Salı, 07 Ocak 2014 20:25

İslam Barış, Güvenlik ve Dayanışma Kuruluşu

Öğeyi Oyla
(1 Oyla)

GİRİŞ: 

İnsan toplulukları, kavimler ve milletler, tarihin çeşitli safhalarında, peygamberler, veliler, filozoflar, düşünce adamları, şairler ve edipler tarafından aydınlatılmışlar; onların tebliğleri, sözleri, fikirleri yol gösterici, yüceltici, mutluluk verici ve medeniyetlerin kaynağı olmuştur.

İslam’la şereflenmiş halklar ve bizim milletimiz, Türkler de, köklü tarihimiz boyunca, içinden pek çok aydınlatıcı fikir ve gönül adamları yetiştirmiştir. Bu müstesna kişiler, özellikle toplumun karanlığa ve karamsarlığa doğru gittiği dönemlerde birer güneş gibi ufku aydınlatmışlar ve insanlara cesaret, atılım ve yükselme ruhu kazandırmışlardır.

Bilge Kağan’dan, Hoca Ahmet Yesevi’ye, Nakşibendi Hazretlerinden Mevlana ve Yunus Emre’ye, Hacı Bayram Veli’ye, “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” diyen İsmail Gaspıralı’ya, Dr. Muhammed İkbal’den, İstiklal şairimiz Mehmet Akif ‘e kadar yüzlerce devlet adamı, mütefekkir, şair, kalem ve kelam erbabı İslam-Türk dünyasını aydınlattılar, cehalet ve esaretten kurtuluş yolunu gösterdiler.

Bu gün, bu aydınlatma ve aydınlanma hareketleri açısından İslam Dünyasına baktığımızda, gördüğümüz manzara maalesef bir “fetret devri”dir. Temiz ve serin sular gibi ruh ve fikir tarlalarımızı yeşerten kaynaklar gürlüğünü kaybetmiş, zayıflamıştır.

Ruh ve fikir dünyamızı parlatan aydınlığın soluk renklere dönüşmesinin, şüphesiz ki temel sebepleri vardır; Dünyevi heveslerin, hesapların benliğimizi istila etmesi, materyalist hedeflerin ön plana geçmesi ve “idealist” yönelişlerden uzaklaşma, “idealizm boşluğu” “pragmatik” dünya görüşünün yaygınlaşması gibi faktörlerin etkileri üzerinde durulup incelenebilir. Manalı tahliller yapılıp, neticelere varılabilinir. 

 

I. İslamafobya politik-organize

Fakat içinde yaşadığımız çağın, kalbimizi burkan, zihnimizi ve ruhumuzu huzursuz kılan acı gerçeği şudur ki dünyamızın çok geniş kısmı istikrara kavuşmuş ve barış içinde yaşarken; savaşların arka arkaya devam ettiği, dış saldırı ve iç çatışmaların çok sayıda insanların hayatına son verdiği, tarihte medeniyet merkezleri olmuş şehirlerin harabe haline getirildiği, milyonlara varan masum insanların sefalete sürüklenip, kamplarda sığınmacı durumuna dönüştüğü ülkeler bizim İslam bölgemizdedir. Orta ve uzak doğudandır.

İslam Dünyası, ülkeleri ve topluluklarının bugün merkezi, birleştirici karar birliği ve dayanışmayı sağlayıcı bir kurumsallıktan mahrum olmaları, içinde yaşadığımız dünya jeopolitiği bakımından aleyhlerine netice vermekte ve pek çok kayıplar ve felaketlere uygun zemin hazırlamaktadır. Bu elem verici durumu açık olarak görmek için sadece şu 2 tespit yeterlidir:

1. Bugünkü dünyada istikrarlı ve güvenli bölgeler:

Dünyamızın, hâlihazırdaki jeopolitik manzarasına genel bir analiz açısından baktığımızda; 2. Dünya Harbi ve bloklar arası soğuk savaşın nihayete ermesinin sonrasında barışın hâkim olduğu, istikrara kavuşmuş, insanlarının güvenlik içinde yaşadığı, geniş, kıtasal büyüklükte ülke ve bölgeleri hemen görürüz. Bunlar, dışarıdan kendilerine saldırı olmayan: Amerika Birleşik Devletleri (ABD) aynı zaman da ‘Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Bölgesi’ (NAFTA Antlaşması)  ile Kanada ve Meksika ile birlikte Amerika kıtasının kuzeyindeki çok geniş bölgeyi barış ve istikrara kavuşturmuştur. Halen dünyada tek ‘Süper Güç’tür.

Avrupa Birliği (AB) asırlar boyu süren savaş ve her iki dünya harbinde büyük kayıplara uğrayan batı Avrupa devletleri özellikle Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya ve diğerleri 1955 Roma Antlaşması ile kısa sayılacak bir süre sonunda ‘Birlik’ haline gelmiş, savaş dönemleri gittikçe uzaklaşmış barış, istikrar ve güven sağlanmıştır. Rusya, Sovyet rejiminin sona ermesi ve demokrasinin tesisinden, sonra kıta Çin’i ise özellikle ekonomik sistemin liberalleşmesi ve dışa açılmasını müteakip, doğuda Uygur Türklerinin yaşadığı bölge dışında, ülkenin hemen tümünde barış ve güvenlik mevcuttur.

Dünyamızın bu geniş barış bölgelerine yenilerinin eklenmesi çalışmaları da vardır ki bunlar BRİCS ülkeleri olarak ifade edilmektedir. Brezilya, Rusya, Hindistan (İndia), Çin (Esasen hâlâ bu vasıftadırlar.) ve Güney (South) Afrika; çatışmaların dışında kalan barış sahalarıdır, çalışmaların başlangıcında ülkemiz Türkiye’nin de adı zikredilmişse daha sonraları dışarıda tutulmuştur.

2. Güney Afrika’da siyah yerli halkın haklarının Nelson Mandela’nın öncü liderliğindeki mücadelelerden sonra, batılı devletlerin de desteği ile kendilerine verilmesi Angola, Biafra, Mozambik çatışmalarının anlaşmalarla sonuçlandırılması bu bölgelere barış getirmiştir. Kongo, Ruanda ve Uganda gibi orta siyah Afrika’da vukuu bulan vahşi kabile katliamları da son bulmuş görülmektedir. Fakat 2013 yılının sonlarında Merkezi Afrika Cumhuriyetinde nüfusunun yüzde 80’ini teşkil eden Hıristiyanlar azınlık Müslümanlara katliam uygulamakta ve bu ülkeye sevk edilen, eski müstemlekeci Fransız askeri birlikleri bu faciaya fiili müdahale etmektedir; Müslümanlar can kaybına uğramaktadırlar.

Şüphesiz ki zengin kaynaklara sahip siyah Afrika halkı eski kolonizatörler tarafından sessiz bir sömürülme süreci içindedir. Fakat çok büyük kayıplara yol açan kanlı çatışmalar yoktur.

 

II. Yukarıda işaret ettiğimiz dünyamızın iki geniş barış, istikrar ve en azından çatışmazlığın sürekli sağlandığı bölgelerinin dışında kalan İslâm Dünyası’nda bu durumun tam aksine dış saldırıların, iç savaşların, yüz binler, hatta milyonla ifade edilen ölümlerin, yaralanıp sakat kalmaların, kargaşalık ve istikrarsızlığın sonu gelmemektedir. İslâm ülkelerinin içine sürüklendiği savaş, çatışma, katliam, istikrarsızlık ve tahribatı anlamak, idrak edebilmek için sadece son 30-35 senedir meydana gelen felaketleri doğudan batıya hatırlamak yeterlidir:

Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ın işgali; ardından halen devam eden iç harp; uzun seneler süren Irak-İran Savaşı ve milyonu aşan toplam insan kaybı; Filistin halkının kendi toprakları üzerinde kendilerine uygulanan devlet terörü; ABD’nin silahlı kuvvetlerinin Irak’ı 2 kere işgal etmesi; Moğol istilasını hatırlatan zulümlerin ortaya çıkması; Ermeni teröristlerin diplomatlarımızı şehit etmeleri Kıbrıs harbi ve hemen arkasından 1980’lerden itibaren Türkiye’nin maruz kaldığı PKK terörü toplam 40 bini aşan insanımızın katledilmesi; Cezayir’de büyük insan kaybına sebep olan iç harp, Arap baharında istikrarsızlaşan, kargaşalıkların hüküm sürdüğü Tunus, Mısır, Yemen ve diğer Arap ülkelerindeki çatışmalar, ölümler; Bosna-Hersek’te 250 bin Müslüman’ın çatışmalarda, toplama kamplarında, katliamlarda hayatlarını kaybetmeleri, şehit olmaları, Kosova harbi şimdiden (Aralık 2013) 100 bini aşmış Suriyelinin iç çatışmada öldürülmeleri; Kafkaslar’da Çeçenistan ve Azerbaycan’da Kızıl Ordu birliklerinin müdahaleleri, Ermenistan’ın Hocalı Katliamı ve Karabağ işgali hayatını kaybeden Müslümanlar, Uzakdoğu’da Miyanmar ve Filipinler’de köyleri yıkılan, yakılan ve katledilenler… Şüphesiz ki bu listede sayılan savaş, çatışma ve kayıplar bu satırları okuyan hemen her okuyucunun hatırlayacağı elim, yüreğimizi yakan acı gerçeklerdir. Güzel vatanımız Türkiye’de de halen terör örgütlerinin vahşi eylemleri, insanlarımızı şehit etmeleri, okul ve iş şantiyelerini yakmaları, bomba patlatmaları, adam kaçırmaları, esnaftan haraç almaları bu satırların yazıldığı tarihe kadar (Aralık 2013) tamamen son bulmamıştır.

Neticeyi çok kısa bir şekilde özetlersek, dünyada, 21. Asrın başlarında kıtasal büyük alanlarda çok sayıda ülkelerde barış, istikrar ve güven iklimi hâkimken ve oralarda milyarlarca insan huzur içinde yaşarken, maalesef saldırılara uğrayan, iç savaş, terör, katliam ve kargaşalık felaketlerine maruz kalan sadece İslam Dünyası ülkeleridir. Ülkelerimizin üzerinden felaket yangınlarının dumanı ve mağdurların acı çığlıkları yükseliyor, facialar birbirini takip ediyor.

 

III.  İslam ülkelerinin içine sürüklendikleri bu karanlık tabloya her seviyede sorumlu ve yönetici durumda olanlar seyirci kalamaz ve kalmamalıdır. Durumu tersine çevirecek barışı,  adaleti, istikrarı teminat altına alıcı yeni bir girişim ve hamleyi gerçekleştirmeli ve uzlaşmazlıkları çözücü, çatışmalara sürüklenmeden barışı sağlayıcı yeni bir yapılanmayı birlikte kurmayı başarmalıdırlar. Uyuşmazlıklar sulhçu mekanizmalar vasıtasıyla giderilmelidir.

Batı ülkeleri ihtilaflarını çatışmaya sürüklenmeden çözüp uzlaşma mekanizmalarını bulmuş ve bunları kurumsallaştırmışlardır. Benim de heyet başkanı olarak Türkiye’yi Asamblelerinde senelerce temsil ettiğim ve bir süre ikinci başkanlığını yürüttüğüm ‘Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’ (AGİT) bu maksatla kurulmuş önemli, etkili bir Avrupa devletleri arası kuruluştur.

Yeni adıyla mevcut “İslam İşbirliği Teşkilatı” barış getiren fonksiyonu sağlayamamıştır. Çünkü kuruluş hedefi ve yapılanması farklıdır. Merkezi Cidde’de bulunan bu önemli kuruluş son 45 senedir İslam Dünyasında baş gösteren iç ve dış çatışmaları önleyememiştir.

İslam ülkelerini bir araya getirecek böyle bir barış ve güvenlik kuruluşu (İslam Barış ve Güvenlik Teşkilatı) bu yüksek hedefi gerçekleştirecek tarihi bir başarı olacaktır.

Türkiye burada ilk adımı atmakla tarihinden aldığı şerefli mirası çağımızda da devam ettirmiş olacak, İslam Dünyası’nın barış ve güvenliğinde öncü bir görev görecektir. “İslam Barış ve Güvenlik Teşkilatı”nın merkezi İstanbul olabilir. İstanbul’un coğrafi konumu, tarihi birikimi ve bugünkü gelişmişliği onun bu şerefli görevi yüklenmesine müsaittir.

Okunma 3136 defa Son Düzenlenme Salı, 07 Ocak 2014 20:57
Yorum eklemek için giriş yapın