Türkiye, 40 yılı aşkın süredir maruz kaldığı bölücü terörle mücadelesinde, yalnızca bir güvenlik meselesiyle değil, aynı zamanda küresel güçlerin yönlendirdiği çok katmanlı bir vekâlet savaşıyla karşı karşıya kalmıştır. PKK başta olmak üzere çeşitli terör örgütlerini hem ideolojik hem de lojistik açıdan besleyen dış odaklar, Türkiye’yi istikrarsızlaştırarak küresel lige çıkmasını engellemeyi ve bölgesel rolünü ise sıfırlamayı hedeflemiştir. Bu süreçte değişen hükümetler çeşitli tedbirler almış; kimi dönemlerde terörü sadece askeri yöntemlerle bastırmaya çalışmış, kimi dönemlerde ise terörle müzakere süreçleri gündeme gelmiştir. Ancak bu politikalar yalnız başına sorunun kök nedenlerini ortadan kaldırmaya yeterli olmamıştır.
2000’li yıllardan itibaren değişen uluslararası dengeler ve sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik ve riyasetinde Türkiye’nin küresel vizyonunun genişlemesiyle birlikte, terörle mücadelede daha stratejik ve bütüncül bir anlayış gelişmeye başlamıştır. Bu anlayış, özellikle ASSAM kurucu başkanı, dönemin Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, merhum emekli general Adnan Tanrıverdi’nin katkılarıyla somut bir konsepte dönüşmüştür. Tanrıverdi’nin öncülüğünde geliştirilen yeni terörle mücadele konsepti, terörle kaynağında yani sınır ötesinde mücadeleye öncelik vererek, klasik savunma reflekslerinden uzaklaşıp, proaktif, istihbarat temelli, yerel unsurları kapsayan ve uluslararası diplomasiye de ağırlık veren çok boyutlu bir yapıya bürünmüştür. Bu dönüşüm, sadece sahadaki operasyonel başarıyı değil, aynı zamanda terörün beslendiği sosyal, ekonomik ve jeopolitik kaynakların kurutulmasını da hedeflemiştir.
ABD – İngiltere ikilisi, Ortadoğu’da 100 yılı aşkın bir süre önce, Osmanlı İmparatorluğu’nu düşürerek, Ortadoğu’ya attıkları tohumdan irinli bir çıban gibi büyüttükleri İsrail’i, İslam ülkelerinin kalbine kanlı bir bıçak gibi 76 yıl önce saplamışlardı.
Güney Doğu Anadolu bölgesinde yapılan sismik araştırmalar ve sondajlardan sonra bölgenin yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin bir bölge olduğunun ortaya çıkması, Türkiye’yi ekonomik olarak büyük bir kazanım ve atılıma doğru yönlendirirken, yıllardır bölgede yaşanan terör olaylarının da farklı bir akış açısı ile değerlendirilmesine yol açtı. Bu da açgözlü emperyalist (yayılmacı) ülkelerin Türkiye’nin Doğusunda, Suriye’de ve Irak’ta niye planlı bir şekilde iç karışıklıklar yarattıkları sorusunun cevabına tekabül ediyor.
• Sahil veya Sahil Kuşağı (Arapça ﺳﺎﺣل, sāḥil, yarı kurak Sahra sınır veya sahanlığında tropik ve alttropik otlaklar ve çalılıklardan oluşan savanalardır.
• Sahel, batıda Atlantik Okyanus’undan, doğuda Kızıldeniz’e kadar uzanan; şerit genişliği birkaç yüz kilometreden - bin kilometreye kadar değişen ve 3,053,200 kilometrekare alanı kaplayan 3862 km uzunluğundaki bir şerit halinde devam eder.
• Sahel; Afrika'nın Sahra Kuşağının Güneyinde kalan, Senegal'den başlayarak, Moritanya, Mali, Nijer, Çad, Sudan ve hatta kısmen Nijerya, Burkina Faso ve Eritre'yi de içine alan coğrafyayı tanımlayan isimdir.
"Emperyalist Küresel Güçlerin" İslâm Coğrafyası üzerindeki sömürgeci emelleri bilinen bir gerçektir.
Geçtiğimiz yüzyılda iki büyük harbi yaşatarak dünyamızı kana bulayan bu merkezler, ulaştıkları askeri ve ekonomik güç ile egemenliklerini kurmuş ve kuvvet kullanma tehdidi altında, özellikle İslam coğrafyasında etkili olmuşlardır.
Vietnam, Afganistan ve Irak işgalleri, süper güç olarak gördüğümüz ABD ve SSCB'yi yormuş ve askeri güç kullanarak her hangi bir ülkenin kontrol altına alınamayacağını bu ülkelere ve küresel emperyalist devletlere anlatmıştır.
ASSAM'ın hazırlık çalışmalarına katıldığı ASDER destekli Üsküdar Üniversitesi Postkolonyal Çalışmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi (PAMER) tarafından düzenlenen "Çağımızın Buhranı Terör" konulu panel, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Sn. Mehmet Görmez, Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, İstanbul Müftüsü Prof Dr. Rahmi Yaran ve Üsküdar Üniversitesi Postkolonyal Çalışmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi (PAMER) Müdürü Doç Dr. Merve Kavakçının açış konuşmaları ve sunumları ile başlayıp iki oturum halinde 23 Mart 2016 tarihinde Üsküdar Üniversitesi Merkez yerleşkesinde yapılmıştır.
Panelde, zamanın verdiği imkan ölçüsünde, bir vakıa haline gelmiş olan "cihat" maskeli dehşet ve canlı bomba katliamları sosyolojik veri tabanında bilimsel olarak değerlendirilmiştir.