Cuma, 17 Nisan 2015 00:00

Bize Dost Ermeni'yi, Düşman Eden Batılı Yargıçlar (!)

Yazan
Öğeyi Oyla
(6 oy)

Ermenilerin, Büyük Selçuklulardan itibaren uyumlu hâlleri, 1890’dan itibaren tam bir fitneye dönüşmüştür. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında Rusya, Anadolu’nun kuzey-doğusundaki bazı şehirleri işgal edince oralardaki Ermenileri Osmanlı’ya karşı kışkırtmaya başlamıştı. O dönemde Fransa da Katolikleri organize ediyordu. Bunun üzerine İngiltere de Ermeniler arasında Protestanlık propagandasına başlamış, bu arada o da ayrılıkçı duygular aşılamaya başlamıştı. 1888’de Van’da başarısız bir deneme yapmışlar, nihayet 1890’da Erzurum’da bir isyan çıkarmayı başarmışlardır. Aynı yıl İstanbul’da da ayrılıkçı Ermeniler, Osmanlı yanlısı gördükleri bazı Ermenileri öldürmüşlerdir [13]. Fransa, İngiltere ve Rusya’nın kışkırtmalarıyla oluşan o fitnede Ermeniler, Katolik ve Gregoryen/Ortodoks mezheplerine göre birbirlerine karşı da düşman edilmişlerdir.

GİRİŞ 

Batı’da hiçbir zaman gündemden düşmeyen “Ermeni soykırımı” iddiaları, mutat zamanlamasına uygun olarak bu yıl da, Nisan ayı yaklaştıkça alevlendirildi. Mart ayı ortalarında Avrupa Parlamentosu, AB üyesi devletlere “Ermeni soykırımı”nı tanıma çağrısında bulunmuştu. Nisan ortalarına doğru da ABD Dışişleri, Osmanlı Devletinin sonlarında 1,5 milyon Ermeni’nin katledildiği ithamını tekrarladı. Aynı günlerde, Katoliklerin ruhanî lideri Papa da, 1915 olaylarını “Ermeni soykırımı” diye andı. Son olarak 15 Nisan günü Avrupa Parlamentosunda, 1915 olayları için “soykırım” nitelendirmesi kabul edildi. Böylece “laik” Batı’nın birçok siyasî ve dinî lideriyle Ermeni dinî ve siyasî liderlerinin birlikteliği bir kere daha gözler önüne serildi. 24 Nisan’da Avrupa ve ABD meydanlarında Türkiye aleyhine yapılacak etkinlikler de, eskidekilere kıyasla biraz daha dikkat çekici olabilir fakat temelde alışılmış tarafgirlikten başka bir durum söz konusu değil.  

O tarafgirlik daha geçmişe doğru eşelendiğinde, Osmanlı’daki Ermeni isyanlarının başlamasındaki kışkırtıcıların da, Batı’nın dinî ve siyasî otoriteleri olduğu gerçeği görülecektir. O Batılıların, bugün ise yargıçlık gibi muteber bir konuma yerleşmeleri ne hazindir. Bu yazıdan maksat, dinî-siyasî temelleri üzerinden o kışkırtmalardan önceki birlikteliği ve o kışkırtmalardan sonraki vahim sonucu göstermek, ardından da bazı tekliflerde bulunmaktır. 

İSLAMÎYET’TE BİRLİKTE YAŞAYABİLME VE ERMENİLER 

Ermenilerle ilk tanışmamız Büyük Selçuklu Devletinde olmuştur. Malazgirt’te Sultan Alp Arslan’ın komutasındaki Türk ordusuyla karşılaşan Bizans ordusunda, Ermeni birlikleri de vardı. Ancak onlar Ermeni ve Süryani tarihçilerinin belirttiğine göre savaşa katılmamış dönüp gitmişlerdir. Bunun sebebini açıklayan Süryani tarihçi Mihael, Bizanslıların önceden beri kendi “bozuk mezheplerini” Ermenilere de zorla kabul ettirmeye çalıştıklarını söylemektedir [1]. Bugün itibariyle bir asrı geçkin süredir, Türkiye ve Azerbaycan’a düşmanca davranan Ermeniler, aslında hem Selçuklu’da hem Osmanlı’da devlete sadık vatandaşlar olmuş; Osmanlılarca “Teb’a-yı sadıka” diye adlandırılmışlardı.

O sadakatlerinin verdiği güvenledir ki Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, Anadolu’daki ve dünyanın başka yerlerindeki birçok Ermeni’yi davet ederek başkent yaptığı bu şehre yerleştirmiş ve Ermeni Patrikliğini kurdurtmuştur [2].

Kuyumculukta, dericilikte, mimarlıkta, Türk sanat müziğinde ve daha birçok alandaki kabiliyetleriyle sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik hayattaki tutumları, genellikle çok uyumludur. O uyumları sebebiyle, son dönemlerdeki isyanları sırasında bile devletin birçok kademesinde Ermeniler de görevliydiler. Toplumuzdan gerek din gerekse dil bakımından ayrı olan Ermenilerin o sadakatini sağlayan, Osmanlılardan gördükleri hüsnü kabuldür ki, onun da sebebi, İslamiyet’in “öteki”ne bakışıdır.

İslamiyet’e göre insanların dilde, dinde, renklerde farklılıklarını, hilkatten bilip kabullenmek gerekir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de, “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet yapardı” [3]; “Sana düşen sadece tebliğdir” [4] ve ayrıca “Dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu Allah ayetlerindendir” [5]deniyor. Hz. Peygamber, “Ey insanlar! Bütün insanlar Adem ile Havva’nın çocuklarıdır” [6] diyor. Nitekim İslam devletinin ilk safhasında Hz. Peygamber ve ashap; Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşriklerle bir arada yaşamayı kabullenmiş durumdaydı. O çeşitlilikle “ümmet” olma durumunu bozan da gayrimüslimler olmuştur.

İslam hukukuna göre gayrimüslim teb’a “zimmî” (ehl-i zimmet) diye adlandırılmaktadır ve hürriyetler bakımından Müslümanlarla eşit haklara sahiptirler. Bu sebeple İslam’da Müslim ve gayrimüslim vatandaşları adalet anlayışı içinde mutlu etmeye çalışmak şarttır. Yüklenen bu sorumluluktan dolayıdır ki, Selçuklular ve Osmanlılar da dâhil olmak üzere İslam devletleri ve toplumları, gayrimüslim vatandaşları daima hoşnut tutmuşlardır. Bu durumu Voltaire [7] ve Bernard Lewis [8] gibi Batılı düşünce ve bilim insanları da aynen kabullenmektedirler. Müslümanların “öteki”ne bakışı böyledir ve Ermenilerin “teb’a-yı sadıka” olmasının sebebi de bu bakıştır. 

HIRİSTİYANLIKTA BİRLİKTE YAŞAMAYI KABULLENEMEMEK 

“Aziz” Augustinus”un barışçılıktan savaşçı hâle dönüştürdüğü Hıristiyanlıkta “öteki”, adeta yok edilmesi gerekendir. Ortaçağ’daki Haçlı seferleri en yüksek otorite olan papalar tarafından organize edilmiş ve Batı’daki nerdeyse bütün devletler o seferlere iştirak etmiştir. Papa IV. Eugen’e göre, Hıristiyan olmayanları yok etmek, Tanrı adına yapılması gereken büyük bir eserdir [9]. Manihaizm ile Hıristiyanlık karışımı bir inanç sistemi olan Kathar mezhebi mensupları üzerine 1209 yılında yapılan seferde Katharlarla birlikte o bölgedeki Hıristiyanlar da kadın-çocuk ayırımı yapılmadan katledilmiştir. Katliam öncesinde “Tanrı’nın kullarını, sapkın Katharlardan”nasıl ayıracaklarını soran şövalyelere, Başpapaz Arnaud Amaury’nin verdiği cevap korkunçtur: “Hepsini öldürün, Tanrı kendi kullarını ayırır” [10]. Batılıların, tarih boyunca Avrupa, Afrika ve Amerika’da yaptıkları bütün malum katliam ve soykırımların temelinde o kültürel miras vardır.

Hıristiyan yazarlardan Leo Huberman’ın, irili-ufaklı bütün seferleri sayarak verdiği bilgilere göre, farklı inançtakiler üzerine 150’nin üzerinde Haçlı Seferi düzenlenmiştir [11]. Buna karşılık tarih, bütün Müslüman ülkelerin birleşerek gayrimüslimler üzerine yürüdüğü, “Hilal seferi” diye anılan bir tane bile sefer kaydetmemiştir. Nitekim ABD eski başkanlarından Nixon da, tarihçi Willy Durant’ı kaynak göstererek, tarihteki din savaşlarının “Hıristiyanların başının altından çıktığını” ifade etmiştir [12]. 

ERMENİLERİ KIŞKIRTICI OLARAK BATILI DEVLETLER

Ermenilerin, Büyük Selçuklulardan itibaren yukarıda bahsedilen uyumlu hâlleri, 1890’dan itibaren tam bir fitneye dönüşmüştür. Napolyon’un 1798’de Mısır seferine çıktığı dönemde Osmanlı’daki dinî ve etnik farklılıkları kışkırttığı; o kışkırtmalara uyan Sırpların 1804’te, Yunanların 1821’de isyan ettikleri hatırlanırsa, ilk Ermeni isyanının 1890’da olmasının basbayağı geç bir tarihe tekabül ettiği söylenebilir. Rusya’nın ise çok önceden beri Osmanlı’yı parçalamaya çalıştığı zaten bilinmektedir. Neticede 1798’den beri tezgâhlanan iç olaylar yüzünden, gittikçe zayıf düşen Osmanlı’nın, yani Rus Çarı I. Nikola’nın 1853’te kullandığı tabirle “Hasta adam”ın topraklarının Almanya, Avusturya, Fransa, İngiltere ve Rusya tarafından paylaşılması, Batılı siyasîlerin zihninde güçlenmiştir. Aralarındaki bazı meselelerde zaman zaman ihtilafa düşseler de Osmanlı’yı parçalamak konusunda hemfikirdiler.

1878 tarihli Berlin Antlaşması, Ermeni isyanlarının başla/tıl/masında çok önemli bir tetikleyicidir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında Rusya, Anadolu’nun kuzey-doğusundaki bazı şehirleri işgal edince oralardaki Ermenileri Osmanlı’ya karşı kışkırtmaya başlamıştı. O dönemde Fransa da Katolikleri organize ediyordu. Bunun üzerine İngiltere de Ermeniler arasında Protestanlık propagandasına başlamış, bu arada o da ayrılıkçı duygular aşılamaya başlamıştı. İşte o üç devletin propagandalarının etkisinde kalan bazı Ermeniler, 1878 Berlin Kongresinde kendilerine en azından bir muhtariyet elde etmek için uğraşmış fakat başaramamışlardı. Osmanlı İmparatorluğunun 287.510 kilometre kare toprak kaybettiği o kongreden eli boş dönen ayrılıkçı Ermeni temsilcileri, daha önceki Sırp ve Yunan isyanlarını kendilerine örnek almışlardır. Batılı devletlerin de desteği ile Osmanlı içindeki ve dışındaki bazı Ermenilerin katılımlarıyla İsviçre’de Hınçak ve o zamanlar Rusya’nın elindeki Kafkasya’da Taşnak gibi örgütler kurulmuş ve o örgütler bazı terör eylemleri yapmaya başlamışlardır. O terör örgütlerinin Osmanlı güçleriyle çatışmasında verdikleri can kaybı bile Avrupa’da soykırım diye işlenmiştir. Fakat bütün onlar, gerçek anlamda kitlesel bir isyan olmamıştır. 1888’de Van’da başarısız bir deneme yapmışlar, nihayet 1890’da Erzurum’da bir isyan çıkarmayı başarmışlardır. Aynı yıl İstanbul’da da ayrılıkçı Ermeniler, Osmanlı yanlısı gördükleri bazı Ermenileri öldürmüşlerdir [13].

Fransa, İngiltere ve Rusya’nın kışkırtmalarıyla oluşan o fitnede Ermeniler, Katolik ve Gregoryen/Ortodoks mezheplerine göre birbirlerine karşı da düşman edilmişlerdir. Bunun sebebi, Fransa ve İngiltere’nin Katolik Ermenileri, rakipleri Rusya’nın ise Ortodoks/Gregoryen Ermenileri desteklemesidir. O desteklerle Ermeniler arasında çıkan çatışmaların başlangıcı da 1890 yılıdır. 15 Temmuz 1890 tarihindeki Kumkapı Gösterisi (Kanlı Pazar) ile 27 Nisan 1894 tarihindeki Patrik Horen Aşıkyan’a karşı yapılan suikast teşebbüsü ve o günlerde özellikle Kumkapı’da Katolik ve Ortodoks Ermeniler arasındaki olaylar, birer ibretlik hadisedir.

Anadolu’nun nerdeyse her tarafında görünen Ermeni isyanları ile Müslüman ahalinin ırzına ve canına yönelik kitlesel saldırılarının en önemlileri; Erzurum, Merzifon, Kayseri, Trabzon, Yozgat, Sasun-Siirt, Zeytun-Maraş, İstanbul, Van ve Adana’da yaşanmıştır. 24 Ekim 1895-28 Ocak 1896 tarihleri arasında Zeytun-Maraş bölgesinde isyan çıkaran Ermenilerin, İngiltere himayesinde Mersin’den Marsilya’ya kaçtığının, İngiltere Dışişleri Arşivinde F. O. 424/184 No: 426 olarak kayıtlı olduğu tespit edilmiştir. İkinci Sasun-Siirt İsyanını yönetenlerin ise Rus ordusunda eğitim almış Kafkasyalı Ermeniler olduğu meydana çıkmıştır. Bütün bu olaylar sırasında yer yer Müslüman ahali ile Ermeniler arasında “mukatele” (birbirini öldürme) olayları da yaşanmıştır [14].

O süreçteki çok önemli bir olay da, 21 Temmuz 1905 tarihli ve “Yıldız suikastı” diye bilinen Sultan II. Abdülhamid’in arabasına, Ermeniler tarafından bomba yerleştirilmesi olayıdır.

Ermenilerin tek yol olarak katliamı seçmiş olduklarının günümüzdeki son örneği, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesindeki Hocalı’da yaptıkları katliamlardır. 

BAZI İTHAMLARA CEVAPLAR 

Bilindiği gibi, Türk-Ermeni münasebetleri ele alınırken 1915 yılındaki bir takım olaylar gündeme getirilmekte fakat 1890 yılı ile 1915 yılı arasında giderek şiddetlenen Ermeni katliamları göz ardı edilmektedir. Yine de 1915’e bakarsak, hukuken “soykırım” tanımına uygun bir durum olmadığı şeklindeki geçerli izahlar bir yana, Türkiye’nin arşivlerini açık tutması ve karşı taraftan da arşivlerini açmasını, tarihçilerin müşterek çalışmalarına imkân tanınmasını talep etmesi bile, Türkiye’nin soykırımla suçlanamayacağının ikna edici birer delilidir.

Diğer yandan tehcir uygulamasının Osmanlı’nın o zamanki durumuna göre Ermenilerin isyan ve katliamlarını durdurmanın yegâne yolu olduğu unutulmamalıdır. Çünkü 1798 yılında Fransızların Mısır’a saldırmalarından beri Osmanlı devleti savaşlar ve isyanlarla alabildiğine meşguldü. Tehcirin uygulandığı 1915 yılına gelmeden önce, 1911-1912 Trablusgarb Savaşı’nın, 1912-1913 ise Balkan Savaşı’nın yapıldığı yıllardır. Tehcirin uygulandığı 1915 yılı ise, 1914’te başlayıp 1918’de biten Birinci Dünya Savaşı içindedir ki, Osmanlı ordusunun, dört bir yanda cephe savaşlarıyla uğraştığı dönemdir ve sivil halktan da yüz binleri askere alarak Çanakkale, Yemen gibi “giden gelmiyor” denilen cephelere sevk ettiği yıllardır. Bu arada ilk kitlesel Ermeni olaylarının başladığı 1890 yılı ile tehcirin yapıldığı 1915 yılı arasında, tamı tamına 25 yıl geçtiğini de dikkate almak, Osmanlı’nın son çare olarak tehcire başvurduğunu anlamaya yeterlidir.

Bazı yerli kalemlerin, Hamidiye alaylarının kurulmasını da bir kusur olarak gösterip Batılı tezleri kabullenir gibi olmaları da oldukça vahimdir. O teze de katılmak mümkün değildir. Çünkü Sultan II. Abdülhamid’in, isyanların başladığı 1890 yılında kararlaştırıp bir yıl sonra göreve başlattığı Hamidiye alayları, Osmanlı’nın asıl ordusunun iç ve dış savaşlar yüzünden farklı bölgelerde savaşla meşgul olması yüzünden kurulmuştur ki, o alaylar hem Ermeni isyanlarına karşı hem de Rus işgaline karşı mücadele etmişlerdir. 

SONUÇ: BAZI YENİ GERÇEKLER VE TEKLİFLER 

En acı gerçeklerden biri, Osmanlı’nın son dönemlerindeki Ermeni isyanlarının, Müslüman ahaliye yönelik katliamlarının asıl teşvikçisi ve destekçisi olan Batılıların, günümüzde suçlu yerine, yargıç konumuna yerleşmeleridir. Şayet Batılılar, o dönemleri tahkik etmekte samimi iseler, o olaylar sırasında kendi icraatlarının da sorgulanmasını kabullenmeleri ve bize “tarihimizle yüzleşmek” çağrısı yaparken, kendilerinin de tarihleriyle yüzleşmeleri gerektiğini bilmelidirler. İki dost milleti birbirlerine düşman edip kırdırttıkları hususu onlara anlatılmalıdır.

En önemlisi, Batılı siyasîlerin konuyu dün de bugün de sadece istismar için kullandıklarını; Avrupa, Amerika ve Ermenistan’daki halka, yani sivil topluma anlatmanın imkânlarını bulup o yönde faaliyetler yapılmalıdır. Bilhassa Ermenistan yönetimine Türkiye ve Azerbaycan’la sürtüşmektense, ticarî ve siyasî temaslarını geliştirmesinin daha faydalı olacağı anlatılmalıdır.

----------------------- 

KAYNAKLAR

[1] Turan, Osman; Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat Yurdu Yayınları, İstanbul, 1975, ss. 29-30.

[2] Dabağyan, Levon Panos; Türkiye Ermenileri Tarihi, 2. Baskı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004, ss. 464-465.

[3] Kur’an-ı Kerim, Mâide 5/48; Nahl 16/93.

[4] Kur’an-ı Kerim, Ali İmran 3/20, Ra’d 13/40, Nahl 16/82, Şûrâ 42/48.

[5] Kur’an-ı Kerim, Rûm 30/22.

[6] Taberî.

[7] Voltaire; Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler,2. baskı,İlkbiz Yayınevi, İstanbul, 2006, s. 19.

[8] Lewis, Bernard; İslam Dünyasında Yahudiler, çev. Bahadır Sina Şener, İmge Kitabevi, 1996, Ankara, ss. 32-33.

[9] Lamartine, Alphonse de; Osmanlı Tarihi, 2. baskı, Kapı Yayınları, İstanbul, 2011,s. 195.

[10] Salunier, Mine Gökçe; Gülün Öteki Adı, Cep Kitapları, İstanbul, 1990, ss. 16-17.

[11] Huberman, Leo; Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, çev. Murat Belge, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s. 29.

[12] Nixon, Richard; Zamanı Yakalamak, çev. Fatoş Dilber, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1993, s. 177.

[13] Armaoğlu, Fahir H; Siyasî Tarih, Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, 1975, Ankara, ss. 272-279, 286-291.

[14] Binark, İsmet; Asılsız Ermeni İddiaları ve Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim (Yazılı Arşiv Belgeleri ve Fotoğraflarla), Ankara Ticaret Odası Yayını, Ankara, 2005, ss. 36-66.

Okunma 4244 defa Son Düzenlenme Pazartesi, 15 Ağustos 2022 11:38
Hüseyin DAYI

Hüseyin DAYI  Türkçe (Türkiye) English (United Kingdom)

1952 yılında Erzurum’da doğdu. İlk gençlik yıllarından itibaren, kültürel maksatla kurulmuş çeşitli derneklerde görevler aldı. Üniversite tahsilini, İktisat ve felsefe olmak üzere iki ayrı dalda yaptı. Sırasıyla memuriyet, ticaret ve gazetecilikle meşgul oldu.

Genellikle dinî inançlar ile felsefî teorileri ve sosyal hayata etkilerini inceledi. O maksatla özellikle din, felsefe, tarih, antropoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji alanlarında çok yönlü okuyup düşünmeye yöneldi.

Ulusal ve uluslararası bilim kongrelerinde tebliğler sundu, hakemli dergilerde makaleleri yayınlandı.

Başta Türk milleti hakkındakiler olmak üzere, Batı’da üretilmiş millet teorileri ile milliyetçiliklerin yanlış ve zararlı olduğu şeklindeki görüşlerini dile getirdi. Türk teriminin, Türkçeyi ortak dil olarak kullanan farklı etnik kökenden Müslüman kavimlerin birleşiminin ismi olduğu şeklindeki tespitini anlattı.

Çevrecilik, insan-hayvan-bitki hakları, savaş aleyhtarlığı ve demokrasinin en sağlam temellerinin İslamiyet’te olduğunu savundu.

Dünya Gündemi, Star, Yeni Şafak, Önce Vatan ve Zaman gazetelerinde makaleleri; Yeni Asya ve Yeni Şafak gazetelerinde kendisiyle yapılan röportajlar yayınlandı.

Siyaset ve sosyal bilimler alanına “Ötekileştirmek” kavramını kazandırdı. “Devletin milleti- milletin devleti” şeklindeki tasnifi de ilgi görmektedir.

Orta derecede İngilizce bilen yazar, evli olup bir evlat babasıdır.

İlk yayınlanma tarihi sırasına göre kitapları şunlardır:

1- Batı’dan İthal Milliyetçilik ve Ötekileştirdikleri (Türkler ve “Öteki”ler, Okumuş Adam Yayınları, 2006; Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz, TİMAŞ Yayınları, 2008, Akis Kitap Yayınları, 2012).

2- Batı’dan İthal Milliyetçiliğin Dinle Kavgası (Bilgeoğuz Yayınları, 2010; Akis Kitap Yayınları, 2012).

3- İslam Medeniyetinin Küreselliği -Başka Alternatif Yok- (Akis Kitap Yayınları, 2012).

 

Hüseyin DAYI

He was born in Erzurum in 1952. From his early youth, he took part in various associations established for cultural purposes. He completed his university education in two different branches, Economics and philosophy. He was engaged in civil service, trade and journalism, respectively.

He generally studied religious beliefs and philosophical theories and their effects on social life. For this purpose, he tended to read and think in many ways, especially in the fields of religion, philosophy, history, anthropology, sociology and social psychology.

He presented papers at national and international scientific congresses, and his articles were published in refereed journals.

He expressed his views that nation theories and nationalisms produced in the West, especially those about the Turkish nation, are wrong and harmful. He explained his determination that the term “Turk” is the name of a combination of Muslim tribes of different ethnic origins who use Turkish as a common language.

He argued that the most important foundations of environmentalism, human-animal-plant rights, anti-war and democracy are within Islam.

His articles were published in the newspapers Dünya Gündem, Star, Yeni Şafak, First Vatan and Zaman, and interviews with him were published in the newspapers Yeni Asya and Yeni Şafak.

He introduced the concept of “marginalizing” to the field of politics and social sciences. His classification as “the nation of the state - the state of the nation” also attracts attention.

The author, who speaks intermediate level English, is married and has a son.

The books, in order by date of first publication, are:

1- Batı’dan İthal Milliyetçilik ve Ötekileştirdikleri (Türkler ve “Öteki”ler, Okumuş Adam Yayınları, 2006; Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz, TİMAŞ Yayınları, 2008, Akis Kitap Yayınları, 2012).

2- Batı’dan İthal Milliyetçiliğin Dinle Kavgası (Bilgeoğuz Yayınları, 2010; Akis Kitap Yayınları, 2012).

3- İslam Medeniyetinin Küreselliği -Başka Alternatif Yok- (Akis Kitap Yayınları, 2012).

Yorum eklemek için giriş yapın