Cumartesi, 15 Şubat 2014 17:22

Irak ve Suriye'de Değişemeyen Sosyal Psikoloji ve Yönetim Problemi (15 Şubat 2014)

Yazan
Öğeyi Oyla
(4 oy)

IRAK VE SURİYE’DE DEĞİŞEMEYEN SOSYAL PSİKOLOJİ VE YÖNETİM PROBLEMİ

 

Giriş 

Bu yazıda, Irak ile Suriye’deki gelişmeler, sosyal psikoloji bilimi çerçevesinde ve Irak ağırlıklı olarak ele alınacaktır. Özellikle Irak’ın seçilmesinin sebebi, din, mezhep ve etnisite çeşitliliği bakımından Türkiye dâhil komşu ülkelerle demografik benzerliği olmasından, iç-dış çatışmalardan sonra belirgin bir yapıya kavuş/turul/masından ve ABD’nin önceden beri Irak’ta yönlendirici olduğunu bizzat CIA başkanının açıklamış olmasındandır.

O yönlendirmeleri incelemeden önce, yeni bir bilim dalı olan sosyal psikolojiyi kısaca tanıtmak yerinde olacaktır.

 

Bir Bilim Olarak Sosyal Psikoloji

Alanının önemli yazarlarından ABD’li David Krech ve Richard S. Crutchfield, sosyal psikoloji sayesinde insan davranışının daha iyi anlaşılabileceğine ve müstakbel davranışların tahmin edilebileceğine dikkat çekmekte fakat onun asıl maksadının, “sosyal duyguların barışçı yönde kontrol edilmesi” olduğunu söylemektedirler. Kontrolü hedeflenen duygulara örnek olarak verdikleri ise, “ırk peşin hükümleri, cinayet ve suçluluk”tur. Yazarlar, insanların genellikle barışı arzulamalarına rağmen, sosyal psikolojiyi bilmeyen yöneticiler yüzünden bu arzuyu gerçekleştiremediklerini belirtmektedirler.1

“Barış” çok önemli olsa da, herkesin barışı kendi uygun gördüğü şartlarda istediği malumdur. O yüzden, özellikle “sosyal duyguların kontrol edilmesi” ifadesine dikkat edilmelidir.

ABD ve İngiltere’de doğup gelişmiş olan sosyal psikoloji sayesinde, geçmişteki ve şimdiki durumun daha iyi anlaşılabilir olmasının yanı sıra, gelecekte vuku bulabilecek olaylar da %11’lik bir hata ile tahmin edilebilir olmuştur. Bu, bir sosyal bilim için büyük başarıdır.2 Fakat asıl hedef, tahmin etmenin çok ötesinde görünmektedir. Zira ABD’li yazarların işaret ettiği, “sosyal duyguların kontrol edilmesi”, yönlendirmeyi de düşündürmektedir. O hâlde, sosyal psikoloji çalışmalarıyla yarın olacaklara da, aynı oranda tesir etmek mümkün görünmektedir. Irak’ta yapılmış sosyal tasnife bakıldığında, söz konusu bilimde bir hayli ileri olan ABD’nin sosyal duygu yönlendirmesini, pek de barışçı yönde yapmadığı anlaşılmaktadır.    

Irak ve Suriye’deki Sosyal Duygular

Düşman kardeşler” olarak Irak ve Suriye, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı topraklarının büyük kısmının işgal edilmesi ile uzun süre İngiltere ve Fransa’nın elinde kalmış, daha sonra bağımsızlık tanındığında ise onların atadığı yönetimlerce idare edilmiştir. Birbiri ardına gelen ihtilaller yüzünden bir türlü siyasî istikrara ulaşamamış, 1963 yılından beri de, her ikisi de aşırı laik ve Arap milliyetçisi totaliter Baas partilerinin yönetiminde kalmıştır. Bu itibarla, bu ülkelerdeki başta Araplar dâhil bütün Müslümanlar olmak üzere herkesin inancı ve başta Türkmenler ile Kürtler olmak üzere Araplar haricindeki herkesin etnik kimliği baskı altında tutulmuştur. İşte öyle bir durumdaki Irak’ın İran’la yaptığı savaş, Irak’taki mezhep ayrılığı duygusunu iyice pekiştirmiştir.

O savaşın başlamasından iki yıl önce, bizzat dönemin CIA başkanı Amiral Turner, CIA’in uzun yıllardır Irak’ta olayları yönlendirme gayretinde olduğunu açıklamıştır. Turner o açıklamasında, CIA’in 1940’lı yıllardan beri, başka ülkelerden sadece istihbarat almakla yetinmeyip, o ülkelerin iç olaylarını yönlendirmekle de meşgul olduğunu bildirmiştir. O “başka” ülkeleri de o tarih itibariyle Küba, Vietnam, Angola ve Irak diye saymıştır.3

Turner’in işaret ettiği 1940’lı yıllar, bugünkü Kürt lider Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani’nin Sovyetler Birliği’nin desteği ile Irak’ta ayrılıkçı hareketlerini güçlendirdiği yıllardır. O akım, daha sonra ABD yanlısı bir rotaya girmiştir. Turner’in yukarıdaki açıklamasından iki yıl sonra ise Irak-İran savaşı (1980-1988) başlamıştır.

İran’ın Humeyni devrimi yüzünden hem Batı’da hem de Arap dünyasında itibarını kaybettiğinden emin olan Irak’ın, bazı eski meseleleri gerekçe göstererek başlattığı o savaşta Batı ve Arap ülkeleri, siyasî platformlarda Irak’ı desteklemişlerdir. Bu arada, ailesi itibariyle Sünnî kökenli olan devlet başkanı Saddam tarafından potansiyel iç tehlike addedilen, buna karşılık Irak nüfusunun çoğunu teşkil eden Şiîler, olay çıkarmamışlar fakat yönetimden iyice soğumuşlardır. İki ülke arasındaki galibi olmayan o savaştan sonra Irak, Arap ülkelerinde Arap milliyetçiliğinin lideri konumuna yükselmiştir.4

O savaşın bitiminden iki yıl sonra ise Irak, ABD’nin göz kırpmasıyla Kuveyt’i önce işgal, sonra ilhak etti (1990-1991).5 Bu da “Arap milliyetçisi” Irak yönetiminin, diğer Arap ülkelerinin nefretini çekmesine sebep oldu. BM de Irak aleyhine karar verince ABD ağırlıklı koalisyon güçleri, “Kuveytlilerin kurtarıcısı” olarak askerî müdahalede bulundu. O güçler arasında bazı Arap ülkeleri de yer aldı. Irak’ın kısa sürede yenilmesiyle birlikte, önceden beri ezilmiş olan halk kitlelerinin isyanları başladı. İsyanların şiddet kullanılarak bastırılmaya çalışılması, 2003 yılında ABD ağırlıklı güçlerin, “Iraklıların kurtarıcısı” olarak yorgun-bitkin durumdaki Irak’a girmesine fırsat verdi.

Sosyal Psikoloji ile Bölünmeye Yöneltmek

Irak’a girişte ilan edilen maksat, oradaki kitle imha silahlarını yok etmek ve ülkeye demokrasi getirmekti. Sonradan kitle imha silahları olmadığı meydana çıkmıştı. Demokrasi için yapılan sosyal tasnif ise, o maksada çok uzaktı. Çünkü mezhep ve etnisite karmaşasıyla yapılan o tasnif, ABD dâhil hiçbir Batı demokrasisinde yoktu ve istikrar getirecek türden değil, oluşmuş bölünmeyi kökleştirecek nitelikteydi.

O kaos kökleştirmenin hukuki temelleri hemen işgal yılında atılmış, “demokrasiye geçişin ilk adımı” olarak oluşturulan komite, Şiî, Sünnî ve Kürt temsilcilerden oluşturulmuştu. Burada dikkat çeken husus, Türkmenlerden hiçbir temsilci bulundurulmamış olmasıdır. Bilahare kurulan 25 kişilik “Geçici Yönetim Konseyi” ise 13 Şiî, 5 Sünnî, 5 Kürt, 1 Türkmen ve 1 Hıristiyan’dan oluşturulmuştu.

Bu tasnife Irak içinden ve dışından gelen itirazlar, zikredilen sosyal grupların temsilci sayılarınaydı. Oysaki özellikle komitelerin ve Konsey’in yapısına itiraz edilmeliydi. Çünkü o yapı, müşterek “Iraklılık” kimliğine darbe vurduğu gibi, nüfusun tamamına yakınının müşterek “Müslüman” kimliğini de mezheplere göre bölüyordu. İşin en ilginç yönü de, özellikle devletin en büyük nüfus kitlesini teşkil eden Arapları bölecek bir yaklaşımda bulunulmasıydı. Kürtler ve Türkmenler, zikredilen sosyal gruplar olurken Arap kimliğinden hiç bahsedilmiyor, yerine mezhep kimlikleri kullanılıyordu. Oysaki Arapların olduğu gibi Kürtlerin de Türkmenlerin de bir kısmı Şiî, bir kısmı Sünnî’dir. O hâlde o tasnif ya Arap, Kürt, Türkmen vs. şeklinde ya da Sünnî, Şiî vs. şeklinde olmalıydı. Ancak o durumda bile tam istikrar sağlanamazdı.

Asıl istikrar, TBMM’nin ilk teşekkülünde olduğu gibi, illere göre temsiliyetle sağlanabilirdi. Zaten Batı demokrasilerinde de uygulanan o temsiliyet, tabii olarak yine illerin özelliklerine göre etnisite, mezhep ve meslek farklılıklarını ihtiva edecekti. Ancak her bir vekil, bütünüyle kendi bölgesini temsil etmekle mükellef olduğundan, kendisinden farklı kategorilerdeki hemşerilerinin de hak ve hukukunu savunmayı vazife bilecekti. Böylece görüş ve meslek farklılıklarına göre hem siyasî partilerin hem de meslek odaları ile sendikaların kuruluşuna müsait bir sosyal zemin oluşturulabilirdi. Bu satırların yazarı, belirttiği itirazını aynı günlerdeki bir yazısında ifade etmiştir.6

Öyle yapılmayışı, Irak siyasetinde yer alan partilerin mezheplere ve/veya etnik kimliklere dayalı olarak faaliyette bulunmaları sonucunu doğurmuştur. Nitekim hâlen Irak’taki 29 siyasî partiden 9’u Şiî, 6’sı Sünnî, 9’u Kürt, 3’ü Türkmen, 1’i Asurî, 1’i Keldanî-Süryanî-Asurî kimlikli tanınmaktadır.7

Görüldüğü gibi kurulan siyasî partiler birliğe değil, sosyal yapı temelleri icabı bölünmeye meyyaldir. Demokrasilerde fikir esaslı partilerden birini tercih, bireyin hür iradesine bırakılmış iken; Irak’taki inanç/etnisite esaslı partilerden birini tercih, bireyin doğuşundan gelen aidiyetine hapsedilmiştir.Böylece birlik-bütünlük beklentilerine karşı, “tek yol bölünmek” fikrini pekiştirmiş olmaktadır.

Sosyal Psikoloji ile Şiddete Yöneltmek

Batılı halklar çok daha önce büyük ölçüde aştıkları hâldegünümüzdeki Ortadoğu halklarının çoğu, kendi devletlerinden baskı ve şiddet görmektedirler. Irak’a “kurtarıcı” olarak gelen başta ABD’liler olmak üzere Batılı askerlerin de 2003’ten 2011 sonuna kadar sivil halka şiddet uygulaması, Guantanamo ve Ebu Gureyb gibi cezaevlerinde işkenceler yapması, ülkedeki halka en modernlerin yönteminin de kendi diktatörlerininkiyle aynı, yani şiddet olduğu kanaatini aşılamıştır. Dolayısıyla maksada ulaşmak için “tek yol şiddet” kanaati pekiştirilmiştir.

Bu arada Sünnîlere ve Şiîlere ait kutsal mekânlara yönelik kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen ve çoğu kanlı biten saldırılar da derin öfke bırakan şiddet uygulamalarıdır. Her ne kadar, iki taraftan dinî liderlerin gayretleri, büyük çatışmalar çıkmasını engellemişse de, o saldırıların, kitlelerin ve şahısların psikolojisini olumsuz yönde etkilediği inkâr edilemez.

Sosyal psikolojinin tespitine göre, huzurlu bir ortamda yaşadığı hâlde sürekli şiddet konulu filmler seyreden bir insan bile, “model alma, dolaylı öğrenme” sonucunda şiddete meyyal kişilikte olmaktadır.8

Nesilden nesile intikal eden şiddet hatıralarını dinleyen, bizzat kendisi de şiddet dolu ortamda yaşayan, dolayısıyla bütün sohbetlerinde şiddeti konuşan insanların, barışçı bir psikolojide olmasını beklemek pek de bilimsel olmamaktadır. Hele yanı başlarındaki “düşman kardeş” Suriye’de, aynı etnisite ve inanç temelli ayrışmaların sürüklediği çatışmaları izlemek, menfi tesiri daha da artırıyor olmalıdır.

Suriye’de aynı demografik yapı, Irak’ın tersine olarak nüfusun büyük çoğunluğu Sünnî, azı Şiî ve yönetimde ailesi itibariyle Şiî kökenli olan Beşşar Esed bulunmaktadır. Şu sıralar iç çatışmalar devam etmekte olduğu için nihaî bir hükme varmak zordur ancak neticede BM kararıyla ve ABD’nin liderliğiyle silahlı veya silahsız uluslar arası kuruluşların bir çözüm dayatması kaçınılmaz görünmektedir.

Sonuç

Demokrasi yoluyla olsa bile, vatandaşların etnisite ve inanç farklılıklarına göre cepheleştirilmesi bütünlüğü tehlikeli hâle sokmaktadır. Bu itibarla Irak’ta ve yeniden şekillendirilmesi muhtemel olan Suriye’de, Meclis’teki her bir vekilin, her kesimin hakkını savunacak sorumlulukta olmasının sağlanacağı bir demokratik sistem oluşturulmalıdır.

Her iki devletin de vatandaşlarının çok büyük ekseriyeti Müslüman olduğu ve kardeşlik duygularını güçlendireceği için, anayasalarında devletin resmî dini olarak “İslam” diye belirtilmesinin, diğer dinlerdeki vatandaşların da eşit haklara sahip vatandaşlar olduğunun kayda geçirilmesinin uygun olacağı tavsiyeye değerdir.

……………..

Krech, David ve Cruthcfield, Richard S: Sosyal Psikoloji, çev. Erol Güngör, 4. Baskı, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1994, ss. 13-20.            

Güngör, Erol: “Üçüncü Basılışa Önsöz” ve Turhan, Mümtaz: “Türkçe Tercümeye Önsöz”, a.g.e., ss. 9-12.

3 İlhan, Attilâ: Batı’nın Deli Gömleği, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2002, ss. 232-233 (Gösterilen kaynak: U.S. News and World Report, Şubat, 1978).

4 Harris, William: “Modern Irak’ın Stratejik Konumu”, çev., Alper Şen, Avrasya Dosyası dergisi, C. 6, S. 3, Ankara, 2000, ss. 50-66.

Salinger, Pierre ve Laurent, Eric: Körfez Savaşı – Gizli Dosya, çev., Erden Akbulut, İstanbul, 1991, ss. 11-12, 54-56.

6 Dayı, Hüseyin: “Irak Geçici Yönetim Konseyi ve Bay Meçhul (1-2)”, Önce Vatan gazetesi, 15, 17 Ekim 2003.

Baştürk, Levent vd.: Irak Siyasetini Anlama Kılavuzu, http://setav.org/tr/irak-siyasetini-anlama-kilavuzu/rapor/11076 (Erişim tarihi: 11.02.2014).

Arkonaç, Sibel A: Sosyal Psikoloji, 2. Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001, ss. 180-181.

 

Okunma 6139 defa Son Düzenlenme Pazar, 16 Şubat 2014 13:42
Hüseyin DAYI

Hüseyin DAYI  Türkçe (Türkiye) English (United Kingdom)

1952 yılında Erzurum’da doğdu. İlk gençlik yıllarından itibaren, kültürel maksatla kurulmuş çeşitli derneklerde görevler aldı. Üniversite tahsilini, İktisat ve felsefe olmak üzere iki ayrı dalda yaptı. Sırasıyla memuriyet, ticaret ve gazetecilikle meşgul oldu.

Genellikle dinî inançlar ile felsefî teorileri ve sosyal hayata etkilerini inceledi. O maksatla özellikle din, felsefe, tarih, antropoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji alanlarında çok yönlü okuyup düşünmeye yöneldi.

Ulusal ve uluslararası bilim kongrelerinde tebliğler sundu, hakemli dergilerde makaleleri yayınlandı.

Başta Türk milleti hakkındakiler olmak üzere, Batı’da üretilmiş millet teorileri ile milliyetçiliklerin yanlış ve zararlı olduğu şeklindeki görüşlerini dile getirdi. Türk teriminin, Türkçeyi ortak dil olarak kullanan farklı etnik kökenden Müslüman kavimlerin birleşiminin ismi olduğu şeklindeki tespitini anlattı.

Çevrecilik, insan-hayvan-bitki hakları, savaş aleyhtarlığı ve demokrasinin en sağlam temellerinin İslamiyet’te olduğunu savundu.

Dünya Gündemi, Star, Yeni Şafak, Önce Vatan ve Zaman gazetelerinde makaleleri; Yeni Asya ve Yeni Şafak gazetelerinde kendisiyle yapılan röportajlar yayınlandı.

Siyaset ve sosyal bilimler alanına “Ötekileştirmek” kavramını kazandırdı. “Devletin milleti- milletin devleti” şeklindeki tasnifi de ilgi görmektedir.

Orta derecede İngilizce bilen yazar, evli olup bir evlat babasıdır.

İlk yayınlanma tarihi sırasına göre kitapları şunlardır:

1- Batı’dan İthal Milliyetçilik ve Ötekileştirdikleri (Türkler ve “Öteki”ler, Okumuş Adam Yayınları, 2006; Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz, TİMAŞ Yayınları, 2008, Akis Kitap Yayınları, 2012).

2- Batı’dan İthal Milliyetçiliğin Dinle Kavgası (Bilgeoğuz Yayınları, 2010; Akis Kitap Yayınları, 2012).

3- İslam Medeniyetinin Küreselliği -Başka Alternatif Yok- (Akis Kitap Yayınları, 2012).

 

Hüseyin DAYI

He was born in Erzurum in 1952. From his early youth, he took part in various associations established for cultural purposes. He completed his university education in two different branches, Economics and philosophy. He was engaged in civil service, trade and journalism, respectively.

He generally studied religious beliefs and philosophical theories and their effects on social life. For this purpose, he tended to read and think in many ways, especially in the fields of religion, philosophy, history, anthropology, sociology and social psychology.

He presented papers at national and international scientific congresses, and his articles were published in refereed journals.

He expressed his views that nation theories and nationalisms produced in the West, especially those about the Turkish nation, are wrong and harmful. He explained his determination that the term “Turk” is the name of a combination of Muslim tribes of different ethnic origins who use Turkish as a common language.

He argued that the most important foundations of environmentalism, human-animal-plant rights, anti-war and democracy are within Islam.

His articles were published in the newspapers Dünya Gündem, Star, Yeni Şafak, First Vatan and Zaman, and interviews with him were published in the newspapers Yeni Asya and Yeni Şafak.

He introduced the concept of “marginalizing” to the field of politics and social sciences. His classification as “the nation of the state - the state of the nation” also attracts attention.

The author, who speaks intermediate level English, is married and has a son.

The books, in order by date of first publication, are:

1- Batı’dan İthal Milliyetçilik ve Ötekileştirdikleri (Türkler ve “Öteki”ler, Okumuş Adam Yayınları, 2006; Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz, TİMAŞ Yayınları, 2008, Akis Kitap Yayınları, 2012).

2- Batı’dan İthal Milliyetçiliğin Dinle Kavgası (Bilgeoğuz Yayınları, 2010; Akis Kitap Yayınları, 2012).

3- İslam Medeniyetinin Küreselliği -Başka Alternatif Yok- (Akis Kitap Yayınları, 2012).

Yorum eklemek için giriş yapın