Diğer taraftan üç gün içinde, IŞİD’in kontrolündeki Kobani Kürt Bölgesinin (Mürşitpınar/Suruç karşısı) Türkiye sınırdaki 8 ayrı yerinden, IŞİD saldırılarından kaçan 130.000 Kürt mültecinin Türkiye’ye girdiği açıklanmıştır.
IŞİD saldırılarını, Türkiye-Suriye sınırında, Karkamış-Ceylanpınar arasında kontrolü altında bulunan PYD’ ye (Demokratik Birlik Partisi) bağlı Suriye Kürt Köylerine yöneltmiştir.
IŞİD, Suriye ve Irak’ta mevcut olan kargaşa, kan ve vahşete, Haziran 2014 başından itibaren yeni bir boyut katmıştır. Suriye’de rejim kuvvetlerinden ziyade rejim muhaliflerine; Irak’ta ise başlangıçtaki göstermelik Merkezi Devlete yönelik saldırısından sonra Kürt, Türkmen ve Yezidilere yönelmiştir.
Suriye’de ve Irak’ta rejim kuvvetlerinden ziyade rejim muhaliflerini hedef alması, sağlanan lojistik destek ve yöneldiği hedefler dikkate alındığında IŞİD’in arkasında devlet desteği olduğu ve harekâtının yetişmiş askeri akademik kadrolar tarafından yönetildiği intibaı vermektedir.
Irak’ta istikrarın bozulmasının sebebi olan ABD, rejim tarafından zulme maruz bırakılan Suriye halkı için bir girişimde bulunmaz iken, etkin olmaya başladığının üçüncü ayında IŞİD’e karşı eylem planı açıklaması da düşündürücü ayrı bir girişimdir.
Sorun IŞİD midir? Yoksa IŞİD’lerin hayat bulmasına sebep olan istikrarsız siyasi ortamlar mıdır?
Mart 2011 de başlayan ve 3,5 yıldır devam eden Suriye Devriminde halkın %60’ı (15.159.580 kişi) rejimden menfi olarak etkilenmiştir. (234.000 şehit, 1.900.000 yaralı, 259.530 tutuklu, 100.120 kayıp, 3.600.440 mülteci, 7.750.000 muhacir, 12.089.480 işkenceye maruz kalan ‘şehitler, yaralılar, tutuklular, kayıplar, muhacirler ve mülteciler’, 1.200.000 çocuk komşu ülkelerde mülteci, 4.300.000 çocuk insani yardıma muhtaç, 2.945.000 bina yıkıldı[1] )[2]
Akıl almaz bu zulüm ve anarşi Irak, Libya ve Yemen'de de yıllardır hüküm sürmektedir. İslâm Dünyası kanayan yaralarını saramamakta, yaranın her geçen gün derinleşmesi için açık- kapalı teşviklerin sahibi ülkelere çözüm için bel bağlamaktadır.
İslâm Ülkeleri, siyasi-sosyal-ekonomik-askeri krizlerin hüküm sürdüğü Müslüman ülkelere olan münferit ilgilerini birleştirip ortak hareket imkânlarını araştırmak için ABD’nin, Birleşmiş Milletlerin veya İslâm Ülkeleri dışındaki uluslararası kuruluşların girişimlerini beklememelidir.
İç Güvenlik, dış güvenlik, ekonomik, sosyal ve siyasi krizlerin hüküm sürdüğü İslâm Ülkelerinde istikrarın geri dönmesi için yardımcı olmak üzere, Birleşmiş Milletlerden ve malum güç odaklarından bağımsız çalışacak yeni bir organizasyona, İslâm Dünyasının acil ihtiyacı bulunmaktadır.
Kurallarına uymayı ve katkı sağlamayı taahhüt eden, İslâm Ülkesi olma özelliklerine sahip Devletlerin oluşturduğu, operasyonel imkân ve yetkilere sahip, İslâm İşbirliği Teşkilâtından (İİT) farklı bir güce ihtiyaç bulunmaktadır.
Adı, “İslâm Ülkeleri Kriz Yönetim Konfederasyonu” olabilir.
Aranan kıstaslara uyan gönüllü devletlerden oluşmalıdır.
Devletler bu organizasyona anlaşmalarla katılabilmeli ve bağlanmalıdır.
Üye ülkelerin temsilcilerinin oluşturduğu, daimi çalışan, amaca uygun kararların alınıp uygulanmasını sağlayacak bir parlamentosu bulunmalıdır. Parlamento üye devletlerin iradeleri ile kuruluş gerekçesindeki amaçlara hizmet etmelidir. Gerektiğinde kriz bölgelerindeki taraflar, müracaatları halinde parlamentoda oran dâhilinde temsil edilebilmelidir.
Parlamentoya bağlı ve hesap veren, kriz merkezi oluşturulmalıdır.
Kriz merkezinin içinde, ayrı ayrı askeri, siyasi, hukuki, ekonomik ve sosyal operasyonları yönetebilecek harekât merkezleri bulunmalıdır.
Üye ülkeler gerekli mali desteği sağlamalıdır.
Kriz merkezinin kontrolünde hareket eden, üye devletlerin katkıları ile teşekkül edecek bir askeri güce de sahip bulunmalıdır.
Faaliyet merkezi; kriz bölgeleri ve üye ülkelerin teklifleri dikkate alınarak Parlamento tarafından belirlenmeli ve gerektiğinde değiştirilebilmelidir.
Konfederasyonun krizlerin taraflarına yaklaşımı yapıcı, barışçı, hakkaniyetli, temel insan hak ve özgürlüklerine tam saygılı, birleştirici, sosyal dokuyu koruyucu, yardım edici ve gerektiğinde de zorlayıcı olmalıdır.
İslâm Dünyası böyle bir Konfederasyona sahip olabilseydi, Mısır, Tunus, Libya, Yemen ve Suriye Devrimleri olmadan, Irak ABD tarafından işgal edilmeden, bu ülkeler kargaşa ortamına girmeden ve yıkılıp harabeye çevrilmeden adil bir yönetim şekline döndürülebilirlerdi.
Zaman geçmiş değildir.
Cidde’de yapılan “Terörle Mücadele Toplantısı” yerine, ABD’ye ihtiyaç duymadan, yine Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Katar, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’ın katılımı ile “İslâm Ülkelerindeki Krizlere Müdahale Toplantısı” yapılabilirdi.
Bu toplantıya başka Müslüman ülkeler de katılabilirdi. Bu toplantıda “Kriz Yönetim Konfederasyonu”nun temelleri atılabilirdi.
Çalışmalarına da Suriye’den başlayabilirdi.
Konfederasyona katılacak ülkelerin imkânları ile bir merkezden yapılacak müdahalelerle, Suriye’de rejim ve muhalifler birbirlerini yok etmeden bir orta noktada, buluşturulabilirdi.
Sosyal ve inanç dokusu korunarak, tam eşit hak ve özgürlükler tanınarak, kabul edilebilir bir genel seçim sonucu, kendi özerk bölgelerinde adil bir yönetim kurulabilirdi.
Suriye krizinin çözümü ile bütün İslâm Âlemine ve sorunları istismar ederek içinden çıkılmaz hale getiren batıya fevkalade önemli bir örnek sunulabilirdi.
Bu da Suriye Halkının mutluluğunu sağlayan, bütün göçmen ve mültecilerin yurduna ve memleketine dönerek ülkelerinin yeniden imarına imkân veren MÜSLÜMANCA bir çözüm olurdu.
Sadece İslâm Dünyasında değil tüm dünyada huzurun hâkim olması “İSLÂM ÜLKELERİ KONFEDERASYONU”nun gerçekleşmesi ile mümkün olabilecektir.
Adnan Tanrıverdi
Em. General
ASSAM Ynt. Krl. Bşk.