Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetinde bulunan coğrafyada, 18. yy başlarında açılan yabancı okullar vasıtası ilk tohumları atılan parçalayarak yok etme planı, etnik milliyetçilik ve mezhepsel temele dayalı ayrıştırma çabalarıile başlamıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için misyonerler tarafından Osmanlı topraklarında 564 adet okul açılmıştır.
Osmanlının parçalanmasında, misyoner okullarında eğitilen "etnik ve kültürel liderler", bilerek veya aldanarak Batı politikalarına hizmet etmiş ve Osmanlı'yı önce psikolojik olarak, daha sonra sosyolojik olarak ve en nihayetinde coğrafi ve siyasi olarak ayrıştırmada birer toplum mühendisi (sosyolojik aktör) olarak kullanılmışlardı. (1)
İmparatorluğun 19. yy başlarında I. Dünya savaşında mağlup olmasıyla da, Ortadoğu bölgesindeki hâkimiyetimizson bulmuştur. Savunmasız ve sahipsiz kalan Ortadoğu İslâm toprakları batılı devletler tarafından işgale uğrayarak yağmalanmış ve parçalanmıştır.
Günümüzde de dış müdahalelere maruz kalan Coğrafyamızda, Irak-Suriye-Libya gibi devletler; ABD ve partnerleri tarafından işgale uğratılmış, enerji kaynakları kontrol altına alınmış; ülkenin içindeki dinamikler birbirleriyle çatıştırılmak suretiyle sorunlar derinleştirilmiş ve çözümü imkânsız hale getirilen bölge, siyaseten de istikrarsız- güvensiz hale getirilmiştir. Adeta Ortadoğu Küresel güçlerin Vekaletensürdürdükleri savaş alanına dönüştürülmüştür.
Küresel şer güçler tarafından, bölgenin Tarihsel-Kültürel iki dinamik gücü olan Türkiye ve İran’a dayatılan Sünni-Şii mezhep çatışmasını tetikleyecek politikalar bu iki ülke tarafından uygulanmayarak, Batının mezhepsel ayrıştırma ve parçalayarak yok etme üzerine kurulu sinsi planları başarısız kılınmıştır. Bölge için planlanan ve kısmen başarısız olan BOP projesinde, ABD ve Rusya ile birlikte hareket eden AB ülkelerinin, jeopolitik hesapları böylelikle akamete uğramıştır.
Bölgesel güç olan Türkiye Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkaslarda, Orta Asya’da (Türk coğrafyasında) ve Kuzey Afrika’da hali hazırda yumuşak güç olarak etkisini sürdürmektedir.
Bölgemizde hâkimiyetini sürdürmek isteyen sömürgeci küresel şer güçler olan; ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya ve bunların her daim biricik müttefiki konumunda bulunan İsrail, jeopolitik ve jeo-stratejik hesaplarını alt üst eden ve etkisiz hale getiren Türkiye’nin uyguladığı politikalarından rahatsızlık duyduklarını her şartta dile getirmektedirler.
Türkiye’de 25 yıl boyunca CIA operasyon şefi olarak görev yapan Graham E. Fuller in “Türkiye ve Arap Baharı” adlı kitabında; “Gelecek dönemde bölgenin kendi içindeki esas mücadelenin Şii-Sünni çatışması olmayacağı, esas çatışmanın Sünni Dünyanın kendi içinde radikal-Selefi Sünnilik ile deyim yerindeyse Ilımlı-Demokrat-Özgürlükçü Sünnilik arasında bir mücadele olacağı”(2) şeklindeki görüşü; diğer bir ifadeyle arzusu, Sünni-Şii mezhep savaşından ümidi kesen küresel şer güçlerin B Planı olarak değerlendirilmelidir.
Bir toplumun sosyolojik bütünlüğünün parçalanması için, o toplum içinde farklı etnik ve dini kimliklere dışlayıcı özellik kazandırılması gerekir. Sosyolojik savaş, açık toplumu öncelikle etnik farklılıklar temelinde, aynı etnik kimliğe sahip kesimleri ise cemaat, mezhep ve lider aidiyetlerinin çizdiği sınırlarla birbirine kapalı özelliklere kavuşturmaktadır. Adeta, farklı cemaatler arasında farklı mezhep ilişkisi, farklı mezhepler arasında ise farklı din ilişkisi oluşturmaktadır. Farklı cemaat ve mezhep mensupları bu dışlayıcılığa bir eylem boyutu kazandırmasalar da, cemaat ve mezhep üstü bir dini dayanışma da ortaya koyamayacaklardır.(3)
Bir İngiliz projesi olarak Sünni kesimden ayrıştırılarak koparılan, Vahhabilik; 18 yy. da “Muhammed bin Abdul Vahab” tarafından itikadi ve ameli bir mezhep olarak kurulmuştur. Kendilerini İslam’ın reformcu ve yenileyicisi olarak gören bu anlayış Hz. Peygamberin şefaatini kabul etmez.
Ehl-i Sünnet Mezhebin ayrıştırılması-parçalanması ile İslam birliğine ilk darbenin vurulmasının üzerinden yaklaşık 100 yıl geçmiştir.
Sosyolojik olarak mezhepsel (Sünni-Vahhabi) tabanda ayrıştırılan İslam ümmeti daha da fazla küçük guruplara bölünmek istenmektedir. Yani Sünni tarikat ve cemaat yapıları birbirleriyle çatıştırılmak suretiyle ayrıştırılmakistenmektedir. Ülkemizin başına musallat edilmeye çalışılan Fetö fitnesi bu şekilde analiz edilmelidir. Bundan 40 yıl önce tohumu atılan Fetö fitnesinin küresel şer güçlerin B planı olduğu hususu göz ardı edilmemelidir.
Hattı zatında Ehl-i Sünnet akidesini parçalayarak, İslam birliğini yok etme süreci halen devam etmektedir.
“Aynı dinin mensupları, farklı liderler ve cemaatler içinde, birbirlerine farklı din mensubu muamelesi yapacak bir taassuba yönlendirilmektedir.” (4)
Sünni kesimden ayrıştırılan ahmaklar eliyle yürürlüğe konulan ve bir ABD-Vatikan projesi olan “DİNLER ARASI DİYALOG FETÖ (Fethullah Gülen)” mezhebinde; “La İlahe İllallah Muhammedun Resulüllah demeye gerek yok; LA İLAHE İLLALLAH demek kâfidir” denilerek, Peygamber’ siz bir din inancını yaymaya, böylelikle Sünni İslam inancına bir darbe daha vurulmak suretiyle ümmetin birliğini etkisiz kılmaya çalışmaktadırlar.
Bölgesel güç olan, Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması amacıyla, içeride küresel şer odaklarının işbirlikçi dinamiklerini harekete geçirmesi sayesinde; iç çatışmalara ve darbelere maruz kalması, bunu yaparken sahaya sürdükleriFetö’ nün nasıl ve ne şekilde kullanıldığına ve de uygulamaya çalıştıkları stratejilerine 15 Temmuz Hain İşgal Girişimi ve sonrasında şahit olduk.
SONUÇ
Sun Tzu’nun felsefesinde; Savaş sanatlarından en iyisi “düşmanlarının planlarını açığa çıkartmaktır”denilmektedir.
Ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafya Küresel şer devletler tarafından dıştan kuşatılmıştır. Bölgemizde hesapları ve emelleri olan ABD-Rusya-İngiltere-İsrail ve AB ülkeleri, amaçlarına ulaşmak için devlet merkezli savaşlardan kaçınmaktadırlar, savaşmadan kazanmak için yaptıkları Politik-İktisadi-Askeri planları uygulayarak mücadelelerini sürdürmektedirler. Bu sebeple kendi kurdukları devlet dışı aktörler (PYD-PKK-YPG) eliyle, yine bir biçimde kendilerinin kontrolünde olan silahlı para-militer gurupları ve El Kaide, DEAŞ gibi terör örgütlerini çatıştırmaktadırlar.
Terörizmle mücadele veya demokrasi ve özgürlük mücadelesi gibi araçsallaştırılmış bir takım söylemler ile yürütülen savaşlarla birlikte; güvensiz etnik mikro otonom bölgeler oluşturulmak suretiyle bölgesel güç olan Türkiye’nin çevresi kuşatılıp direnci kırılmak istenmektedir.
Diğer yandan Sünni İtikadi ve Ameli inancı parçalamak için Fetö yapısı kullanılarak, tarikat ve cemaatler birbirleri ile çatıştırılıp ayrıştırılmak istenmektedir.
Gelinen noktada düşmanlarımızın planları açığa çıktı, deşifre oldu. Planların deşifre edilmesi, onları geçersiz kılmanın ilk ve en önemli adımını teşkil eder. Planları geçersiz kılmanın yolu onları etkisizleştirecek karşı operasyonların hayata geçirilmesidir. Bunu yaparken sert güç unsurları kadar yumuşak güç unsurları da bir o kadar önem arz etmektedir.
Türkiye dışarıda TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Maarif Vakfı, Kızılay, Diyanet Teşkilatı gibi kurumları eliyle yürüttüğü çalışmalar kararlılıkla devam ettirmelidir. Bununla birlikte; içeride de; başta Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın görev tanımlamaları yeniden yapılarak; özellikle Fetö terör örgütü ile mücadelede aktif bir biçimde görevlendirilmeleri gerekmektedir. 14.09.2017
e-mail:Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Araştımacı: Çetin ZAMANTIOĞLU
1-Yusuf Çağlayan, “Osmanlıdan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş”, Etkileşim, İstanbul.
2-Graham E. Fuller, “Türkiye ve Arap baharı”, Eksi Kitaplar, 2.Baskı-2017, Ankara.
3- Yusuf Çağlayan, “Osmanlıdan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş”, Etkileşim, İstanbul.
4-A.g.e.