Pazar, 10 Nisan 2016 00:00

Yeni İslam Birliği

Yazan
Öğeyi Oyla
(3 oy)
İslam İttifakı İslam İttifakı

Kâinatın; bu günkü verilerle büyüklüğünün, bilim dünyasında makro düzeyde, onlarca milyarlar ışık yılı genişliğinde olduğu ifade ediliyor. Daha ilerisine; ne ilim, ne akıl ne de hayal gidemiyor.

‘İdrâk-i meâli bu akla gerekmez,

 Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez’

Ancak; envâr-ı Kur’anla, nûr-u imânla sırrı hakikat hissediliyor, anlaşılıyor. Yaratılanlar bilemese de yaradan her şeyi biliyor, en güzel şekilde yaşatıyor. İman sahipleri dereceleri nispetinde ona iman ediyorlar. Böylelikle her taraf ve her varlık aydınlanıyor, hakiki anlamını kazanıyor, nurlanıyor. Bütün varlık âlemi tüm güzellik ve gerçekliğiyle idrak ediliyor.

Kâinat; atomundan, hücresine kadar, yıldızından galaksilerine kadar, melâikesinden-cinlerine-insanlarına varıncaya kadar, bildiğimiz bilmediğimiz bütün mevcudatıyla… yaratanını, rabbini anlatan, büyüklüğü kelimelerle ifade edilmekten aciz mukaddes bir dil, esmâ-i hüsnaya muazzam-mukaddes bir âyine-i İlâhi oluyor.

Biz ehl-i imanda; büyük bir minnet ve hamd-ü sena ile sonsuz hayret ve muhabbetle, ‘semiğna ve atağna’- ‘işittik ve itaat ettik Allah’ım’ diyerek Yüce Mevla’mıza rûkûa eğiliyor, secdelere kapanıyoruz.

Yanık bir şairimiz şöyle demiş;

‘Hüsn olur kim, seyrederken ihtiyar elden gider’

Bizim de şu güzelliği bir nebze anlatmaya çalışırken bakıyorum ihtiyarımız elden gidiyor.

Aşk-ı hakikiyi bulan Mevlana Hazretleri boşa semâ’a kalkmamış ki...

Dilimize ve kalbimize gelenler sadece… Maşaallah… ! Allahüekber …! Sübhanallah…! Elhamdülillah…! oluyor.

Basit bir bina dahi iş olsun diye inşa edilmezken, böyle muhteşem, mükemmel ve harika kâinat da; abes yere, oyun-oyuncak olsun diye yaratılıp, yaşatılmamıştır. Varlığın; önemi, büyüklüğü ve azameti nispetinde onun kudretli, azametli, yaratıcı ve yaşatanının Allah CC.’ın büyük, yüksek ilâhi gayeleri, rabbanî maksatları vardır.

Kâinat sarayında muhasebe yapabilen en önemli mahluk olan insanlık için; en büyük ve halledilmesi gereken en öncelikli, birinci mes’ele,- hadsiz Rabbimize şükürler olsun ki,- farkında olarak içinde yaşadığımız, yaşatıldığımız  şu; ucunu bucağını, sınırını- hududunu, büyüklüğünü, mahiyetini yaradan’ından ve yaşatanından yani ALLAH’ dan başkasının bilemediği, bileyemeyeceği devamlı değişip tazelenen benzeri olmayan bu koca kâinatta, ‘ Neciyiz, Ne işimiz var burada, Nereden, Ne için geldik ve Nereye gidiyoruz’, sorularının vahyin aydınlığında dosdoğru anlaşılması mes’elesidir…  Öncelikle, Rabbimizin istediği surette bu can alıcı meseleyi, geçiştirmeden, gözardı etmeden halledip sonra da, bu en azametli ve dehşetli ve muazzam hakikate göre dosdoğru yaşayabilme gerekliliğidir... Mahkeme-i Kübra’da, mahşerde her şeyimiz bu zemin üzerine bina edilecek. Tartılıp biçilecek ölçülecek. Buna göre derecelenecek.

Allah’ın şöyle bedii kâinatında, Allah’ın kulları, Allah’ın istediği razı olduğu gibi yaşamak zorundadırlar, zorundayız. İmanla, âmâl-i sâliha ile Rabbimizin rızasını kazanarak dünyadan ahirete göçebilmek en büyük işimizdir, davamızdır. İnsanları uyutmak için söyledikleri gibi, kabir uyuma ve istirahat yeri değildir. Kabri ve ötesini düşünmemek ancak hayvanların kârıdır.

Âlem-i ekber  ( büyük âlem ) olan şu kâinat içinde, vücudundaki 80-100 trilyon hücreler gibi  canlı ve değişken olan, diğer varlıklardan ayrı ve farklı olarak eline cüz’i ihtiyari verilen, omzuna emanet-i kübra yüklenen âlem-i asgar ( küçük âlem ) insan ve bu günkü ‘İNSANLIK’ bu ilahi gayelerin, rabbani maksatların ne kadar farkında ? Bu İlâhi gayelere, Rabbâni maksatlara uygun olarak hangi nispette yaşıyor ?  

Allah  CC. ; kendi kudsi beyanına göre, yeni bir din, yeni bir kitap, yeni bir peygamber göndermeyeceğine göre bize düşen, gönderdiği en ekmel  son elçi ve en ekmel son kitabına göre, ‘dosdoğru İslâmiyeti ve İslâmiyete layık doğruluğu, ef’alimizle yani tüm yaşantımızda, en güzel şekilde öğrenip-öğretmek, yaşayıp-yaşatmak, diğer Allah’ın kullarına da, en doğru şekilde aksettirmek, en güzel şekilde temsil etmek - tebliğ etmektir.

Kendi dünyamıza, Âlem-i İslâma dönüp bakarsak görünen şudur. Her türlü mukaddesatımız adına, birlik, dirlik, beraberlik adına, insanlığın özellikle İslâm dünyasının hali içler acısıdır. Bu konuda bir şey söylemek fazladır. Perişan halimiz ortadadır. Adnan TANRIVERDİ Paşamızın  dosdoğru, acı ifadesiyle;

‘- İslam dünyasına karşı ilan edilmemiş, gizli, sinsi, kirli ve asimetrik yöntemlerin uygulandığı bir savaş uygulanmaktadır. Buna ‘ilan edilmemiş kirli üçüncü dünya’ savaşı diyebiliriz.’

Pekii bize şimdi düşen nedir?  Yapmamız gerekenler nelerdir? Oturup sadece yapılanlara mı bakacağız, ağlayacağız? Hep ahh…  vahh… mı edeceğiz?

Sormayacak mıyız, Allah bizden yani biz imanlı kullarından bu konuda şimdi nasıl kulluk yapmamızı istiyor? Kader bizden ne istiyor merak etmeyecek miyiz?  Çok ciddi muhasebe içinde yapmamız gerekmez mi? Tabii ki gerekir.

Özellikle bu zaman da ve zeminde, Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle en büyük farz vazife olan ‘İTTİHAD-I İSLÂM’ı yani ‘İSLAM BİRLİĞİNİ’, Ümmet-i Muhammed olarak Rabbimizin istediği, razı olduğu şekilde sağlamamız elzemdir, zaruridir ? Bir türlü başaramadığımız, beceremediğimiz anka kuşumuz ‘İSLAM BİRLİĞİNİ’  uygulanabilir bir tarzda Rabbimizin razı olacağı şekilde hayata geçirmek zorundayız. Hacı Bayram Veli Hazretlerinin tabiriyle;

‘ Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş’

Bunun için yani ‘YENİ İSLÂM BİRLİĞİ’ni kıyamet kopmadan ne şekilde kuracağız. Gerçek  Ümmet-i Muhammed olma kriterinde bizim en büyük derdimiz bu olacak, bu dert bize aynı zamanda derman olacak inşaallah. Hepimizi ‘Mecnun’  edecek ‘Leylamız’ bu olacak, değilse olmalıdır.

Büyütmeye gerek yoktur. Allah var. Bu dava Allah’ın davasıdır, din O’nun dinidir. Fikir ve gönül birliği sağlanırsa işin yarısı tamamlanmış demektir. Nereye gideceğini bilmeyen ömr-ü billah bir yere varamaz, hele hedefine hiç varamaz. Namazda hep birlikte aynı kıbleye dönen, aynı mukaddes kitabı okuyan, aynı peygambere ümmet olan milyarlarca müslüman bu bedihi mes’elede bir olamıyorsa acilen ab-ı hayat olacak İlâhi ölçülerde bir ‘ayara’ ihtiyacımız var demektir. Aynı yöne bakan aynı şeyi görür. Güneşe döndün mü bütün karanlıklar arkanda kalır…

Yine Bediüzzaman’ın ifadeleriyle;

‘Bütün bunlara karşı kuvvetli silahın ve siperin ve kal’an , uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kal’a-i İslâmiyeyi küçük adavetlerle ve bahanelerle sarsmak ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil ayıl.’

‘Ey ehl-i îman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zâlimlere karşı ‘ Mü’minler ancak kardeştirler’  kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdâfaa edebilirsiniz.’

İşte ey ehl-i iman, ihtiraslarınızdan ve husûmetkârâne tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz.

Mü’minin mü’mine nisbeti, bir binanın birbirlerini tutan taşları gibidir.(H.Şerif) düstûr-u âliyeyi düstûr-u hayat yapınız, sefâlet-i dünyeviyeden ve şekâvet-i uhreviyeden kurtulunuz!’

Hülâsa: Bu âli gayeler uğrunda bütünümüz, bütün gücümüzle Allah için cehd edip, en verimli usul ve şekillerde çalışmamız gerektir. Farz olan bu vazifede mecburuz. Laf değil, çözüm üretmek vaktidir. Sorun olan değil, problem üreten değil, müslümanlar için de, kavga eden- ihtilaf çıkaran değil, tam tersi hak yolda birleştiren, bütün insanlığa, dünya ahiret selameti sağlayacak çözümler sunan bireyler, toplumlar olmalıyız. Hakiki Ümmet-i Muhammed, hakiki müslüman olmalıyız. Her şeyin kalitesizi kötüdür, değeri düşüktür. Kalitesiz insan olmak gerçekten çok daha kötüdür. Cehennem hangi tip insanlarla dolacak sanıyorsunuz? Hakiki Müslüman en kaliteli insan demektir.

Allah hepimize; vazifelerini hakkıyla ifa eden sâlih, kâmil güzel insanlar olmayı nasip etsin.

Herhangi bir araç kullandığımızda, olumsuz hava şartlarında, buzlu, sizli, kaygan, tehlikeli yollarda, durumlarda daha fazla göstergelere bakılır. Hata yapmamaya dolayısıyla herhangi bir kazaya kurban gitmemeye azami dikkat edilir. Şu an biz müslümanlar olarak manevi göstergelere en fazla en doğru şekilde riayet etme dönemidir.

Bunun için ana kaynaklara (edille-i şer’iyye), semavi kitaplara, başta bizim kitabımız Kur’an-ı Kerim’e, işin gerçek uzmanları olan peygamberlere, başta bizim peygamberimiz Hz. Muhammed SAV. Efendimize, evliyalara, asfiyalara, hükemâlara kulak vermeliyiz… Çıplak gözle göremediğimiz ancak uzmanlarına itimat ederek varlıklarından hiç şüphe etmediğimiz ‘atomların-elektronların' varlığına inandığımız gibi, varlıklarından hiç şüphe etmediğimiz gibi maneviyatın uzmanlarına daha çok itimat ederek o insan-ı kâmillerden hakkıyla istifade ve istifâzâ edebilmeliyiz. Milli Şairimiz Mehmet Akif’in dile getirdiği gibi;

‘ Doğrudan doğruya Kur’an’dan alarak ilhâmı

 Asrın idrâkine sunmalıyız İslâmı’

Bizler yani biz Müslümanlar ; materyalistlerin, tabiatperestlerin, dünyaperestlerin, maddeperestlerin, maalesef bu günkü dünyamızda var olan çeşit çeşit yeni tip putperestlerin, emperyalistlerin vs. her türlü batıla batmış olanlar gibi  olaylara, insanlık dünyasında yaşananlara, kâinata, hayata ve diğer bütün varlıklara bakamayız. Onlar gibi biz de - Allah korusun- vahşette, hadsiz zifiri küfür karanlıklarında kalırız. Dünyamız da, ahiretimiz de Cennet olacakken Cehenneme döner.

Gerçek şu ki; ruhsuz, cansız mekanik aletler gibi âleme bakanlar maddeden başka bir şey göremezler…

İşte böyle muhteşem, hayret-engiz bir kâinat içinde ahsen-i surette yaratılıp yaşatılan, Hâlık-ı Kâinat’a muhatap edilen biz insanların kâinatın sahibine karşı, kâinat büyüklüğünde, öneminde, atomlar - zerreler hassasiyetinde sorumluluğu vardır. İnsanların yaptıkları ve yapacakları; bu nispette, kâinatta, öteki âlemlerde, mahkeme-i Kübralarda, cennetlerde cehennemlerde yankı bulur, bulacaktır. Hiç şakası yok şu meselemizin, böyle bir âlemde bizi böyle yaratan-yaşatan Allah, öyle âlemlerinde de yaşatacak ve biz birinci muhatap olarak her şeye şehâdet edeceğiz. Rabbim akıbetimizi hayr eylesin.

 Bu hakikat için ‘Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değildir.’

‘Size böyle nimet eden bir zat sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip yatasınız…’ denilmiştir.

Yüzlerce ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle bu hususta daha neler neler denilmiş ve istenilmiştir. Dinimiz ter-ü taze… Yeter ki kulak vermesini, dinlemesini bilelim. Okuyalım, öğrenelim. Öğrendiklerimizle amel edelim.

Varlık âlemine, yaşanılanlara bu gün çoğunluğun yaptığı gibi sadece beşer planında ve beşerin noksan ve kısa ölçüleriyle bakılmaz. Bakılsa çok yanlış olur. Aldanılır… Kaybeden olunur. Kaybetmek, aldanmak, şeytanlaşmak övünülecek bir şey değildir. Hüner değildir, marifet hiç değildir.

Varlığa, yaptıklarımıza, yapacaklarımıza bütünüyle, bütün yönleriyle, bütün varlığı var edenin canibinden bakmak, görmek gerektir.

Sonra da hayatı bütün yönleriyle hayatı veren kitap ve peygamber gönderen Allah’a göre yaşamamız lâzımdır, elzemdir.

İşte biz insanların yaptıkları ve yapacakları her şey bu can alıcı ölçüler içerisindedir. Bu nispette büyük ve büyüklüğü oranında sorumluluk ve dikkat gerektiriyor.

‘ Ey insan… ! Kendini başıboş zannetme. Zira, şu misafirhane-i dünyada hikmetle baksan; hiçbir şey’i, nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?

Şimdi bu perspektiften günümüze geliyorum. Böyle bir izaha kendimi mecbur hissettim. Çünkü acâyip bir dönemde yaşıyoruz. Özellikle müslümanlar olarak yaşadığımız dönemin farkında olmalıyız. Maalesef hakkıyla farkında değiliz. Bu günkü dünyada; insanlık dünyasını çok küçültmüş, insanlar ekseriyetle kendi elleriyle yaptıkları cihazların içinde kaybolmaktadırlar. Gerçek hayattan kopmuşluk gözüküyor. İnsanlık, ‘bâtıl batının’ değerleriyle, manen-ruhen, evrimleştirilmiş, maymunlaştırılmış, mahvedilmiştir. İyi görünenlerin de bir çoğu hormonlu gıdalar gibi iyidirler… Bu hale  düşenler tamamen sanal, yapay ve yalancı bir dünyanın varlıkları olma durumundadırlar. İnsanlığın hangi derdine derman olabilirler? Dert olmaktan öteye gidebilir mi?

Öyle sarhoş ve gaflettedirler ki, böylelerin çoğunluğu ancak ölümle uyanmaktadırlar.

Hepimiz biliyoruz ki yahut bilmemiz gerekir ki, ‘Asıl musîbet ve muzır musîbet dine gelen musîbettir. Musîbet-i diniyeden her vakit Dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryat etmek gerektir.’

İnsanlık âlemi bütün tarihinde hususan İslam dünyası; en büyük kaos, musibet ve fitne olarak önce  Moğol – Cengiz- Hülâgu fitnesini yaşadı. Tam ibretlik , dehşetli, vahşet bir dönemdir o dönemler. Kalemler o zulümleri anlatmaktan acizdir. Merak edenler, ibret almak isteyenler, açsınlar doğru yazan tarihe o dönemde yaşanılanları, olanları sorsunlar.

İnsanlık alemi özellikle İslam dünyası için; bu günde halen yaşamakta olduğumuz bu sefer batıdan gelen insanlık için tarihinde en büyük fitneyi, ahirzaman fitnesini,deccal-süfyan fitnesini, fesadını, kaosu yaşamaktadır. Son on yılda on milyondan fazla müslümanın çeşitli şekillerde öldürüldüğünü istatistikler söylüyor, insaf sahipleri dillendiriyor. Şu son yüzyılda bu çapta yapılan vahşeti, katliamı, adaletsizliği, zulmü şu ihtiyar dünyamız daha önce hiç görmedi. Sadece son yüz yılda iki dünya savaşında 100 milyon civarında insan, insan eliyle telef edildi. Korkunç şeyler.

Derdim karanlığı anlatmak değil… Yangının dehşetini, batılı  tasvir değil. Vicdanı , insafı, imanı olan herkes bu karanlıklardan muzdarip,bu yangının ateşinden alev almış,tutuşmuş ateşten kurtulmaya çalışıyor.

Derdim; bu karanlıklarda nasıl hep birlikte ışık olur, nur oluruz? Bu müthiş yangını nasıl hep birlikte söndürebiliriz?

YENİ İSLAM BİRLİĞİ nasıl hayata geçer ve bizler bunun neresinde ve meselenin hangi ucundan tutabiliriz?

Geçmiş yıllara, şimdiye, doğru söyleyen tarihe ve ilimlere bakıyoruz . Ümitvâr olmak adına çok şey var ve yapılmış. Allah o hizmetleri yapanların hepsinden razı olsun.

Esasında; bizim kitabımızda, bizim dinimizde , bizim inancımızda ümitsizlik olmaz… olamaz. Allah diyen nasıl meyus olur, ümitsiz olur? Şevk-i mutlak değişmez düsturumuzdur.

Güne ve ileriye bakıyorum. Yapacak ve yapmamız gereken çok ulvi işler ve gayretler bizi gözlüyor, bekliyor. Bunun için nasıl organize olmalıyız? Hangi organize olmuş gayretler içinde olmalıyız? Herkes kendi şartlarında İlahi ölçüler içerisinde en doğru, en verimli, sonuca götürücü yerde ve çalışma içerisinde olmalıdır. İbrahim AS.’ı yakmak için, onun şahsında hak dinini söndürmek için dağ gibi ateş yaktıran Nemrud’un menhus ateşini söndürmek için çabalayan topal karınca gibi safımızı, yerimizi bir an evvel almalıyız. Yerini alanlar da gayretlerini artırmalıdırlar. Hele benim gibi 55 yaş sınırını çoktan geçenler için de pek zaman da kalmadı. Ha gayret nefsim,yolun sonu gözüküyor...Nefsime sesleniyorum.Bu hayat maratonunda ‘depara kalkma’ anında olduğumu hissediyorum.

Benim için ve benim durumumda olup da, bu sahada faydalı olmak isteyenler için ASDER (Adaleti Savunanlar Derneğimiz) – ASSAM ( Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezimiz www.assam.org.tr ) büyük fırsat. Rabbim bu müesseselerimizi muhafaza etsin, inkişaf ettirsin. Büyük ve hayırlı işlerde filiz vazifesini gördürsün. Ârife bir işaret yetermiş.

Merhum Ali İhsan TOLA Abimizin dediği gibi diyorum;

Biz manevi rüştümüzü ispat edebilsek Yüce Rabbimiz bizlere her türlü güzelliği verecek. Hiç kuşkunuz olmasın.

İslâmiyeti doğru bilemeyenlerin zannettikleri yahut kanla-fitneyle beslenen emperyalistler gibi işine gelmeyenlerin kasıtlı olarak İslâmı ve müslümanları öcü göstermeye çalıştıkları gibi ‘ İSLAM BİRLiĞİ’nin korkulacak bir şey olmayıp aksine, sadece müslümanlar için rahmet değil, bütün dünyada da sulh-û umumiyi sağlamaya vesile olacağından onlar için de rahmet olacağını, tüm dünyaya en güzel şekil ve usullerle gösterip ikna etme mecburiyetimiz var. İnsaf dünyasına; İslâmiyetin rahmet dini olduğunu, aynı zamanda dünya ve ahretimizi cehennem olmaktan kurtarıp cennet etmeye vesile olduğunu fiilen gösterebilmemiz şarttır.

İnsanlık bu dönemde diken üstünde, özellikle terör ve anarşi belasından. Nerede ne olacağını kimse kestiremiyor. Anarşizmin-Terörizmin insanlık dünyasında ne tür kaoslara neden olacağından herkes endişeli. Neyse kısa kesiyorum, işlenmesi gereken başlı başına bir konu bu…

SÖZÜN ÖZÜ: ‘Her nefis ölümü tadacaktır.’ Ayet-i Kerime

‘Bid’aların ve dalâletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ve Hakikat-ı Kur’aniyeye temessük edip hizmet eden , yüz şehid sevabını kazanabilir.’ Hadis-i Şerif

Allah’ım! Sonsuz lütuf ve kereminle; rızanı, muhabbetini kazanmış olarak, bizden istediğin vazifeleri razı olduğun şekilde ifâ ederek, İSLAM BİRLİĞİNİ görerek, imân-ı kâmille, Ulubatlı Hasanlar gibi zafer burçlarına fetih bayrağını asarak yüce ismini yücelere taşıyarak şehid olarak ölümü tadmayı bizlere nasip eyle. Âmin.

İbrahim TÖRE

08 NİSAN 2016 ÇAMLICA- İSTANBUL

Okunma 3859 defa Son Düzenlenme Perşembe, 28 Nisan 2022 17:20
Yorum eklemek için giriş yapın