Salı, 20 Aralık 2016 00:00

Halep’e Yol Açan Yürekler Yoldaydı…

Yazan
Öğeyi Oyla
(1 Oyla)

İHH’nın “Internationale Humanitaere Hilfs Organisation”, “İnsani Yardım Vakfı” düzenlemiş olduğu ve aynı zamanda Diyanet İşleri Reisimiz Mehmet Görmez’in de açık destek verdiği yardım konvoyu 14 Aralık ta Reyhanlı/Hatay’a doğru yola çıkmıştı.

Kazlıçeşme meydanında toplanan “Halep’e Yol Açılsın” konvoyuna bizde ASDER ve ASSAM ekibi olarak katılmıştık. Kuruluşumuzdan itibaren adaletin tesisine gayret eden bizler tüm dünyanın gözlerini kapadığı bir katliamı görmezden gelemezdik. Duyarlı her vatandaşımız gibi bizde arkadaşlarımızla orada hazırdık.

Konvoyumuz yapılan düzenlemenin ardından tan hareket etmek üzereydi ki aracımızın camına genç biri dokundu ve camı açmamızı rica etti. Camı açtığımızda arkadaşımız bize hitaben; “Siz Hatay’a kadar gidiyor musunuz? Gidiyorsanız sizden bir ricam olacak. Ben maaşımı daha yeni aldım. Hatay’a gelemiyorum. Biliyorum belki ihtiyacınız yok ama ben gelemediğim için aracınızın yakıtına katkı sağlamak istiyorum. Lütfen şunu kabul ediniz.” Diye bize elli lira uzattı.

Onu aldım ve kardeşim inşallah emanetini gerçekten ihtiyacı olan Suriyeli bir aileye ulaştıracağız. Sonrasından kardeşimizin duyarlılığına hayran bir şaşkınlık ile arkasından bakakaldım. Yanımda ki arkadaşım; “abi bu yiğidi neden bıraktın? Çeksene bir fotoğraf “ diye ikazı ile kendime geldim ve arkasından koşturdum. Az ilerde bir başka aracın yanında durdu ve aynı cümleler; “Ben maaşımı daha yeni aldım…” Duygusallığım iyice artmıştı. İlk karşılaşmada dolan gözlerim yaş akıtmaya başlamıştı. Bu yürekler oldukça sırtımız yere gelmezdi. Sendeleyerek düşmüş olan Müslümanların ayağa kalkacağının müjdecisiydi.

Yolculuğumuz başlamadan bereketi ile fiili dualarla başlamıştı. Tam hareket edecektik ki üyelerimizden birinin 11 yaşında olan çocuğu Muhammed İkbal babasının ceketinden tutmuş hayır bende geleceğim diye ağlamaya başlamıştı. Babası üç-dört günlük bir seyahat olduğunu ve kendisi için uygun olmadığını anlatsa bile bir türlü sakinleştiremiyordu Muhammed İkbal’i. Hıçkırıklara bürünmüştü. Gözyaşları sel olmuş akıyordu. Babası arabanın kapısından onu çevirmeye çalışsa da o kendisini arabanın içerisine atabilmek için çırpınıyordu. Babası onu tutmakta zorlanıyor ve bir türlü evladını sakinleştiremiyordu. Üst üste yaşadığımız bu hadise neydi Allah’ım. Bu nasıl bir iman ve şuur idi. Yarım asırlık bir ömrümüzün neticesinde edindiğimiz mazlumun yanında olma hissiyatımız genç bir kardeşimiz de ve çocuk denecek yaşta bir evladımızda dışa yansıyordu.

Nihayet yola çıkmış ve ilk durak olarak Sakarya Serdivan Kapalı Spor Salonun da konaklamıştık. Katılım oldukça yüksekti. Katılımcılar Halep’te zulüm altında bombalanan insanlık için tek yürek olmuştu. Konuşmacılar hep bir ağızdan insanlık dramına dikkat çekiyorlardı. Serdivan kapalı spor salonunda tekbir yürek tek bir yumruk ve tek bir ses vardı.

Dikkatimi çeken hususlardan biri Sarık ve cübbesi ile konuşan zalimlere meydan okuyan ve onları Allah’a havale eden Metin Balkanlıoğlu hocanın Sakarya valisi Hüseyin Avni Coş tarafında yürekten alkışlanmasıydı. Bugüne kadar sarıkla, cübbeyle, din adamları ile arasına mesafe koyan devlet onları alkışlıyordu. Elbette bu güzel bir gelişmeydi. Birlik ve beraberliğimize katalizör vazifesi görecek önemli bir davranış olmasıydı. Bir asırdır aramıza ekilen nifak tohumları artık yok olmuştu. Millet birlik ve beraberliğin coşkusunu yaşıyordu.

Ertesi gün Konya ve sonrasında Reyhan’lı da yapılan programlarda da aynı vurgular yapılıyordu. Özellikle Nisa Suresi 75. Ayeti Kerimede buyrulan “Size ne oluyor da: 'Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lütfet' diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” emrine icabet eden bir topluluk olmak arzusu beliriyor ve vurgulanıyordu.

Elbette bu topluluk savaşa değil sahip çıkmaya gidiyordu. Savaşmak bu sivil eylemcilerin görevi değildi belki ama bunu ilgili devlet ve çevrelere hatırlatıyordu. Çünkü onlar biliyorlardı ki; “Ey iman edenler! Size ne oldu ki, «Allah yolunda savaşa çıkın!» denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.” Tövbe 38 ve yine “Sefere çıkmanız (Allah’a ulaşmak için ruhunuzu Sıratı Mustakîm’e ulaştırmanız) hariç, (savaşa gönüllü olarak katılmadığınız taktirde) size elim bir azapla azap eder. Ve sizden başka bir kavimle (sizi) değiştirir.” Tövbe 39 ayeti kerimeleri mucibince bu vazifeyi üstlenmediğimiz takdirde yüce yaratan bu vazifeyi yerine getirecek bir topluluk getirecekti.

Elbette bu vazifeyi üstlenmenin birçok metodu vardı. En önemlisi maddi seferberlikti. Madem fiilen kardeşlerine yardıma koşamıyorlardı o zaman Tövbe Suresi 41 ayeti kerimede emir buyrulan “Mal ile seferberlik” emrine uymalıydılar. Onlarda öyle yaptılar ve imkânları ölçüsünde malları ile Halep temsilinde Suriyeli kardeşlerine desteğe koyuldular.

Katılımcılar ülkenin ve hatta dünya’nın çeşitli bölgelerinden katılmışlardı. Bir birlerini tanımayan binlerce insan kırk yıllık dost gibi birbirine destek oluyor ihtiyaçlarını görmeye çalışıyordu. Birileri her araca çay demlemeye müsait pratik çay bardakları dağıtıyor. Birileri araçlara bayrak ve çıkartmaları yapıştırıyordu.

Konvoy organizasyon ekipleri işlerinde son derece profesyoneldi. Seyahat süresince en ufak bir hata ve eksiklik olmadı. Katılımcılar spor salonlarında ve camilerde konaklıyor ve bundan en ufak bir rahatsızlık duymuyorlardı. Birçok katılımcının ağzından hiç olmazsa bu üç-dört gün Halepli kardeşlerimizin hayat şartlarını hissedebilmek adına sokaklarda kalalım diyordu. Hem de soğuk, kar ve yağmura rağmen…

Reyhanlı’ya ulaşan yangın yürekler düzenledikleri miting ile Rusya, ABD, İran ve Eset rejimi başta olmak üzere dünya’ya kararlılığını gösterdi ve Halep başta olmak üzere Suriye'deki zulmün durmasına katkı sağlamazlarsa bu milletin neler yapabileceğinin sinyalini de vermiş oldular. Dünya kamuoyu Türkiye’nin bu meselede benimsediği tutumunu bu oluşumla bir daha anlamış oldu. Türklerin kararlı olduklarını ve kardeşlerinin katledilmesine asla müsaade etmeyeceklerini net bir tavırla görmüş oldular.

Türkiye başta olmak üzere Müslüman devletler dağılmış İslam birliğini kurmak zorundadırlar. Bugün Müslümanların üzerine yağan bombalardan yakın komşu olarak biz ve Müslüman devletler sorumludurlar. Bu meselede sessiz kalmak bize yakışmaz. Biz tarafız ve tarafımız da din kardeşlerimizin yanıdır. Yapacağımız faaliyet ve girişimlerle İslam ittifakına katkı sağlamalı ve bu ittifaka giden yolları açık bulundurmalıyız. Çünkü biliyoruz ki son İslam Devleti Osmanlı’nın dağılması ile yerine kurulan devletlerin başına kukla yönetimler getirilmiş ve İslami değerlerin öne alındığı bir eğitim sisteminden uzaklaştırılmışlardır.

Bugün Müslümanların bu şekilde bombalar altında öldürülmesinin sebebi başsız olmasıdır. İslam ülkelerine önderlik edebilecek sözü dinlenebilecek bir devletin olmayışıdır. Bugün gelinen noktada Türkiye’nin bu boşluğu kısmen doldurmakta olduğunu görmekteyiz. Ülkemizde artan terör ve suikast olaylarının da gerekçesi budur. Ülkemizin güney coğrafi bölgesinde yani Ortadoğu’da yeniden bir yapılanma söz konusudur. Bu yapılanma bölgedeki istikrarı bozucu ve kontrol altına alıcı bir planın sonucudur.

İşte 14 Aralıkta başlayan bu eylem bölgemizde yapılmak istenen bu planın bozulması için atılan adımlardan sadece biridir. Biz biliyoruz ki gerek Müslüman halkaların refah ve huzuru, dünyada barışın sağlanması ancak İslam’ın dünya siyasetini yönlendirmesi ile mümkün olacaktır. Eğer yarınlara barış ve refah içerisinde bir dünya bırakmak istiyorsak yapmamız gereken yüreklerimizi ortaya koyarak topyekûn birlik ve beraberliğimizle mücadelemizi sürdürmemizdir.

Unutmayınız eğer inanıyorsanız zafer sizin olacaktır!

Okunma 5078 defa Son Düzenlenme Salı, 20 Aralık 2016 18:33
Bu kategoriden diğerleri: « Yüzyılın Buluşu DAİŞ
Yorum eklemek için giriş yapın