Pazar, 22 Aralık 2013 16:29

Ümmet Şuuru ve Günümüzdeki Karşılığı (22 Aralık 2013)

Yazan
Öğeyi Oyla
(4 oy)

 

ÜMMET ŞUURU VE GÜNÜMÜZDEKİ KARŞILIĞI

 

LUGAT AÇISINDAN ÜMMET KAVRAMI:

Ümmet kelimesi Arapça bir kelime olup, "emme" fiilinden isimdir. Çoğulu "umem"dir.[i]

“Ümmet” kelimesi lügatlerde; nesil, her canlı cins, din, belirli bir zaman dilimi, nebilere tabi olma, cemaat, tek bir sınıf, belli bir zaman ve mekanda tek bir din (gaye, yol) üzerinde birleşmiş topluluk gibi anlamlara gelmektedir.

Kavram olarak ümmet kelimesi, insanların gerek kendi tercihleri gerekse bir zorunluluk sonucu, belirli bir zaman diliminde yaşayan kimseler anlamına geldiği gibi, belirli bir tarih diliminde yaşayan ya da belirli bir dine inanan topluluklar anlamına da gelmektedir.

Görüldüğü üzere ister insanlar hakkında, ister diğer canlı topluluklar hakkında kullanılmış olsun, "ümmet" kelimesinin bütün manalarında beraberliğe vurgu vardır. O kadar ki; yaşantı bakımından, hiç değilse zaman ve mekan bakımından, başkalarıyla müşterekleri olmayan bir topluluk, ümmet sayılmamaktadır.

 

Hz. Adem’den Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) kadar İslam akîdesine inanan kimselerin hepsi tek bir ümmettir. Bu tanım akide açısında “ümmet” kavramını ifade etmektedir.

Zira ümmeti ümmet yapan asıl nokta, ırk, renk, dil ve cins birlikteliği değil, akîde birlikteliğidir.

Diğer taraftan, ALLAH (c.a) Nahl suresi 120. ayette Hz. İbrahim'i tavsif ederken "Hi ç ku ş kusuz İ brahim Allah' ı n buyru ğ una titizlikle uyan, tek Allah'a inanm ış bir ummetti, O Allah'a ortak ko ş anlardan de ğ ildir. buyuruyor. Burada ümmet kelimesi "Allah'a kullukta bir topluluk gibi değerlendirilecek örnek ve rehber kişi" anlamında kullanılmak suretiyle çok önemli bir vurguya temas ediyor.

Kur'an'da 60 küsur yerde geçen ümmet kavramının genelde üç ayrı manada zikredildiğini görüyoruz.

1) Canlı topluluklar manasında (En'am, 38)’de şöyle zikrediliyor ; ”Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır, sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar.”

2) İnsan toplulukları manasında zikredilen ayetlere örnek olarak (Kasas, 23) ve (Araf, 38) nci ayetleri verebiliriz. (Kasas, 23 )‘de Rabbimiz; “Musa Medyen suyuna varınca orada hayvanlarını sulayan bir insan topluluğu (ümmeten minen nas) buldu…” ; ve (Araf, 38)’de de “Allah onlara: "Sizden önce geçmiş cin ve insan topluluklar ı yla beraber cehennem ateşine girin!" der. Cehenneme giren her ümmet kendi din kardeşine lanet eder. Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında derler ki: "Rabbimiz! İşte şunlar bizi doğru yoldan saptırdı. Onlara cehennem ateşinden kat kat azab ver". Allah der ki: "Herkesin azabı kat kattır, fakat siz bilemezsiniz".

3) Nebilerin mesajını benimseyen topluluk manasında zikredilen ayetlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz;

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir ümmet (topluluk) bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Ali İmran, 104),

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler de var, ama pek çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Ali İmran,110),

”Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir ümmet vardır ki, gece saatlerinde secde ederek Allah’ın ayetlerini okurlar” (Ali İmran,113),

”Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Daha önce içinde durduğun Kâ'be'yi kıble yapmamız da şunun içindir: Peygamber'in izince gidecekleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım. Bu iş elbette Allah'ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok ağır gelecekti. Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Bakara, 143),

”Musa’nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil davranan bir topluluk vardır “ (Araf, 159)

 

SOSYAL BİR KAVRAM OLARAK ÜMMET:

İslâm’da ümmet kavramı ilk defa Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Medine’de oluşturulan ilk sosyal / siyasi birliktelik için kullanılmıştı. Burada ümmet, o gün Medine’de yaşayan, bir ana çerçevede yer alan ve Medine’nin ortak savunmasına katılacak olan (Yahudi, Hıristiyan gibi) farklı beşeri unsurları da içine alan bir anlama sahipti. Daha açık bir nitelemede bulunmak gerekirse bu, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) inisiyatifinde kurulmuş bir “Medine Ümmeti” idi. Daha sonraki şartlar, bu sosyal/ siyasi birlikteliği ayrıştırdı; Müslümanlar ayrı bir ümmet haline geldi. Zamanla ümmet kavramı Müslüman kitleyi anlatmada o kadar özdeşleştirilerek kullanıldı ki ümmet kelimesi tek başına da bir aidiyet duygusuyla birbirine bağlı Müslümanlar birliği anlamına geldi.

Bizde ümmet en azından kategorik olarak Müslümanlar birliği demektir. Etnik, bölgesel, dilsel birlikteliklere karşılık İslâm eksenli, iman temelinde aidiyet duygusuna dayalı bir birlikteliktir. Yani ümmet fiziki- sosyal faaliyetlerin üzerinde bir hedefe sahiptir. Bu bağlamda Mağribli ile Uzak Doğuda Endonezyalı bir Müslüman, Afrikalı bir Zenci ile Anadolu’da bir Müslüman kendini aynı camianın üyesi kabul ederler. Bu haliyle ümmet, klasik sosyolojinin tanımladığı en kapsamlı sosyal birlik olan “ulus” kavramından daha kuşatıcı bir sosyal kavramdır.

Aslında İslâm’da ümmet şuurunu oluşturan ve pekiştiren pek çok şey vardır. Meselâ bütün ibadetlerin, manevi yönlerinin yanında dünyevi sosyal tarafları da vardır. Bu dünyevi yönün en önemlisi de bir toplum şuuru oluşturmasıdır. İbadetler kişisel olarak yapıldığında bile toplumsal bir çerçeve ortaya çıkmaktadır. Marufun yaygınlaştırılıp pekiştirilmesi, münkere tavır alınması ilk dikkat çeken şeylerden birisidir. Mesela “namazın insanı kötülüklerden alıkoyması”, doğrudan namaz kılanla ilgili değil, çevresindeki sosyal dünya ile ilgili bir sonuçtur.

Tek tek fertleri muhatap alan namaz, oruç ve zekat emri, sonunda toplumsal bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Belki de bunun hedeflenmesi nedeniyledir ki emir ve yasak ayetlerinde çoğu kere ifade çoğul olarak kullanılmıştır: “Namazı dosdoğru kılınız, zekatı veriniz..”, “yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz..” örneklerinde olduğu gibi. Bundan dolayı Müslümanlar birlik ve beraberlikleri için de ibadetler konusunda duyarlı olmalı, onları ruhuna uygun olarak yapmalı ve yaşamalıdır. Bu konuda mesela Hac ibadeti güzel bir örnektir. Ümmet şuurunun geliştirilmesinde fevkalade önemli yeri olan ibadetlerden birisi şüphesiz kısa bir süre önce yaşadığımız Hac’dır.

Genel olarak baktığımızda, ümmet şuurunun tüm ibadetlerimize ruh kazandıran bir sosyal yönü vardır. Namazın cemaatle kılınması (hassaten Cuma namazı), sosyal bir sorumluluk olarak zekat ve ümmetin her ırkını ve her rengini bir araya getiren hac farizaları ümmet şuurunun oluşmasında çok önemli bir yere sahiptir. Bu ibadetleri ümmet şuurundan soyutladığımız ve sosyal yönünü göz ardı ettiğimiz takdirde kuru bir ritüele dönüşmesi kaçınılmaz hale gelir.

 

SİYASİ BİR KAVRAM OLARAK ÜMMET :

Ümmet kavramı denilince havsalamızda ilk olarak beliren anlam genelde, nebilerin hitap ettiği ve onlara iman eden topluluktur. Bu kısmen doğrudur. Ancak Kur'an bir peygambere inanmış ümmetten bahsederken, daha çok ona inanmış topluluğun vasıflarını belirtir.

Yukarıdaki ayetlerde de geçtiği gibi gerçek anlamda bir ümmet olmanın belirleyici vasfı iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, hak ile adaleti gerçekleştirmek, insanlığa şahit olmak, önder olmaktır.

Elmalılı Hamdi Yazır ümmet kavramını bu bağlamda ele almış ve şöyle yorumlamıştır: "Ümmet, ümem kökünden alınmış bir çoğul isimdir ki çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan bir cemaat demektir.Yani bir imamın çevresinde sağlam bir birlik oluşturup düzenli bir şekilde faaliyet gösteren ve bu şekilde çeşitli insan grupları üzerine hakim olan bir topluluktur ümmet. Diğer bir tabirle ümmet imameti kübra sahibi cemaattir. Cemaatlere göre ümmet, hakim bir milletin fertlerinden meydana gelmiş olan bir sosyal / siyasi gruptur. Bu şekilde hayra davet ve iyiliği emir, kötülüğü de men edecek bir topluluk ve imamet (önderlik) teşkili, müslümanların imandan sonra ilk dini farizalarındandır. Bu farizayı yerine getirebilen müslümanlardır ki (ulaike humu'l-muflihun) ayeti gereğince kurtuluşa ererler. Yoksa; "ancak müslümanlar olarak ölün!" ayetinin manası müşkil ve imkansız olur."

Yine yukarıdaki ayetlerden anlaşılacağı gibi ümmet denince aklımıza geliveren mana çoğu zaman gerçek ümmeti belirleyen vasıflardan maalesef uzaktır. Siyasi açıdan baktığımızda Ümmet, grup dinamiğine sahip belli inançları, gayesi ve önderi (imam) olan inanmışlardan oluşan bir topluluktur. Hiç bir din ve hiç bir peygamber kendisine sadece inanılmasını istememiştir. Kaldı ki insanlığın son çaresi ve en mütekamil din olan İslam, ümmeti sadece peygambere ve bu dine inanan insanlar topluluğu olarak tanımlamamıştır. Ümmet şuuru elçiye ve kitaba inanmakla tamamlanmaz, asıl o noktadan sonra bu şuurun ve ümmetin gerçekleşme imkanı doğar. Ümmet, inandığı şeyin şuuruyla hareket eden ve yeryüzünde sahip olduğu konum ve sorumluluğun idrakiyle gerektiğinde tek başına da kalsa bu şuuru kaybetmeden yoluna devam edebilen inanmışlar ordusudur. Ümmet olma şuurunun ilk ve en önemli adımı "kimin ümmeti" olduğunun şuurunda olmaktır. Bundan sonrası O'nun (s.a.s.) metoduyla yürümektir. Ümmet olmanın ne olduğunu nasıl olduğunu bize en iyi O'nun rehberliği göstermektedir.

İslam ümmetinin ortaya çıkışı, tarihte bir benzeri daha olmayan fevkalade bir beraberlik destanıdır. Bu ümmetin ilk nesli, üç milyon küsur kilometrekarelik geniş bir coğrafyada -neredeyse- her biri farklı bir lehçeyle konuşan göçebe Arap kabilelerinden oluşmuştur. Namus ve haysiyetlerine aşırı düşkünlükleri sebebiyle kız çocuklarının diri diri gömen, kabilecilik taassubuna kapılarak incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle savaş çıkarıp yıllarca kan davası güden bu insanların, ilk bakışta bir araya gelebilecekleri hayal bile edilemezdi. Ancak Allah'ın Efendimiz (s.a.s.)'e lütfettiği -üzerinde pek de durulmayan- bir mucizenin eseri olarak, bu insanlar kabile merkezli sosyal hayatı terk ederek; ideal birliğine dayalı, akide birliğine dayalı bir dünya görüşüne geçtiler ve; ”La ilahe illallah/Tapılmaya layık olan varlık, yalnızca Allah'tır" kelime-i tevhidi etrafında birleştiler. Bu sayede daha Hz. Peygamber (s.a.s)'in vefatından on sene geçmeden bütün Orta Doğu'yu feth edip,Hindistan ve Çin'e dayandılar.

 

SONUÇ :

Yukarıda zikredilen ayetler ve Allah Rasulü Hz. Muhammed (S.A.V) ‘in vaz ettiği metod çerçevesinde ümmet kavramına baktığımızda sosyal açıdan aidiyet ve toplumsal birlik beraberlik şuuru, siyasi açıdan da topluma liderlik edecek bir cemaat şuuru göze çarpmaktadır.

Bizler vahyin bütününe muhatap olmamız ve Resulün ortaya koyduğu fiillerin tamamından sorumlu olmamız hasebiyle ümmet kavramını bütün cihetleri ile mefhumlaştırmalı ve hayatımıza hakim kılmalıyız.

Hz. İbrahim (A.S.)’ın Kabe’nin inşasının hemen ardından ettiği dua Kur’an’da vahyedildiği şekliyle

“Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.” (Bakara,128) buyrulmaktadır.

İnsanlığın ilk kıblesinin inşasının hemen ardından edilen bu duada iman edenler için kuşatıcı bir hedef vardır. İbrahim (A.S.) insanlığın ilk kıblesini oğlu İsmail ile inşa etmiş ve Rabbine sığınarak kabulünü diledikten sonra soyundan müslüman bir ümmet meydana getirmesini talep etmiş, kendisine kulluğun yollarını göstermesini Rabbinden dilemiştir.

Bu dua ayetinde Kıble (Beyt), Ümmet ve Kulluk mefhumları bir arada göze çarpmaktadır. Dolayısıyla ümmet mefhumunu sadece etimolojik açıdan, sadece sosyal açıdan ya da sadece siyasi açıdan ele alamayız. Ümmet kavramı her üç açıdan da ele alınmalı ve mefhumlaştırılmalıdır. Ümmet bilincinin fert ve toplum bazında hayata geçmesi ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Ettiğimiz duadan, kıldığımız namaza, verdiğimiz sadaka ve zekattan, tuttuğumuz oruca, hacdan cihada kadar ferdi veya cemai bütün ibadetlerimizi ümmet şuuruyla ifa etmenin yollarını aramalı, bu gün inananların arasına sonradan çizilmiş sun’i, fikri ve coğrafi sınırları ortadan kaldırmak için gayret göstermeliyiz. Aksi takdirde tüm ibadetlerimizin bir yönü hep eksik kalacaktır.

Unutulmamalıdır ki, sosyal ve siyasi açıdan yeryüzünde İslam ümmetinin tecessüm ettirilememiş olmasının bedelini sadece Müslümanlar değil tüm insanlık ve hatta yer yüzünde yaşayan tüm canlılar ödemektedir. Fırat’ın kenarında ayağı burkulan koyundan kendini sorumlu tutma şuuru ümmet şuurudur. Komşusu açken tok uyuyamama şuuru ümmet şuurudur. Bosna’da , Şam’da, Kahire’de ve yeryüzünün her hangi bir yerinde akan mazlum kan ve göz yaşlarından sorumlu olma şuuru ümmet şuurudur. Hayat kitabımızda “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız.” (Ali İmran 110)

"İşte böylece, insanlar üzerine şahidler olasınız ve Resulün de sizin üzerinize şahid olması için sizi en seçkin ümmet kıldık" (Bakara 143 ) buyrulmaktadır.

Böylesi seçkin, hayırlı bir toplum ve ümmet olmanın temel dayanağı, İslam ailesinin yani inancının gerekli kıldığı İslam kardeşliğidir. Ancak bu kardeşlik dokusu ile dokunmuş, perçinlenmiş bir toplum iflah olur. Düşmanlıktan, tefrikadan, adaletsizlikten, fakru zaruret ve zilletten ancak Allah'ın ipine yani İslâm'a sımsıkı toptan sarılmakla kurtulunur. Başka bir yol yoktur. Bunu da Allah u Teâlâ şöyle bildirmektedir;

" Ey iman edenler! Allah' dan, O'na yakışır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah' ın ipine sımsıkı tutunun. Ondan ayrılmayın, parçalanmayın. Allah'ın size olan niyetini hatırlayın. Hani siz birbirimize düşman kişiler idiniz de o gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi o kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle a çıklar ki doğru yolu bulasınız. " (Ali İmran 102- 103)

Bu gün iyiliği emredecek ve kötülüğü ortadan kaldıracak sahih bir iradenin ortada olmayışının bir sonucudur yer yüzünde yaşanan zulüm ve sömürüler… Aidiyet olarak ümmettin varlığından söz edebiliriz. Sosyal açıdan da ümmetin varlığından söz etmek mümkündür. Fakat maalesef siyasi irade olarak ümmetin varlığından bu gün için söz edebilmemiz mümkün değildir. Bireysel ve cemai olarak ortaya koyduğumuz fikir ve mefhumlar bizi ümmet olma, insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmet olma hedefine kilitlemeli, her türlü sun’i ayrılığı bir kenara iterek ümmet olabilme hedefine koşmalıyız. Kur’anın ifadesiyle Tüm insanlık ümmeti ve hatta tüm hayvanat ümmeti ve cemadat (yaratılmış diğer varlıklar) siyasi bir irade olarak İslam ümmetinin varlığına muhtaçtırlar. Çünkü başka hiçbir topluluk İslam ümmeti gibi hayra davet etme, adaleti ve iyiliği emretme inanç ve sorumluluğuna sahip değildir. Bizler bu sorumluluğumuzu kuşanmadığımız takdirde yer yüzünde fesat devam edecektir.

Bugün bizler mevcut hallerimizin devam etmesini istemiyorsak kaybedilen nimetin yeniden idrakine varmalı, "Her ümmetin toplandığı gün ve her ümmetin kitabına çağrıldığı gün" (Casiye / 28) şuuruyla gerçek bir Muhammedi ümmet olmayı başarmalıyız. En azından bunun gayreti içinde olmalıyız. Çünkü Kitabımızın buyruğu kesindir: "Ve işte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, benden korkun." (Mü’minun/52)

“Asra yemin olsun ki, iman edenler, Salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna, muhakkak ki, bütün insanlık hüsrandadır.” (Asr Suresi )

Ümmet şuurunu kuşanmadan geçirdiğimiz her bir Asr (zaman) hüsrana doğru dolu dizgin koşmakta yani zaman aleyhimize işlemektedir. Geçen her saniye ömrümüzden bir daha geri dönmemek üzere kopup gitmektedir.

Allah ( a.c) Hz. Muhammed ( s.a.s)'e ümmet olma şuuruyla kalplerimizi birleştirsin ve yeniden izzet günlerimize kavuştursun. Amin.

 

06.Kasım. 2013 / Özgür Der Antalya

Çarşamba Dersleri

Derleyerek Sunan:

Hakan ŞİMŞEK

Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASSAM) &

Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER)

Antalya İl Temsilci Yrd.



[i] El-İsfahânî, el-Müfredât, İstanbul 1986, 27, "emme" mad.

 

Okunma 6186 defa Son Düzenlenme Pazartesi, 23 Aralık 2013 22:41
Yorum eklemek için giriş yapın