Suriye’de Devrim başlayalı yaklaşık 2,5 yıl oldu.
Yüz binin üzerinde insan şehit oldu.
İki yüz elli bin insan yaralandı ve sakat kaldı.
Dört milyondan fazla insan evinden yurdundan oldu.
Büyük şehirler, tarihi ve dini yapılar harap oldu.
Ama bu bilanço BM ’i ve uluslararası örgütleri harekete geçiremedi.
Müdahale etme imkanı olan ülkelerin menfaat sağlamadan ve bu çıkarlar altın tepsi üzerinde kendilerine sunulmadan neden müdahale etsinler ki..!?
Benzeri uluslararası meselelerde oyun kuran devletler bellidir.
BM Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin benzeri durumlarda çözüm için, azami fayda ile çıkmayı sağladıktan sonra devreye girerler. Birleşmiş Milletler Teşkilâtını da aynı ülkeler Dünyayı kendi menfaatlerine uygun olarak yönetmek için kurmadılar mı?
Bu ülkeler Suriye Meselesinin çözümü için kendi aralarında, bu geçen zaman içinde, ancak anlaşabilmişlerdir.
Şimdi de hazırladıkları senaryoyu uygulama safhasına geçirdikleri anlaşılmaktadır.
ABD, İngiltere ve Fransa; yanlarına Almanya, Kanada, İtalya, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Ürdün’ü de alarak “Suriye’nin Dostları” Koalisyonunu kurmuşlar ve bu oluşumla birlikte Suriye’deki kargaşaya müdahale için ilk adımı atmışlardır.
İkinci adım olarak da Suriye’de kendilerine siyasî muhatap olarak kabul edecekleri; “Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu” (SDMGUK)’un Kasım 2012’de, askerî muhatap olarak da “Suriye Yüksek Askeri Konseyi” (SYAK)’ın Aralık 2012’de oluşmasını sağladılar.
Devrimin başından beri Suriye’de faaliyet gösteren ancak egemen güçlerin İsteklerini kabul ettiremeyecekleri siyasi ve askeri oluşumlar ve gruplar ya yeni oluşumların dışında bırakıldı, ya da etkisiz hale getirildi.
Bundan sonra “Suriye’nin Dostları” muhatap kabul ettikleri SDMGUK ve SYAK temsilcileri ile ilki Şubat 2013’de olmak üzere her ay toplantılar yaparak Suriye meselesini kontrolleri altında tutmaya çalışmışlardır. Toplantıların ilki Cenevre’de, ikincisi İstanbul’da, sonrakiler de Amman’da yapılmıştır. Kimyasal Silah olayından sonra da “Suriye’nin Dostları” Koalisyonunun Genelkurmay Başkanları Amman’da toplanmışlardır. Son toplantıların Amman’da yapılması, askerî müdahalede üs olarak Ürdün’ün kullanılacağı izlenimini vermektedir.
SDMGUK ve SYAK Suriye içinde gücü elinde bulunduran silahlı ve silahsız muhalif grupları kendilerine bağlayıp kontrol edemediği için bu güne kadar Suriye’nin Dostları Koalisyonundan somut askeri ve nakdî yardım alamadılar. Muhalif oluşumları kendilerine bağlayıp birliği sağlayabilselerdi, oyun kurucuların taleplerini de kabul ederek ihtiyaç duydukları desteğe kavuşup, Suriye’deki yeni siyasi, askeri ve idarî yapıyı şekillendirebileceklerdi.
Bu mümkün olamadığı için oyun kurucuların aktif müdahalesi zaruret haline gelmiştir.
BM Güvenlik Konseyinin iki daimi üyesi Rusya ve Çin başından itibaren Beşşar Esed rejiminin yanında yer almış, silah ambargosu uygulanmasını kabul etmemiş ve Rusya ayrıca da Suriye rejimine askeri destek sağlamıştır.
Rusya’nın hazırlanan senaryoya uyması için makul bir sebep gerekmekte idi. Kimyasal silah kullanılması, kenara çekilmek için beklediği sebep olmuştur. Müdahaleyi tasvip etmemekle beraber, Suriye için her hangi bir ülke ile savaşa girmeyeceğini açıklamıştır. Böylece, İran ve Suriye Rejimine ve taraftarlarına açıklayabileceği makul bir gerekçeye sahip olmuştur.
ABD Başkanı Obama Mart 2013 ayı içinde Tel-Aviv’i ziyaret etti. Daha, ziyareti son bulmadan, İsrail Başbakanı Netanyahu, haksız Mavi Marmara baskınından dolayı TC Başbakan’ı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı arayarak özür diledi. Bu jestten, Ortadoğu’da planladıkları gelişmelerde Türkiye’yi yanlarına almak ihtiyacında oldukları mesajını çıkarmak mümkündü. Nitekim Temmuz başında Mısır’da, ABD’nin açık desteğini inkâr etmediği askerî darbe olmuş, darbenin arkasından Filistin-İsrail barış görüşmeleri yeniden başlatılmış, Ağustos sonunda da, ABD’nin askerî müdahalesine gerekçe gösterilebilecek şekilde Şam’da Kimyasal silah kullanılmıştır.
Bu gelişmelerin bu iki devlet tarafından o zaman bilinmekte olduğunu tahmin etmek kâhinlik olmasa gerektir. (26 Mart 2013 tarihli yazımızda bu tahminin ipuçlarını vermiş idik.[1] )
ABD Suriye müdahalesinden nasıl bir fayda bekleyebilir?
Birincisi, 1967 tarihinden itibaren bir kısmı İsrail işgalinde bulunan ve 1974 tarihinden beri de Birleşmiş Milletler Ateşkesi Gözlemci Gücü (UNDOF) denetiminde bulunan, 2200 m yüksekliğe sahip Şam, Beyrut, Tel-Aviv ve Amman’ı kontrol imkânı veren ve stratejik değere sahip Golan Tepelerinin İsrail’in sınırları içine alınmasını;
İkincisi de, ayrıştırılmış Suriye topraklarında kendine müzahir yönetimlerin oluşturulmasını;
Üçüncüsü de, Irak’ta kaybettiği saygınlığını kurtararak Orta doğuda etkinliğini arttırmayı sağlamak olabilir.
Bu hedeflerine de;
Türkiye ve bir kısım Arap Ülkelerini planının parçası yaparak ve ilk askerî müdahalesini ve müteakip safhalarını insanî değerlerin arkasına sığınarak ulaşmayı planlamış olabilir.
Askerî Harekât nasıl gelişebilir?
Basına yansıyan haberlerden, askeri müdahalenin 29 Ağustos Perşembe günü başlatılacağı anlaşılmaktadır. (Tabii, bu tarihte müdahalenin başlayabilmesi için BM Gözlemcilerinin kimyasal silahın Beşer Esed’e bağlı birimler tarafından kullanıldığının tespit eden raporunun 28 Ağustos akşamına kadar açıklanması gerekmektedir.)
İki-üç gün sürmesi beklenen müdahalenin orta ve uzun menzilli füzeler ve hava kuvvetleri ile yapılması kuvvetle muhtemeldir. Hedefleri de, Füze ve roket mevzileri, askerî hava alanları ve uçakları, askerî haberleşme ve gözetleme sistemleri, askeri komuta merkezleri ve zırhlı birlikleri olabilir.
Gelişmelere paralel olarak ileri tarihlerde, uygun fırsatlar oluşturularak, ABD, İngiltere ve Fransa’nın omurgasını oluşturduğu Hava İndirme ve Amfibi Tümenleri (3-5 Tümen) Ürdün sınırından Suriye’ye sokulabilir veya Ürdün sınırına yakın bölgelere havadan indirilebilir.
Bu kuvvetlerle, Şam’ın güneyinde Golan Tepeleri-Kunaytra-Daraa-Suveyde Bölgesi üs olarak tesis edilerek Lübnan’dan gelebilecek Hizbullah tacizlerine karşı savunma tedbirleri alınırken, aslî unsurlarla Şam-Humus-Hama-İdlip istikametinde bir harekât geliştirilebilir ve böylece Nusayri nüfusun yoğun olduğu Lâskîye-Tartus Bölgesi ile Sünnî Müslüman Nüfusun yoğunlukta olduğu Şam-Humus-Hama-İdlip-Halep Bölgesi arasına girilebilir.
Bununla koordineli olarak Türkiye’den de Hatay ve Gaziantep Üzerinden İdlip ve Halep istikametinde bir askeri hareket talep edilebilir.
Bu arada, Esed’e bağlı kuvvetlerle Muhalifler arasında yerleşim birimlerinde kesin hesaplaşmaların olacağını da gözden uzak tutmamak gerekir.
Kara harekâtını takiben de, Beşer Esed ile SDMGUK arasında ateş kes sağlanabilir ve Nusayri nüfusun yoğunlukta olduğu bölge ile Sünnî Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu bölge arasına Birleşmiş Milletler Barış Gücünü yerleştirmek suretiyle, istedikleri nihaî çözüme gidecek yolu açmış olabilirler.
Kara harekâtına paralel olarak da, Kara üssü olarak işgal ettikleri Golan Tepeleri bölgesindeki Birleşmiş Milletler Gözlemci Gücünün yeni tesis edilecek ateş kes hattına kaydırılması suretiyle, bu hâkim arazi kesiminin İsrail’e verilmesinin şartları sağlanmış olabilir.
ABD’nin öncülüğünde başlatılacak hava ve kara harekâtı tahmin ettiğimiz şekilde cereyan eder ise, 2013 yılı içinde, Suriye’deki taraflar kendilerine tanınan bölgelere çekilmiş; Türkiye-Lübnan ve Ürdün’deki Suriyeli göçmenler kendi yurtlarına dönmüş; Beşer Esed’in sınırsız güç kullanarak Suriye halkına verdirdiği büyük kayıplar ve yıkım son bulmuş olur.
Bu huzur verici gelişmelere karşılık, Golan Tepelerine İsrail oturmuş; Suriye birbirine tam düşman iki, belki üç ana unsur ve bölgeye bölünmüş; ABD’nin Suriye, Ürdün, Mısır, Filistin ve genelinde Orta Doğudaki gücü ve etkinliği artmış bir pozisyona ulaşması sağlanmış; Filistin ve Gazze tam kuşatılmış; İsrail’in güvenliği önemli bir şekilde arttırılmış; İslâm İttifakı düşüncesine büyük bir darbe vurulmuş; ABD’nin hayali olan Büyük Orta Doğu projesinin hayata geçmesine de katkı sağlanmış olabilir.
Bütün bu ABD çıkarlarını sağlayacak girişime, Şam’da kimyasal silahın kullanılması sayesinde başlanabilecektir. Bu bakımdan bu silahı kimin kullandığı ile ilgili soru zihinlerde daima kalacaktır.
İslâm Dünyası nasıl davranmalıydı?
Suriye’deki ihtilafa siyasî ve askerî çözümü, Türkiye’nin de içinde olacağı İslâm Ülkelerinin sağlayamamış olması hayıflanılacak büyük bir olumsuzluktur.
Türkiye burnunun dibindeki bu sorunu Müslüman Ülkelerle birlikte çözme gücünü kendinde bulamamıştır. Ama koalisyonun içinde bulunarak, askerî güç kullanılması sonucunda olumlu gelişmelerin arttırılması ve olumsuz girişimlerin olabildiğince engellenmesinde rol oynama imkânı elde etmiştir.
Suriyeli kardeşlerimizin bu büyük musibetten daha fazla ıstırap çekmeden kurtulmaları ve üzerlerinde oynanan büyük oyunun farkında olarak siyasi ve askeri birliğin sağlanması yönünde gayret göstermelerini ve geleceğin kendileri için hayırlı olmasını dilerim. 28 Ağustos 2013
Adnan Tanrıverdi
Emekli General
ASSAM Ynt. Krl. Bşk.