Perşembe, 03 Aralık 2015 00:00

Kapitalizmin Karşısında Siyasi Liberalizm ve İslam

Yazan
Öğeyi Oyla
(12 oy)

Giriş

Günümüzdeki görünüşe göre, beşerî sistemlerin en iyisi liberalizmdir. Liberalizmi seküler sistemler içinde tercih edilebilir kılan, tecrübeler neticesinde ve “sivil toplum”un talepleri doğrultusunda değişebilir olmasıdır. Fakat Türkiye entelektüellerinin çoğunda, maalesef her ideolojinin en aşırısını benimsemek gibi bir huy vardır. Liberalizmin en aşırısı, piyasayı tamamen serbest bırakmaktan yana olan klasik liberalizm, yani kapitalizmdir. Onun yirminci asrın ortalarından günümüze kadarki en etkili çağdaş filozoflarından biri, Friedrich von Hayek’tir. Liberallerimiz de önemli ölçüde onu izlerler. Yeni Yüzyıl gazetesinin “profesör” unvanlı iki yazarı, bu durumun örnekleridir:  

Prof. Dr. Birol Kovancılar, 19 Kasım 2015 günkü “I hate capitalism” başlıklı yazısında, bu seneki iş dünyası zirvesinde Ali Koç’un, “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Gerçek sorun kapitalizmdir” şeklindeki sözleri ile Bill Gates’in 2008 Dünya Ekonomik Forumundan beri söyleyegeldiği, “Kapitalizmden nefret ediyorum” şeklindeki sözlerini tenkit ediyordu. Prof. Dr. Atilla Yayla ise, 20 Kasım 2015 günkü “Sermaye ve kefen” başlıklı yazısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G-20 zirvesinin iki oturumundaki konuşmalarında, işverenleri kazançlarının bir kısmını çalışanların maaşlarını artırmak suretiyle fakirlerle paylaşmaya çağırmasını tenkit ediyordu. 

Metafiziksiz İdeoloji Olarak Liberalizm

Paylaşmaya çağrı, Bill Gates’in sözlerinde sadece vicdanî, Erdoğan’ın “kefenin cebi yok” şeklindeki anonim bir ifadeyi tekrarlamasının ardından, ölümden sonra hayırla yâd edilmeyi telkin eden sözlerinde ise hem vicdanî hem de dinî temellendirmelerle ifade edilmişti. Oysaki Hayek (1899-1992), hiç kimsenin en iyiyi bilmesinin mümkün olmadığı kanaatindedir ve bu yüzden de her bir bireyin yapabileceğine inandığını denemesinden yanadır. Dolayısıyla piyasayı toplumun etik değerlerine bağlılığa çağırmaya da karşıdır. Böylece o, bazılarınca “metafiziksiz ideoloji” diye nitelendirilen liberalizmin tam temsilcilerinden biri konumundadır.

Hayek gibi düşündüğü anlaşılan Atilla Yayla da, Cumhurbaşkanı’nın vicdanî ve dinî temelli paylaşımcı çağrısına muhalefet ederken, “İnsanlar, iktisadî davranışlarını –üretim, tasarruf, tüketim, yatırım vs.- müşevviklere göre gerçekleştirir” demekte ve bir müteşebbisin çalıştırdığı emekçilere hasıladan “zaten” pay verdiğini, aksi takdirde onları işinde tutamayacağını ileri sürmektedir. Hâlbuki az sayıdaki çok özel bilgi ve kabiliyet gerektiren işler dışındaki emekçiler için, genellikle işverenlerin öyle bir endişesi yoktur. Zira çalıştıracak insan bulmakta zorlanmazlar. Devletin “asgarî ücret” tespitinin sebebi de, kapitalizmin o merhametsiz mizacıdır. Diğer yandan, sadece çok kazanma ihtirası değil, metafizik değerler de insanîdir.

Her iki yazarda izleri fark edilen Hayek de, tıpkı diğer klasik liberaller gibi, serbest bırakılırsa piyasada gereken düzenin oluşacağına inanmaktadır. Oysaki liberal ülke piyasalarında gereken düzen arayışlarına yönelinmesi, serbest piyasa anlayışıyla değil, tarih boyunca işçilerin isyankârca eylemleri, zamanla yasallaşan grevlerle iş durdurma şeklindeki müdahaleleri sonucunda olmuştur. Yoksa Yayla’nın belirtilen yazısında, “insanın doğasının ve içinde yaşadığı ekosistemin sonucu” diye zikrettiği çok kazanma ihtirasındaki işverenin, “zaten” paylaşımcı olmasından değil.

Kısacası liberal filozoflardan ne Herbert Spencer’in “sosyal Darwinizm” çağrışımlı “laissez faire laissez passer”cı mantığı, ne de Adam Smith’in “görünmez el” ümidi kapitalizmi paylaşıma yönlendirebilmiştir. Onu kifayetsiz de olsa paylaşıma yönlendiren, sivil toplumun görünen ve mücadele eden elidir. Mesai saatlerinin dayanılabilir ölçüye indirilmesi, ücretlerin artırılması, sosyal güvenlik haklarının oluşması hep o görünen elin, tarih boyunca kapitalizme karşı verdiği mücadele sayesindedir.

O mücadele, ABD’den ithal edilen etlerin hormonlu çıkması üzerine 1999 yılı Temmuz ve Ağustos’unda Fransa’nın bazı şehirlerinde, aynı yılın Aralık ayında ABD’nin Seatle şehrinde, “Serbest ticarete hayır, dürüst ticarete evet!” şeklindeki sloganlarla Dünya Ticaret Örgütünü protesto ederken yer yer polisle yapılan çatışmalı gösterilerde; 2000 yılı Ocak ayında Davos’ta, aynı yılın Eylül’ünde Prag’da, 2001 Nisan’ında Quebec’te ve farklı tarihlerde Batı’nın başka şehirlerinde “Seatle ruhu” diye adlandırılarak sürdürülmüştür. Daha sonra 2008 yılında başlayan küresel kriz yıllarca devam etmiştir ki, Bil Gates’in yukarıda nakledilen “Kapitalizmden nefret ediyorum” sözünü ilk kullanması da o krizin başladığı 2008 yılındadır. O krizin devamında olarak 2011 yılında ise gelir dağılımındaki adaletsizliğe karşı İspanya’da başlayan ve başka ülkelere de sıçrayan ABD’deki finans merkezlerinin bulunduğu bölgeyi hedefleyen, “Wall Street’i işgal et” sloganlı gösteriler yapılmıştır. O gösterileri düzenleyenler, Batılı ülkelerdeki herkesi bankalardaki paraları çekmeye davet edeceklerini de duyurmuşlardır. Sonunda BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, “Wall Street’e kulak verin” diye çağrıda bulunmak zorunda kalmıştır. Demek ki kapitalizmin sadece tarihteki değil, içinde bulunduğumuz 21. Yüzyıl’daki uygulamaları bile sıkıntılar doğurmuş, ancak büyük tepkilerden sonra kısmen dizginlenebilmiştir. Buna rağmen hâlâ kapitalistlerin hasılalarını işçilerle “zaten” paylaştıklarını söylemek pek gerçekçi görünmemektedir.  

Bütün bunlara rağmen Atilla Yayla gibi kapitalizmi savunmaya devam eden Birol Kovancılar da, Ali Koç’un yukarıda zikredilen kapitalizmin ortadan kalkması gerektiği şeklindeki beyanına karşılık, son yüzyılda hayat standardımızın artmasının kapitalizm sayesinde olduğunu söylemekte ve başka alternatif olmadığını ima etmektedir. SSCB dağıldığı sıralarda İngiltere Başbakanı olan Margaret Tatcher de kapitalizmi, “There is no alternate” (Alternatifi yok) diye ilan ediyordu. Oysaki yine Batılı seküler liberalizm içinde de olsa kapitalizmi dizginleme çabasında olan alternatif bir felsefî görüş gelişmektedir. Her ne kadar klasik liberal Hayek, “gerçek liberalizmin dışında” diye itham etmişse de o görüş, hem mensupları hem de dışındakiler tarafından “sosyal liberalizm” ve “siyasî liberalizm” vs. şeklinde adlandırılmaktadır. Bu görüş de metafiziksiz olsa da, metafiziğe klasik liberaller kadar ilgisiz değildir.

Bir Başka Liberalizm

Siyasî liberalizmin en etkili filozoflarından olan John Rawls (1921-2002), fark ilkesini özellikle vurgulamakta ve Hayek’in tersine, farklıların birbirlerine faydalı olmaya çalışmasını tavsiye etmektedir. O minval üzere, toplumdaki dezavantajlıların faydasına olmayacak bir uygulamaya, avantajlıların da itiraz etmesini istemektedir. Böylece dezavantajlıların desteklenerek belirlenecek bir seviyeye kadar güçlendirilmesini uygun görmekte, bunun da maddî imkânların onlarla bir ölçü çerçevesinde paylaşılmasıyla mümkün olabileceğini söylemektedir. Rawls, öyle bir adaletin insanlar arasında işbirliği olabilmesi için şart olduğunu da vurgulamakta ve “hakkaniyet olarak adalet” diye ifade etmektedir. Rawls, bu yaklaşımında haklı olmalıdır, çünkü bir işveren veya çalışan olarak birey, her ne kadar önce kendisini düşünürse de, insanın sosyal bir canlı olması sebebiyle, sosyal huzuru da düşünmesi ve kendinden farklı olanlarla dayanışması icap eder. Rawls bunu maddiyatçı-bireyci bir mantıkla değil, insanın “kardeşlik, arkadaşlık” gibi duygusal yönüne hitap ederek dile getirmektedir.

Bu arada, bilinen bütün inanç sistemlerinin siyasî liberallerce makul bulunduğunu söyleyen Rawls’un, rahatlıkla dinden üstelik de İslam’dan örnek verebildiğini de belirtmekte fayda olmalıdır. Rawls, inanç farklılıkları olanların bir arada yaşayabilmesine, İslam’ın ilk dönemlerini örnek göstermektedir. O hâlde Rawls’un dikkatinden kaçan, İslam’da ferdî zenginliklere düşman olmadan, dezavantajlıları yani iktisaden güçsüzleri güçlendirici prensibe de kısaca bakmak gerekir. 

Kapitalizmin Karşısında İslam

Bilindiği gibi İslamiyet, emeğin karşılığını bir hak olarak, “işçinin alnının teri kurumadan” verilmesini emretmiştir. Tamamen muhtaç olanlar için ise Kur’anî bir hüküm olarak, zenginin malında fakirin hakkı olduğu bildirilmiştir.

O hakkın (zekâtın), İslam’da hukukî bir sorumluluk görülmesinden dolayı, Rawls’un bir kardeşlik-arkadaşlık vazifesi addetmesinden daha bağlayıcı olduğu görülmektedir. O bağlayıcılık, ilk halife Hz. Ebubekir’in ilk hutbesindeki şu sözlerin temelidir: “İçinizde zayıf olan haklarını alıncaya kadar benim yanımda kuvvetli, içinizde kuvvetli olan ise başkasının ondaki haklarını verinceye kadar benim yanımda zayıftır.”

Sonuç

Sadece teorik düşünmekle kalmayıp, tarihteki ve günümüzdeki uygulamaların sonuçlarına da bakınca anlaşılmaktadır ki, şahsî servete ve işverenlere düşman olmamak şartıyla siyasî, iktisadî, hukukî, ahlakî, vicdanî ve dinî temelli her türlü izahı dikkatlere sunup, sonra da kapitalizmi fiilen sonlandırmaya çalışmak, insanlığın hayrına olacaktır.

İnsanı sadece maddî değerler peşinde koşar görmek ne derece haksızlıksa, şikâyetçileri destekçilerinden çok çok fazla olan kapitalizmi “alternatifi yok” diye dayatmak da, en azından insanı aciz göstermiş olduğu için o derece haksızlıktır. Hâlihazırda kapitalizmin alternatifi yoksa bile aramaya değerdir ve bir entelektüele yakışan da o arayış olsa gerektir.      

Okunma 5307 defa Son Düzenlenme Pazartesi, 15 Ağustos 2022 11:47
Hüseyin DAYI

Hüseyin DAYI  Türkçe (Türkiye) English (United Kingdom)

1952 yılında Erzurum’da doğdu. İlk gençlik yıllarından itibaren, kültürel maksatla kurulmuş çeşitli derneklerde görevler aldı. Üniversite tahsilini, İktisat ve felsefe olmak üzere iki ayrı dalda yaptı. Sırasıyla memuriyet, ticaret ve gazetecilikle meşgul oldu.

Genellikle dinî inançlar ile felsefî teorileri ve sosyal hayata etkilerini inceledi. O maksatla özellikle din, felsefe, tarih, antropoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji alanlarında çok yönlü okuyup düşünmeye yöneldi.

Ulusal ve uluslararası bilim kongrelerinde tebliğler sundu, hakemli dergilerde makaleleri yayınlandı.

Başta Türk milleti hakkındakiler olmak üzere, Batı’da üretilmiş millet teorileri ile milliyetçiliklerin yanlış ve zararlı olduğu şeklindeki görüşlerini dile getirdi. Türk teriminin, Türkçeyi ortak dil olarak kullanan farklı etnik kökenden Müslüman kavimlerin birleşiminin ismi olduğu şeklindeki tespitini anlattı.

Çevrecilik, insan-hayvan-bitki hakları, savaş aleyhtarlığı ve demokrasinin en sağlam temellerinin İslamiyet’te olduğunu savundu.

Dünya Gündemi, Star, Yeni Şafak, Önce Vatan ve Zaman gazetelerinde makaleleri; Yeni Asya ve Yeni Şafak gazetelerinde kendisiyle yapılan röportajlar yayınlandı.

Siyaset ve sosyal bilimler alanına “Ötekileştirmek” kavramını kazandırdı. “Devletin milleti- milletin devleti” şeklindeki tasnifi de ilgi görmektedir.

Orta derecede İngilizce bilen yazar, evli olup bir evlat babasıdır.

İlk yayınlanma tarihi sırasına göre kitapları şunlardır:

1- Batı’dan İthal Milliyetçilik ve Ötekileştirdikleri (Türkler ve “Öteki”ler, Okumuş Adam Yayınları, 2006; Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz, TİMAŞ Yayınları, 2008, Akis Kitap Yayınları, 2012).

2- Batı’dan İthal Milliyetçiliğin Dinle Kavgası (Bilgeoğuz Yayınları, 2010; Akis Kitap Yayınları, 2012).

3- İslam Medeniyetinin Küreselliği -Başka Alternatif Yok- (Akis Kitap Yayınları, 2012).

 

Hüseyin DAYI

He was born in Erzurum in 1952. From his early youth, he took part in various associations established for cultural purposes. He completed his university education in two different branches, Economics and philosophy. He was engaged in civil service, trade and journalism, respectively.

He generally studied religious beliefs and philosophical theories and their effects on social life. For this purpose, he tended to read and think in many ways, especially in the fields of religion, philosophy, history, anthropology, sociology and social psychology.

He presented papers at national and international scientific congresses, and his articles were published in refereed journals.

He expressed his views that nation theories and nationalisms produced in the West, especially those about the Turkish nation, are wrong and harmful. He explained his determination that the term “Turk” is the name of a combination of Muslim tribes of different ethnic origins who use Turkish as a common language.

He argued that the most important foundations of environmentalism, human-animal-plant rights, anti-war and democracy are within Islam.

His articles were published in the newspapers Dünya Gündem, Star, Yeni Şafak, First Vatan and Zaman, and interviews with him were published in the newspapers Yeni Asya and Yeni Şafak.

He introduced the concept of “marginalizing” to the field of politics and social sciences. His classification as “the nation of the state - the state of the nation” also attracts attention.

The author, who speaks intermediate level English, is married and has a son.

The books, in order by date of first publication, are:

1- Batı’dan İthal Milliyetçilik ve Ötekileştirdikleri (Türkler ve “Öteki”ler, Okumuş Adam Yayınları, 2006; Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz, TİMAŞ Yayınları, 2008, Akis Kitap Yayınları, 2012).

2- Batı’dan İthal Milliyetçiliğin Dinle Kavgası (Bilgeoğuz Yayınları, 2010; Akis Kitap Yayınları, 2012).

3- İslam Medeniyetinin Küreselliği -Başka Alternatif Yok- (Akis Kitap Yayınları, 2012).

Yorum eklemek için giriş yapın