MISIR 'da; Tunus'ta meydanların ateşi küllenmeye başlarken, aynı gerekçelerle, Mısır'da da 24 Ocak 2011 tarihinden itibaren Google, Youtube ve Twitter gibi siteler üzerinden haberleşerek Tahrir Meydanını toplanma alanı olarak seçen, başını Müslüman Kardeşler liderleri ile Uluslararası Atom Enerjisi Başkanı Nobel ödüllü Baradey'in çektiği ve bütün muhaliflerin ve hatta bir çok kamu kurumunun katılımı ile oluşan kalabalıklar üçüncü haftasında, 30 yıldır Devlet Başkanı olan Hüsnü Mübarek'i 11 Şubat 2011 Tarihinde istifa ettirmiştir. Öncesinde, kalabalıkların dağıtılması için Mübarek'in görevlendirdiği Ordu halkla karşı karşıya gelmek istememiş, yardımcı olarak göreve getirdiği İsrail yanlısı Ömer Süleyman da halkın istememesi üzerine istifa etmiştir.
Sonunda Ahmet Şefik Başkanlığındaki hükümet iş başında kalmış, “Yüksek Askerî Konsey” yetkileri üzerinde toplamış, parlamento fesih edilmiş, Anayasa askıya alınmıştır. Yüksek Askeri Konsey geçiş döneminin 6 ay kadar süreceğini, bu süre içinde Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerinin yapılacağını açıklamıştır. Kalabalığı dağıtmak için Tahrir Meydanına asker sevk edilmiş, ancak muhalif gruplar dağılmayı kabul etmemiştir.
Tunus ve Mısır Diktatörlerini deviren halk ayaklanmaları, Yemen, Ürdün, Suriye, Cezayir ve Suudi Arabistan'a da sıçramış, ancak Tunus ve Mısır'daki kadar etkili olamamıştır.
PROTESTOLARIN YOĞUNLAŞTIĞI ÜLKELERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ:
Bu ayaklanmaların, Ülkelerin milli muhalif grupları tarafından, kendi inisiyatifleri ile mi başlatıldığı, yoksa ABD ve Batı tarafından mı organize edildiği; akabinde kurulacak sistemlerin bağımsızlıklarını muhafaza etmeyi başarabilecekler mi? Yoksa, eski tas eski hamam mı olacağı hususları zihinleri kurcalamaktadır.
Halk Ayaklanmalarının etkili olduğu Arap Ülkelerinin ortak özellikleri, dikta ile yönetilmeleri, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzlukların geniş halk katmanlarını etkisi altında bulundurmasıdır. Özgürlüklerin kısıtlandığı, alt kademe devlet görevlilerinin bile 100-150 dolar aylıkla çalıştırıldığı, rüşvetin ve kayırmanın geçim kaynağı olduğu bir sosyal ve ekonomik ortamda bulunmalarıdır.
SÜPER GÜÇLERİN ORTAK HEDEFLERİ;
Dünya liderliği için mücadele veren ABD, AB, RUSYA, JAPONYA, ÇİN ve HİNDİSTAN gibi süper güçlerin ortak hedefi bâkir kaynaklara, stratejik konuma ve az gelişmişlik özelliklerine sahip İSLAM COĞRAFYASIDIR. ABD; bu Coğrafyaya ASKERÎ GÜÇ kullanarak hakim olunamayacağını, Irak ve Afganistan seferleri sonucunda kabul etmiş (Afganistan işgali SSCB'i dağıtmış, Afganistan ve Irak Harekatı ABD'yi krize sürüklemiştir); kontrolü ise yandaş hükümetler vasıtasıyla sağlayabileceğini anlamıştır. Bunun için de, silahlı güç kullanmadan ve hedef ülke halkını da karşısına almadan, amaçlarına ulaştıracak projeler geliştirmiştir.
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİN AMACI:
“Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi” diğer adı ile “Büyük Ortadoğu Projesi” nin (BOP) amacı; ABD'nin liderliğinde batıda Fas, Moritanya, doğuda Orta Asya ve Moğolistan, kuzeyde Kafkasya ve Türkiye, güneyde Arap Dünyası'ndan Somali'ye kadar uzanan bir coğrafyada yer alan ülkelere yönelik siyasi, hukuki, bilgi/eğitim, ekonomi, sosyal ve güvenlik boyutlarını içeren kapsamlı bir "İslam Coğrafyası" dönüşüm stratejisi olup, bu alanlarda uzun vadeli bir değişimi hedeflemektedir.
BOP'un üye ülkelere açıklanan amacı özetle; “Bölge Ülkelerini demokratikleştirmek, ekonomik ve siyasi istikrar kazandırmak” olarak ifade edilebilir.
Jeo-Stratejik konuma sahip İslam Devletleri henüz, bu günkü gelişmişlik kategorisindeki batılı devletlerin, iki Dünya Harbi arasında uyguladıkları totaliter rejimler ile yönetilmektedirler.
Bu milletlerin elitlerinin çocukları ise, geniş özgürlüklerin ve adil paylaşılmış yüksek ekonomik imkanların hakim olduğu ülkelerde eğitimlerini tamamlamaktadırlar.
Başta ABD olmak üzere, gelişmiş Batı Devletlerinin; Ortadoğu Ülkelerindeki totaliter sistemlerin er-geç değişeceğinin bilinci ile, kontrolü elden kaçırmamak için, bu değişimi bizzat planlamalarından daha doğal bir durum düşünülmemelidir.
BOP 'u da bu düşüncenin tabii sonucu olarak kabul etmek gerekmektedir.
MÜSLÜMAN MİLLETLERİN ÇIKARI NEREDEDİR?
Süper güçlerin ortak hedeflerini, Büyük Ortadoğu Projesini ve bunların ışığında, Tunus ve Mısır ile birlikte bütün İslam Coğrafyasındaki protesto gösterilerini ve halk ayaklanmalarını düşündüğümüzde; bu hareketlenmelerin, ABD ve Batı ile el-ele, diz-dize olan otoriter yöneticiler tarafından müştereken planlanmış olabileceği ihtimali ağırlık kazanmaktadır. Eğer böyle ise, sırada başka ülkeler de var demektir.
Dış güçlerin, hedef seçtikleri Ülkelerde, iktidarı açıktan destekler iken, özellikle meşru olmayan muhalefeti el altından destekledikleri; uzun vadeli çıkarı hangisinde ise ona olan desteği arttırırken, menfaat görmediğinden desteği kestiği de, bilinen, bayatlamış olsa da, çok kullanılan bir siyaset stratejisi olduğu da malum bir gerçektir.
Tunus'ta ve Mısır'da halk hareketlerine karşı, totaliter liderler devrilmeden, askeri birlikler devreye sokulmamış, ancak devrildikten sonra halkın kurtarıcısı rolünü üslenmişlerdir. Bu uygulamalar, halk ayaklanmasının hakim olduğu Ülkelerde yeni yönetimlerin; ABD, devrik liderler ve duruma hakim olan Silahlı Kuvvetler tarafından müştereken kurulacağı kuşkusunu zihinlere getirmektedir.
Diğer yandan, İran'a saldırttırılan, 1990'lı yıllarda Ülkesinin ve bölgenin lideri haline getirilen, ABD'nin sadık adamı devrik Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in, rolünü tamamladıktan sonra, bizzat kullanıcısı tarafından hayatına son verdiği de düşünülür ise, İslam Coğrafyasındaki diktatörlerin kullanıldıktan sonra bir kenara atılabilecekleri de hesaba katılmalıdır.
Şimdi önemli olan, direnişi organize eden muhalif gruplar bu oyunun neresindedir? Onlar da kullanılıyorlar mı? Yoksa işin farkında mı değiller?
Müslüman Milletlerin büyük ümit bağladığı Türkiye'nin de, mazlum milletlerin, kurtlar sofrasında ziyan olmaması için, geleceklerinin yeniden inşa edilmesinde, birikimlerini, sistemimizin faydalı ve mahzurlu taraflarını dikkate alarak, ehil heyetlerle Müslüman devletlerin siyasi reform çalışmalarına katkıda bulunmalıdır. Meseleyi, Hükümetimiz birer proje olarak ele alabileceği gibi, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ), üniversitelerimiz, araştırma merkezlerimiz ve bilim çevrelerimiz laboratuvar gibi çalışarak, siyasî sistemleri araştıracak enstitü kurarak, bu ülkelere uygun çözümler oluşturmalıdırlar.
Tunus, Mısır ve diğer Müslüman Devletlerin Silahlı Kuvvetleri, oluşacak otarite boşluğunu kendisi doldurarak, askeri siyasetin içine sokmamalıdır. Askerin görevi sınırlar dışından gelecek tehditlere karşı ülkeyi korumak olmalıdır. İçerde sert tartışmalar, cepheleşmeler, hatta silahlı çatışmalar bile olsa, ordu dışa karşı olan duruşunu değiştirmemelidir. İç siyasetle ve iç güvenlikle ilgilenmemelidir. Eğer iç siyasete bir bulaştırılırsa, ne ordu bundan yakasını sıyırabilir, ne de milletleri Ordudan yakasını kurtarabilir.
Halk ayaklanmasına önderlik eden muhalif gruplara büyük görev düşmektedir. Temel meselelerde ihtilaf etmemelidirler. Sistem oturmadan iktidar mücadelesi başlatmamalıdırlar. Dış güçlerle, iç politik menfaatleri için iş birliği yapmamalıdırlar. Açıkçası, kendilerini kullandırmamalıdırlar.
Bir diktayı yıkmak kolay değildir. Yıkılan diktatörlük de olsa, yerine yeni bir sistem kurup işletmek çok daha zordur. Ülkelerinin sorunları kısa sürede çözülecek basit sorunlar değildir. Sosyo-kültürel, ekonomik, teknolojik, ilmi, eğitim, alt yapı sorunları, gelir düzeyinin arttırılması ve dağılımının düzeltilmesi, çağdaş ileri ülkeler hedef alındığında, en erken 50 yılda çözülebilir. Adil ve hukukun üstünlüğüne dayalı, parlamenter demokratik bir sistemin tesisi, ülkenin kaostan ve istikrarsızlıktan çıkarılması da buna yakın bir zamana ihtiyaç gösterir. Mevcut sorunların; işsizlik, yoksulluk ve yolsuzlukların çözümlenmesindeki gecikmeler huzursuzlukları arttırır. Huzursuzluklar protestoları doğurur. Protestolar kaos ve istikrarsızlığın mayasıdır.
Bu nedenlerle, Mısır, Tunus ve sıradaki ülkeleri kargaşa ve istikrarsızlığın beklediği kendileri ve dostları tarafından bilinmelidir.
Ayaklanma rüzgarları kendi ülkelerine henüz ulaşmayan liderler, bu rüzgarı beklemeden normalleşme sürecini başlatabilirlerse, çalkantının daha az olacağı bilinci ile hareket etmelidirler.
Dış güçler ve ABD, İslam Ülkelerinde bir değişimi destekliyor ise, bu ülkelerin kendi ayakları üzerinde durmaya muktedir olabilecekleri 40-50 yıllık bocalama dönemlerinde, bu ülkelerin imkanlarını kendi çıkarları için kolaylıkla yönlendirebileceklerini düşündüklerindendir. Bu durumu kavrayabilen şuurlu liderlerin öncülüğünde olabilen ülkeler, kendi içlerinde birliği temin ettikten sonra İslam Birliği için gayret göstermelidirler. 14 Şubat 2011
Adnan Tanrıverdi
Emekli Tuğgeneral
ASSAM Ynt. Krl. Bşk.