bu çabalar sürdürülemedi ve bölgede etkisizleşti. ABD Ordusu 2018 yılında Kırgızistan’daki üssünü kapatarak ve 2021 Ağustos’unda da Afganistan’da tutunamayarak bölgeden bir anlamda “yenilerek” ayrılmak zorunda kalmıştır.
İran; Müslüman Orta Asya devletlerini, ideolojisini yayabileceği ve ürünlerini satabileceği bir pazar, bir potansiyel etki alanı olarak görmektedir. İran kendi topraklarından geçerek körfeze ulaştırılan enerji ihracından kâr etme düşüncesindedir. Buradan kazanılan para ile Orta Asya’da Sovyet zamanında izin verilmeyen cami ve şii mezhebi eğitim merkezleri inşasına ağırlık vermişlerdir. Ama İran sadece Şiiliğe kucak açmıştır.
Çin, Batı Kazakistan’dan başlayarak Sincan bölgesine kadar uzanan dünyanın en uzun boru hattını inşa etme planları yapmaktadır.
Hâlâ kendisini emperyalist efendi olarak gören Rusya, boru hatlarının kendi topraklarından geçmesine çalışıyordu.
Pakistan; Orta Asya’nın enerji kaynaklarına geçiş hakkı elde etmeye çalışmaktadır. Arkasına aldığı ve radikal İslamcı bir hareket olan Taliban desteği ile Pakistan, Afganistan’ı ele geçirmek istemektedir.
Afganistan Kendisine miras kalan istikrarsızlık ve savaşçı tarih ile bütün gelişim planlarının önünde zor bir bölge olarak durmaya devam etmektedir.
Dış güçlerin bölge üzerinde ideolojik, jeo stratejik ve ekonomik etki için savaştığı göz önünde bulundurulursa ortada bir çelişki olduğu gözlenebilir.
ORTA ASYA’DA KÜRESEL GÜÇ DENKLEMİNDE AFGANİSTAN NEDEN DAHA ÇOK ÖNE ÇIKTI?
Çünkü Afganistan, Orta Asya ve Hazar petrolüne ulaşmak için iyi bir stratejik mevki idi. Ama bu petrol havzası; Çin enerji güvenliği için vazgeçilmesi mümkün olmayan derecede stratejik bir geçit. Afganistan bu bölgede Amerika Birleşik Devletleri ve NATO Müttefiklerinin, 20 yıl boyunca işgalle tutunabildikleri tek ülke oldu.
ABD merkezli ve destekli DEAŞ planları [7]
ABD, Suriye ve Irak’ta misyonunu tamamlayan DAEŞ’i önce Afganistan’a taşımış, sonra da Afganistan'dan Pakistan'a ve oradan da Keşmir'e sızdırmış olabilirdi.
ABD, bu proje için Celalabat Askeri Üssünü tahsis etmişti. Ayrıca Celalabad’daki Amerikan üssünden yayın yapan ‘Hilafetin Sesi’ adındaki DEAŞ radyosu kurulmuştu.
Pentagon’dan gelen askeri danışmanlar, burada 2019 yılında DEAŞ için eğitim kamplarını faaliyete geçirmişti.
ABD’nin Afganistan’ı işgal sebeplerinin belki de birincil nedeni : Bu bölgede güç merkezi oluşturmakta olan Rusya, İran, Hindistan, Çin ve Pakistan’ı yakından takip etmek ve kendi karşıtı bir blok haline gelmesini önlemekti.
Çin’in; İran - Hindistan - Afganistan arasında imzalanan üçlü işbirliğini içeren Çabahar Anlaşması[8]’ndan rahatsız olmuştu. Çünkü Hindistan bu anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle, Çin’in bölgedeki etkisine karşı koyabileceği gibi Afganistan yoluyla enerji zengini Orta Asya ülkelerine daha fazla erişim sağlayabilmeyi hedeflemişti.
Çin’in rahatsızlığına konu alan bir başka neden de Çabahar Anlaşmasıyla, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoruna ve Pakistan’ın Gwadar limanını Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne bağlayacak olan projeye alternatif oluşturma teşebbüsüdür.
Bu anlaşmadan çok önce Hindistan’ın, Afganistan’da istikrar arayışlarına zemin hazırlama girişimlerinde bulunmuştu.
Bu çerçevede Türkiye’nin de temsil edildiği “Delhi Policy Group tarafından, 19-22 Temmuz 2012 tarihleri arasında Delhi ve Jaipur’da Barış ve çatışma Programı” çatısı altında “Afganistan’da Barış ve İstikrar: Komşularının Katkısı” başlıklı bölgesel bir konferans düzenlenmişti.
Hindistan, Afganistan’ın tekrar yapılanma sürecinde söz sahibi olma niyetini saklamıyordu.
Hindistan’ın bu girişimlerinden en az Çin kadar rahatsız olan bir başka bölge ülkesi hiç şüphesiz Pakistan’dı.
Hindistan'dan rahatsız olan Pakistan, ABD’nin Afganistan’daki askeri varlığını da hazmedemiyordu. Çünkü ABD işgalinden önce Afganistan’da siyasi nüfuza sahip olan Pakistan bu etkisini 2021 Ağustos’unda gerçekleşen ABD’nin çekilmesine kadar geçen sürede kaybetmiş görünüyordu. Pakistan’, Afganistan’da kendisine müzahir bir hükümet olmasını öteden beri istiyordu. Bu nedenle olsa gerek, Pakistan Taliban’a Amerikan işgalinin sona ermesi süreçlerinde başlangıçtan beri destek verdi.
Pakistan’ın, Afganistan’da istediği gibi hareket etmek istemesinin arka planında Hindistan’a karşı stratejik derinlik arayışı etkiliydi.
Pakistan’ın güvenliğine en büyük tehdit olarak gördüğü Hindistan ise, Amerika’nın da yardımıyla Afganistan’daki yeni süreçte, Eşref Gani Hükümeti zamanında Kabil üzerinde etkisini artırmış ve ülke çapında siyasi ve ekonomik varlığının yanı sıra istihbarat faaliyetlerini pekiştirmeye yoğunlaşmıştı.
Çin’in tüm bu olanlara seyirci kalması beklenemezdi. Çin de burnunun dibine sokulan ABD ile siyasi/dini/kültürel ve hatta jeopolitik rakibi Hindistan’a karşı gardını, Sovyet - Afgan Savaşında kazanılan başarı sonrasında ABD’nin bölgedeki güçlere olan desteğinin zayıflamasıyla almakta gecikmedi. Çin, Taliban’a bölgedeki gücünü koruması için çeşitli alanlarda yardım önerdi. Çin, son zamanlarda milyarlarca dolar maliyeti olan “Yeni İpek Yolu” projesini hayata geçirdi. Proje, üç parçadan oluşuyor.
- Birinci ayağı, Çin’in Xi’ankentinden başlıyor, Pakistan’dan geçerek Türkiye’ye uzanıyor.
- İkinci ayağı, Bangladeş’tenMyanmar’a uzanıyor.
VAHAN KORİDORU
Çin, Afganistan-Çin sınırından kaynaklanan güvenlik sorununun farkındaydı. Çin içlerine uzanan bir kanal görünümündeki “Vahan koridoru” olarak bilinen ve genişliği 13- 65 kilometre olarak değişen 350 km. uzunluğundaki dar şerit, kuzeydoğu Afganistan topraklarından Çin’e Tacikistan’a kadar uzanmaktadır.
Batı – doğu uzanımında, Pamir ve Hindukuş Dağları arasına sıkışmış olan bu koridor, Pakistan’ın, Pakistan - Keşmir bölgesini Tacikistan’dan ayırır.
Güvenlik uzmanlarına göre Vahan koridorunun jeopolitiği Çin’in güvenlik algısında bir tehdit ve güvenlik açığı oluşturuyor ve bu koridorun Çin tarafından kontrolü hayati öneme sahiptir.
Çünkü, bu koridor Çin’in içbölgelerine kadar derinlikte müdahale imkânı sunuyor. Vahan Koridoru, İçinde Panj ve Pamir nehirleri ve Amu Derya'nın oluşturduğu yüksek bir dağ vadisidir. Vadi, bir ticaret yolu ve antik çağlardan beri Doğu, Güney ve Orta Asya'dan seyahat edenler tarafından kullanılmıştır.
Koridor, Büyük Oyun'un bir siyasi oluşumudur. Koridorun kuzey tarafında, 1873 yılında İngiltere ve Rus İmparatorluğu arasındaki anlaşma ve 1893 yılında İngiltere ve Afganistan arasında, Panj ve Pamir nehirlerinin Afganistan ve Rusya İmparatorluğu arasında sınır yapılarak, tarihi Vahan bölgesini bölmüştür. Güney tarafında, 1893 Durand Hattı Anlaşması'nda, İngiliz Hindistanı ve Afganistan arasındaki sınırı belirlemiştir.[9] 20. yüzyılda, Vahan Koridoru olarak tanınmış, iki imparatorluk arasında bir tampon bölge olacak şekilde arazi dar bir şerit haline getirilmiştir.
2010 yılı itibarıyla, Vahan Koridorunun 12.000 nüfusu vardır. Vahan'ın kuzey kısmı Afgan Pamiri olarak ifade edilir.
Afganistan, ekonomik nedenlerle veya Taliban isyanı ile mücadelesi kapsamında alternatif bir tedarik rotası olarak Çin hükümetinden Vahan Koridoru sınırını açması için defalarca talepte bulundu. Ancak Çin, koridor sınırının batı Sincan eyaletinde olması ve büyük ölçüde huzursuzluk yaratacağı nedeniyle bunu reddetti. 2009 yılında, ABD'nin koridoru açması için Çin'e talepte bulunduğu bildirilmiştir.
Burada, Amerikalıların Taliban tarafından ülkeden çıkarılmadan önceki süreçte, akla gelen soru:
ABD Suriye ve Irak'tan çıkardığı teröristleri "Vahan koridoru”na yerleştirmiş olamaz mı ?
Bu açıdan “Vahan koridoru” Çin ordusu ile çatışan, Çin’e iç güvenlik sorunu teşkil eden muhalif Müslüman Uygur savaşçılarının hareketini kolaylaştıran bir kanal.
Rus stratejist YaroslavSamoylov; Pakistan'ın, Çin desteğiyle Nepal, Şri Lanka ve Maldiv adalarında Hindistan'a karşı etkisini yükseltmenin peşinde olduğunu beyan eder. Ayrıca Çin ve Pakistan'ın Afganistan'da ABD'nin planlarına karşı çıktığını...
Keşmir'deki olayların bölgesel rekabetin yansıması olduğunu...
Rusya'nın ise hem Pakistan, hem de Hindistan’la ilişkilerinin iyi olması nedeniyle nötr kalmayı tercih edeceğini söylüyor.
Zaman zaman, Türkiye'de gündeme getirilen Doğu Türkistanlı Uygur Türklerine yönelik “Çin zulmü” haberlerini, Keşmir krizinden bağımsız düşünmemek gerekir.
Türkiye, her iki ülkenin itidalini koruması ve anlaşma zemininde hareket edilmesinden yana olmuştur.
Hindistan - Pakistan çatışmasın körükleyen küresel aktör ABD gibi duruyor.
Türkiye, Pakistan'ın ezeli ve ebedi dostudur.
Sovyet Rusya, 1979’da korkunç seviyede yıkıcı modern ve kitle imha silahlarına sahip olmasına rağmen, Afgan Mücahitleri karşısında tutunamamış ve Orta Asya’nın bir parçası olan dağlık Afganistan’dan çıkmak zorunda kalmıştır. Keza, ABD 20 yıldır işkenceyle - kanla – zulümle işgal etmeye yeltendiği Afganistan’da başkent Kabil’in çok da dışına çıkamamıştır. İnsanları 5 sene yerleştikleri "Yüksek Coğrafya" hattından uzaklaştırırsanız, şehir konforu gören halkın binlerce yıldır devam ettirdiği Jeokültürel hasletleri bozulur. İşte ABD Afganistan’da hakim unsur olan sünni Taliban’a bu sosyofizyolojik gerçek açısından nüfuz edememiştir. 20 yıl boyunca 2 trilyon dolar masraf ettiği, milli hislerden yoksun, kendisine müzahir hale getirmek maksadıyla devşirdiğini sandığı 350.000 kişilik modern harp silahla ve araçlarıyla donattığı suni Afgan Ordusu, 85.000 kişilik ekserisi hafif silahlara sahip, dağlarda yaşamayı ve savaşmayı bilen azimli, çoğunluğu Peştun aşiretlerinden oluşan Taliban karşısında adeta buhar olmuştur. 21. Yüzyılda bir kere daha asimetrik mücadeleyi önceleyen, vatanı için şehit ve gazi olmayı benimseyen dindar savaşçıların, özel kuvvetlerle destekli konvansiyonel süper güçlere karşı dağlık Orta Asya arazisinde galip geldiğine şahit olunmuştur.
ABD Afganistan’dan çekilmeden çok önceki süreçte ABD tarafından ve 2021 Ağustos’undaki çekilme aşamasında da Taliban tarafından DEAŞ esirleri bizzat cezaevlerinden salıverilmiştir.
Orta Asya’da istikrar sorunu sadece askeri ittifaklara dayalı olarak çözümlenebilecek bir konu değildir.
Yazımızı Taliban Afganistan’ı üzerinden tamamlayalım.
Müslüman ülkelerde, emperyalist devletlerin (kalkınmış Batılıların) gözüne girmenin iki şartı vardır:[10]
* Hayatın kılcal damalarına kadar işlemiş bir İslâm’dan vazgeçmek.
* Göz diktikleri yer üstü ve yer altı servetleri onlara, ya çok ucuz veya parasız vermek.
Sömürgeci emperyal devletler, bu şartlara riayet edenleri bağırlarına basarlar, etmeyenlerin başına bela olur, evrensel değerleri amaçları için istismar ederler. Talibân Batı’ya istediğini vermemeli, ama Müslüman halkına da taşıyamayacağı yükleri yüklemekten kaçınmalıdır. Bugün hiçbir devlet tek başına müreffeh ve devamlı yaşayamaz; Afganistan da işbirliği yapacağı, yardım isteyeceği ülkeleri doğru seçmelidir. Müslümanlar Talibân’a karşı hareket etmek yerine bir yandan onlara yardımcı olmalı, diğer yandan hatalarını azaltmak için her çeşit faaliyeti hayata geçirmelidir.Türkiye, Pakistan, Katar ve Malezya gibi ülkeler, Yeni Afganistan’a yapabilecekleri yardımla yanlarında olmalıdır.
Selçuklu ve Osmanlı, şeriatı devlet yönetiminde de uygulamışlardır. Bu uygulamada şeriatın, devleti yönetenleri yetkili kıldığı alanlarda mesalih (kamu yararı) ilkesi, örf ve âdet hüküm kaynağı olmuştur. Talibân, klasik bir terör örgütü değildir. Afganistan’da, sömürgeci Amerika’ya karşı 20 yıl savaşarak yönetimi ele geçirip kendi mezhep, anlayış, örf ve âdetlerine göre şeriatı uygulayacak olan bir devlet kurmak için mücadele eden bir direniş hareketinin mensuplarıdır.
Allah, tüm emperyalist devletlerin her türlü şerrinden, mazlum ve mahzun milletleri korusun. Ancak, bu kavli dua, bir İslam Birliği’ne gidecek stratejik çalışmalarla taçlandırılacak fiili dualarla hayata geçirilmelidir.
ASSAM (Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği) gönüllü araştırmacılarla bu birliğe giden yol haritasını tamamlamak üzeredir. Azimli – ihlaslı – samimi bir gayretle çalışacak genç araştırmacıları bağrına basmaya hazırdır.
Emperyalist devletler, küresel efendilerinin emrinde ne yaparlarsa yapsınlar, “İstikbalde, en gür sada İslam’ın olacaktır.”
Ali COŞAR –ASSAM Strateji & Gvn.lik Uzmanı
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1]UNESCO: Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü, Birleşmiş Milletler'in özel bir kurumu olarak 1946 yılında kurulmuştur. Bu kurumun yasası 1945 yılı Kasım ayında Londra'da 44 ülkenin temsilcilerinin katıldıkları bir toplantıda kabul edilmiştir.
[2]Johan RudolfKjellén İsveçli bir siyaset bilimci ve politikacıydı. " Jeopolitik " terimini icat etti . Alexander von Humboldt, Carl Ritter ve FriedrichRatzel ile birlikte Kjellén , daha sonra Karl Haushofer tarafından öne çıkacak olan Alman jeopolitiğinin temellerini attı .Jeopolitikteki gelişmeler, ülkeler arasında savaş ve barış ilişkilerinin kurulmasına ve böylece herkes için bir refah dünyasının kurulmasına hizmet etmeye başladı.
[3]Karl ErnstHaushofer, Alman jeopolitikacı ve general. Nazi Almanyası'nda devlet başkan yardımcılığı yapan RudolfHess'in öğretmenidir. Nazi Almanyası'nda unutulmaya yüz tutan bir kişi ve Adolf Hitler'in arkasındaki en güçlü isimlerdendir.
[4]Büyük Oyun The Great Game) 19. yüzyıldan başlamak üzere stratejik bölgelerin büyük güçler tarafından paylaşılma mücadelesini tanımlamak için kullanılan addır. İngiltere ve Rusya İmparatorluğu’nun, Hindistan ve Orta Asya bazındaki sömürge paylaşımlarını ifade etmek için kullanılır.
[5]Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), 8 Aralık 1991 tarihinde Rusya, Ukrayna ve Belarus arasında imzalanan anlaşma ile kurulmuş devletler topluluğudur. Anlaşma ile Sovyetler Birliği resmen yıkılmış oldu. 21 Aralık 1991 tarihinde de Estonya, Letonya, Litvanya, Ukrayna ve Gürcistan hariç tüm eski Sovyet Cumhuriyetleri bu anlaşmayı imzaladı. 1993 yılında Gürcistan da bu anlaşmayı imzaladı. Üye ülkeler sırasıyla; Azerbaycan, Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, Rusya ve Tacikistan'dır.
[6]Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü ( Collective Security Treaty Organisation), 7 Ekim 2002 tarihinde altı Bağımsız Devletler Topluluğu ülkesi (Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Belarus ve Ermenistan) tarafından kurulan hükûmetler arası askerî ittifaktır.
[7] Araştırmacı Yazar Ömür ÇELİKDÖNMEZ’in 28.02.2019 tarihli makalesinden faydalanılmıştır.
[8] İran'ın güneydoğusundaki Çabahar Limanı'ndan Afganistan ve Orta Asya'ya uzanan, transit taşımacılıkta kullanılacak kara ve demir yolu bağlantısı yatırımlarını içeren "Çabahar Anlaşması", 23 Mayıs 2016'da Tahran'da İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani Ahmedzayi ve Hindistan Başbakanı Narendra Damodardas Modi'nin katıldığı törenle imzalanmıştı. AA
[9] 12 Kasım 1893 tarihli tek sayfalık anlaşma, Durand Hattının ötesine müdahale etmeme taahhüdünü içeren yedi kısa madde içeriyor . 1894'ten başlayarak, sınırın yaklaşık 1.287 km'sini (800 mil) kapsayan bir İngiliz-Afgan ortak sınır araştırması yapıldı. İngiliz-Rus " Büyük Oyun " unun kapanışına doğru kurulan hat, Afganistan'ı bölgedeki İngiliz ve Rus çıkarları arasında bir tampon bölge olarak kurdu. 1919 Anglo-Afgan Antlaşması ile biraz değiştirilen çizgi, Hindistan'ın bölünmesinin ardından 1947'de Pakistan tarafından miras alındı.
[10] https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettin-karaman/tlibn-seriat-ve-afganistan-2059508