Birleşmiş Milletlerin bugüne kadar izlediği politikalara bakıldığında genel olarak İslam Ülkelerinin karşıtı bir tutum izlediği görülmektedir. Bugüne kadar İslam ülkeleri nezdinde barışçıl bir adım atıldığı vaki değildir.
1919 yılında Milletler Cemiyeti adı altında kurulan cemiyet başarılı olamayınca ikinci Dünya savaşı sonrası Birleşmiş Milletler (BM) adı altında yeniden teşkilatlandırılmıştır. BM, Milletler arasında kuvvet kullanımına engel olmak ve sosyal ve refah düzeyini barışçıl yollarla sağlayabilmek maksadı ile kurulmuştur. Ancak bugüne kadar gelinen süreç göstermiştir ki aslında beş daimi üyenin çıkarlarını diğer ülkeler nezdinde korumaktan başka bir işlevi olmamıştır.
Birleşmiş Milletlerin uygulama organı Güvenlik Konseyi’dir. Güvenlik Konseyi on beş üyeden oluşmakta olup, bunlardan beş tanesi daimi geriye kalan on tanesi de iki yılda bir seçilen geçici üyelerden oluşmaktadır. Bu beş daimi üye ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa'dır. Dış siyasi politikalara bakıldığında birbirlerine rakip olan bu beş daimi üyelerden birinin veto etmesi durumunda konseyden karar çıkmamaktadır. Dolayısı ile diğer on üyenin gerçekçi manada bir fonksiyonu yoktur.
Birleşmiş Milletlerin bugüne kadar izlediği politikalara bakıldığında genel olarak İslam Ülkelerinin karşıtı bir tutum izlediği görülmektedir. Bugüne kadar İslam ülkeleri nezdinde barışçıl bir adım atıldığı vaki değildir. Örneğin Birleşmiş Milletlerin Çin Devleti sınırlarında yer alan Müslüman topluluklarına karşı izlediği yaptırımlar kan ve ölüm kokmasına rağmen maalesef barışçıl yönde bir adım atılamamaktadır. Çünkü yaptırım uygulanması gereken ülke Çin olduğundan doğrudan veto hakkına sahip bir ülke olması bu adımın atılmasını daha başından engellemektedir.
Dünya üzerinde karışıklık içerisinde olan ülkelere bakıldığında tamamının İslam ülkeleri olduğu görülecektir. Buda göstermektedir ki Birleşmiş Milletler aslında bir Hristiyan Devletler Birliğidir. Çin de olduğu gibi yine Orta Afrika Cumhuriyetinde var olan kargaşanın temelinde Fransa yatmaktadır. Böylesi bir durumda BM tarafından Fransa’ya yaptırım kararı alınması mümkün müdür?
Aynı şekilde İngiltere’nin sömürgesi altında kalmış ülkelerde de benzer durum söz konusudur. Barış ve demokrasiyi getireceğim diye tek bir devlet olan Irak’ı işgal ederek mevcut yönetimini derhal değiştiren bu cemiyet, sonrasında geride karışıklıklardan başını kaşımaya fırsat bulamayacak bir enkaz bırakmıştır.
Daha dün Irak’ı kısa bir sürede işgal ederek istediği değişikliği yapan bu akbaba sürüsü bugün Doğu Türkistan da, Suriye de, Mısır da, Yemen de ve daha birçok İslam coğrafyasında karışıklıklara sessiz kalmaktadır. Üstelik bunu ülkelerin iç meselelerini kendilerinin halletmesi gerektiğini vurgulayacak kadar da pişkin bir alçaklık içerisinde bulunmaktadırlar.
Tüm bu çirkin planların farkına varan Türkiye İslam coğrafyasında ki bu karışıklıklara BM sessiz kalmasının kabul edilebilir olmadığını ilan etmeye başlamıştır. Hatta daha ileriye giderek geçtiğimiz ay ABD de yapılan BM Genel Kurul Görüşmelerinde “Dünya beşten büyüktür.” Diye tepkisini açıkça ilan etmiştir. Açıkça BM üyelerine ve özellikle BM Güvenlik Konseyine meydan okuyan Türkiye’nin ikinci kez konsey üyeliğine seçilmemesi anormal bir durum değildir.
BM Genel Kurulu Türkiye’yi konsey üyeliğine seçmeyerek kendince restini gördüm demek istemiştir. Ancak gelinen süreçte Türkiye Dünya siyasetinde özellikle Ortadoğu sürecinde olmazsa olmaz bir ülke konumunda olduğunu görmüş ve göstermektedir. Türkiye konsey üyesi olmasa dahi karşılıklı menfaat çatışmasında mecbur kaldığı ya da kalacağı uygulamalar dışında konseyden kendi istemediği bir kararın çıkması mümkün değildir. Yani Türkiyesiz bir BM mümkün değildir.
BM Türkiye gerçeğini görmüştür. Osmanlı ile Avrupa, Asya ve Afrika hâkimiyetini elinde bulunduran bu milletin bir gün mutlaka bu güce yeniden kavuşacağını bilmektedirler. Amaçları bu süreci olabildiğince uzatmaktır. Türkiye’nin İslam Coğrafyasında ekonomik olarak gelişmesini birde Hilafet kalkanı ile güçlendirdiği takdirde Siyonist ve haçlı zihniyetinin bu coğrafyada barınamayacağı aşikârdır.
Bu sebepledir ki Türkiye’yi gerek içten ve gerekse dıştan kıskaca alarak ekonomik zayıflığı itmek istemektedirler. Halifeliğin yeniden Türklerin eline geçmesini önlemek maksadı ile de özellikle Türkiye ile sınır komşusu olan ülkelerde iç karışıklıklar çıkararak sözde Hilafeti ihya etmeye çalışmaktadırlar. Türkiye’nin dışında kendilerinin güdümünde kurulacak bir Hilafet onlar için ballı tereyağlı ekmek kıymetindedir.
BM etkisini yitirmek üzeredir. BM nezdinde Türkiye’yi zayıflatacak her hareket sadece emperyalistlerin işine yarayacaktır. Bir Müminin feraseti gereği bu durumu görmesi elzemdir. Aksi takdir de bilerek ya da bilmeyerek BM amacına hizmet edilmiş olunur ki bu da yalnızca Türkiye’ deki Müslümanları değil Dünya Müslümanlarını da etkileyecektir.
İslam coğrafyasının refahı ve huzuru, dünyada barışın sağlanması ancak ve ancak Hilafet Sancağı altındaki Türkiye liderliği ile mümkün olacaktır. Bu nedenle her bir Müslüman, her bir Mümin, her bir cemaat ve kuruluş Türkiye’nin İslam coğrafyası liderliğine çalışmalıdır. Kendi cüzi menfaati için İslam’ın külli menfaatini hiçe saymamalıdır.
Gerçi kim ne yaparsa yapsın kader ağını İslam’ın yükselen sedası istikametinde örmektedir. Bu duruma başkaldıran başını örse vurur ve kırar. Karar sizin…