Pazar, 08 Eylül 2013 17:33

Papaza Kızıp Hacdan Vazgeçilmez!

Yazan
Öğeyi Oyla
(2 oy)
Hac Hac Kabe-i Muazzama

Son olarak Mısır’da baş gösteren olaylar başta olmak üzere dünyanın her tarafında Müslümanlar bir şekilde zulme uğramaktalar.

Üstelik bu olaylarda muktedir olanlar Siyonizm başta olmak üzere İslam karşıtı olan din ve toplumlara bir nevi taşeronluk yapmaktadırlar. Bunların başında da Suudi Arabistan gelmektedir.

Suudların darbeci kesimlere destek olmaları ve zulme taraftar olmaları, İslâm âlemini derinden yaralamaktadır. Bunun temelinde İslam âleminin kıblegâhı ve hac ibadetinin merkezi olan Kâbe’nin de bulunduğu mukaddes toprakların Suudi Arabistan’da olması yatar.

Bu vurdumduymazlık ve geleceği okuyamama tavrı mazlum birçok Müslümanın şehadetine sebep olmaktadır. Üstelik İslam âleminin Halifeden mahrum olması da bu mahzunluğu bir kat daha artırmaktadır.

Gönlü kırgın ve gözleri önünde öldürülen kardeşlerine bir destek verememenin acısı ile kıvranan müminlerin bu duygusallığı karşısında güya ders vermek maksadı ile hac ve umreye gidilmemesi yönünde bazı bilim adamlarının protesto teşvikli açıklamaları olmaktadır. Böylelikle Suudi Arabistan’a bir ders verilecek, dışlanmış olduğu imajı verilerek zulme uğrayan Müslümanların lehinde olmaları sağlanacaktır. Ya da en azından tepki gösterilmiş olacaktır.

Bu teklifi ilk duyduğumda “Papaza kızıp oruç bozmak” şeklinde dilimize yerleşmiş olan atasözümüzü hatırladım. “İlgisiz bir şeye kızıp, hıncınıtamamen bambaşka bir şeyden çıkarmak anlamında kullanılır.” Papaz adım adım Cehenneme giderken, bir Müslümanın onun asiliğine kızıp orucunu bozması ne kadar doğru olabilir.

Kaldı ki Hac meselesinde Suudi Arabistan’ın birtakım çalışmaların olduğunu ileri sürerek hacca gelinmemesi yönünde teşvik ve talepleri de bulunmakta. Bu durumda siz kimi nasıl protesto edeceksiniz? Adamlar daha dünden razı Hacca gelmemenize. Ekmeğine yağ sürmüş olacaksınız yani.

İslam âlemindeki zulüm karşısında dua için bir araya gelindiği, duygu selinin had safhada olduğu bir dönemde bu teklif de bir kısım insanımız nezdinde başlangıçta kabul görmektedir.

Bu teklifle hac, Allah’ın farz kıldığı bir ibadetten çıkarılıp dünya menfaatleri için alınıp satılan ticari bir meta olarak gösterilmektedir. Niyetimiz bu değil dense de sonuç itibari ile aynı kapıya çıkmaktadır. Niyetiniz bu olmasa da asırlık düşman olan şeytan, bunu kendisine fayda sağlayacak konuma getirmekte zorlanmayacaktır.

Hac İbadeti İslam’ın beş şartından farz olan bir ibadettir. Tasarruf hakkı da sadece Allah u Teâlâ’ya aittir. Çok olağanüstü durumlar haricinde ertelenmesi mümkün değildir. Fıkıhta yer alan bu meseleleri burada gündeme getirmeyeceğim.

Hac ve umreye gidilmemesi gerektiği fikrine delil olarak bir diğer husus da Hicretin 6. yılında imzalanan Hudeybiye antlaşmasında yer alan; “O yıl Kâbe’nin ziyaret edilmeyeceği” yönündeki maddedir. Hâlbuki İslam’ın beş şartından biri olan hac, Hicretin dokuzuncu senesinde farz kılınmış [1] ve Allah Resulü (sav) de bir kez hacca gitmiştir. Yani Hudeybiye antlaşmasının imzalandığı yıl hac farz bir ibadet olarak emredilmemişti ve o antlaşma ile ertelenen farz ibadet olan hac değildir. Dolayısı ile bugüne delil olamaz. Kaldı ki orada doğrudan Müminlerin hayatları söz konusu idi.

Bu fikrin savunucuları kendilerine bir başka delil olarak İlahiyat Profesörü Hayrettin Karaman Hoca Efendiyi göstermektedirler. Hoca Efendi geçtiğimiz günlerde düzenlenen bir sempozyumda “Bence bu sene değil birkaç sene hacca gitmemek lazım” şeklinde görüş bildirmiştir.

Hoca Efendi yine bu sempozyumda; İslam dünyasının olmadığını, Müslümanların olduğunu, ümmeti teşkil eden bir Daru’l İslam’ın yokluğundan bahsetmiştir. Halife makamı ile Abdülhamit’in o dönemde Açe diye bir memlekete Hilafet merkezinden yardımlar gönderildiğini ve hatta pasaportsuz bu yerlerin ziyaret edilebildiğini anlatarak yine bu fikrini destekleme çabasına girmiştir.

Evet, Müslümanların başsız olduğu doğrudur. Ancak ümmet vardır. Babamız ölmüşse çocuklar olarak bizler meskeni terk mi edeceğiz? Elbette hayır. Mirası aldığımız andan itibaren ümmetin birliğini ve Halifelik makamının yeniden tesisini sağlayıncaya kadar çalışacağız.

Nasıl olduysa Halife olmadığı halde tsunami sonrası yardıma muhtaç olan Açe’ye akın akın eski Hilafet merkezinden yardımlar ulaştırılmıştır. Demek Prof. Dr. Hayrettin Karaman Hoca Efendi sadece göstermek istediğini görmektedir. Ümmetin bir nevi Hilafet merkezi namına hareket ettiğini anlamak istememekte ısrarcıdır.

Allah Resulü dinin sahibidir. Yaptığı her şey dindir. Dini, yok olan unsurları ile tesis eden elbette odur. Onun nam ve adına karar verebilecek, birtakım hükümlerini erteleyecek olan Müminlerin emiri olan Halifedir. Bir insan nasıl olur da Halifelik makamındaymış gibi hareket edebilir?

Bir insanın fetva makamında olması onun manevi alanda katıksız ve karışıksız bir ilim almış olması ile mümkündür. Bugün İslam’ın öğretilerinden tamamen uzaklaştırıldığı bir dönemde laik bir sistem içerisinde hakiki manada İslam’ın temel eğitim metodundan geçmemiş bir insanın bu tür fetvalara girişmesi enteresandır.

Müminlerin evlerini dolduran Riyazü’s Salihin adlı eserin müellifi İmam Nevevi (ra) Şam’da medrese eğitimi aldığı sırada salatalık ve meyve yemezmiş. Nedeni sorulduğunda salatalığın çok sulu bir sebze olduğunu ve yediğinde uykusunu getirdiğini ifade edermiş. Meyve için ise Şam’da çok vakıf arazilerinin olduğunu ve pazarda satılsa dahi karışma ihtimalini düşündüğünden yemediğini ifade etmiş.

İşte bu kadar hassas bir bakışa sahip bir ilim anlayışı. Bugün helal ve haramın birbirine karıştığı, okullardaki eğitimin tamamen Allah’ın rızasına aykırı bir yapıda olduğu, çarşı ve pazarlarda gezen müminin kendisini haramdan koruyamadığı bir dönemde ne kadar sıhhatli ve isabetli fetva verilebilir.

Müslümanlar kesinlikle tam uyanık olmaları gereken bir zamanda yaşamaktadırlar. Bilakis dünya Müslümanları hac farizasını daha bir ciddiyetle yerine getirmelidirler. Üstelik orada birlik ve beraberlik içerisinde, dil, ırk ve millet farklılığını öne çıkarmadan İttihadı İslam ve Hilafet-i Muhammediye isteklerini hep bir ağızdan dile getirmelidirler.

Bu şekildeki hareket tarzı İslam karşıtlarına verilebilecek en güzel ve etkili bir cevap olacaktır. Milletimiz İslam’dır ve İslam da tek millettir çağrısı ile dünya Müslümanlarının atalete uğramış birliktelikleri yeniden canlandırılmalıdır.

Unutulmamalıdır ki; “Hac bu birlikteliğin en güzel ifadesidir.”

           

Okunma 2764 defa Son Düzenlenme Pazartesi, 26 Ekim 2020 16:59

2 yorum

  • Yorum Linki Mehmet ÇAKIROĞLU Çarşamba, 11 Eylül 2013 06:25 yazan Mehmet ÇAKIROĞLU

    Allah Sizden Razı Olsun Sayın Komutanım Ağabeyim Başkanım...
    Ersan Kardeşim Yüreğine Kalemine Kuvvet Kardeşim Benim

    Raporla
  • Yorum Linki Adnan TANRIVERDİ Salı, 10 Eylül 2013 11:57 yazan Adnan TANRIVERDİ

    Kabe Allah (cc) 'ın Evidir.
    Hac İbadetinin boykot edilmesi ile ilgili fetvanın dini boyutunu din âlimlerine bırakalım.
    Suudi Arabistan Yönetiminin Mısır Politikasına tepki olarak Müslümanların Hac amacıyla Mekke ve Medine'ye gitmemeleri, Suudi Arabistan Yönetimini Kutsal Beldelerin mutlak hâkimi durumuna yükseltilmesi anlamına gelir.
    Biz, Kâbe'yi Allah'ın evi, Suudi Yöneticilerini de bu kutsal beldelerin hadimi olarak kabul ediyoruz.
    Hac ibadetinin Müslümanlara farz olmasının, dini vecibe yanında İslam Dünyası için ilmî, siyasi, sosyal ve ekonomik hikmetleri de bulunmaktadır.
    1. İlmi yönden; Hac süresi içinde, İslam Âlimleri bir araya geliyorlar ve istişare Meclislerinde, Ümmetin dini meseleleri hakkında fikir alış verişi yaparak, ortak meselelere ortak çözümler üretme imkânı buluyorlar.
    2. Sosyal yönden; Dünya Müslümanları, Hac vasıtasıyla, Dünyanın her köşesinden din kardeşlerinin hayat tarzları, yaşantıları, kültürleri, örf ve adetleri hakkında bilgi sahibi olarak kaynaşma imkânı buluyorlar.
    3. Ekonomik Yönden; Dünya Müslümanları üretimlerini burada Müslüman kardeşlerine pazarlayabildikleri gibi, birbirleri ile ticari ilişki kurma ve işbirliği yapma imkânına da sahip oluyorlar.
    4. Siyasi Yönden; Ne kadar parçalanmış olduklarını görerek siyasi birlik ihtiyacını anlıyorlar ve İslam Dünyasının tamamını ilgilendiren, Mısırdaki Askeri Darbe-Suriye’deki Devlet zulmü gibi, önemli siyasi meselelerin istişaresi için uygun ortam buluyorlar.
    5. Eğer Tepki gösterilecek ise, Mukaddes Beldelerin özerk bir yönetime kavuşması için gayretlerin arttırılması, bu tepkinin en etkili gösterilme yöntemi olabilir. Bunun için;
    a. Mekke ve Medine, Dünya Müslüman Milletlerinden seçilerek oluşturulacak Müslüman Âlimler Şurası'nın kararlarına göre yönetilmesi gündeme getirilmeli,
    b. Bu beldelerin yöneticilerinin bu Şura'ya bağlanmaları için çalışmalara başlatılmalı,
    c. Şuranın ve beldelerin ihtiyacı olan bütçenin, Müslüman Milletler tarafından tahsis edilmesi ile ilgili esaslar değerlendirilmeli,
    d. Bu Beldelerde İslam Şeriatı tam olarak uygulanması için esas ve prensipler üzerinde çalışılmalı,
    e. Müslüman Âlimler Şurasının “Hilafet Makamını” temsil ederek, İslam Ülkelerinin bir irade altında toplanması için bir çekirdek hükmüne getirilmesi ve bu müessesenin işlerlik kazanması için esas ve prensiplerinin belirlenmesi istikametinde çalışmalar yapılmalıdır.
    Bu istikametteki gayretler, bu beldelerin kontrolünü elinde bulunduran Ülkeye karşı, yanlış siyasi tercihleri karşısında yapılabilecek en etkin tepki olabilir.

    Raporla
Yorum eklemek için giriş yapın