CUMHURİYET DÖNEMİNDEKİ ASKERİ DARBELERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ;
28 Şubat 1997 Askeri Darbesi dâhil, son 50 yıla damgasını vuran bütün darbeler ve tesis edilen Askerî ve Yargı vesayetinin kaynağı ve mimarı 27 Mayıs 1960 darbesidir. Bu darbe sadece millete ve sivil iradeye karşı yapılmamış aynı zamanda Ordunun üst kademesini de tasfiye etmiştir.
27 Mayıs 1960 darbesini yapan ve “Milli Birlik Komitesi” adını alan cunta, darbeye taraftar olmayan 235 general ile 4177üst rütbeli subayı tasfiye ederek Silahlı Kuvvetlerde darbeci bir yapı oluşturmuş, yönetimi sivillere teslim ettikten sonra da varlığını muhafaza etmiş, 12 Mart 1971 Muhtırasına kadar, cunta içi mücadeleler devam etmiş, 22 Şubat 1962 tarihinde ve 21 Mayıs 1963 tarihlerinde başarısız iki darbe teşebbüsü olmuş, bu tarihlerde 1960 ihtilâlinin genç generalleri Silahlı Kuvvetlerin Komuta Kademesine geldikleri için Silahlı Kuvvetlerin Komutası Darbeci Cuntanın eline geçmiş ve bundan sonraki müdahale ve darbeler, Silahlı Kuvvetler içindeki muhalif ideoloji mensupları tasfiye edilerek, Genelkurmay Başkanlarının liderliğinde ve emir-komuta sistemi içinde yapılmıştır.
12 Mart 1971 Muhtırasından sonra da darbe için cuntalaşma geleneği terk edilmemiş, her müdahale ve darbeden sonra, darbeci cuntalar, Silahlı Kuvvetlerin komutasını organize ettiği yeni darbeci cuntalara teslim etmişlerdir. Böylece, sivil siyasetin kulvar dışına çıkması önlenmiş, hem de eski darbeci cunta mensupları kendilerini güven altına almışlardır.
12 Mart Muhtırasını verenlerin varisleri 12 Eylül 1980 Darbesini, bu darbecilerin varisleri de 28 Şubat darbesini yapmışlardır. 28 Şubat Askeri Darbesinin varislerinin bir kısmı da bu gün, Balyoz ve Ergenekon Davalarında yargı önünde hesap vermektedirler.
Devlet Bürokrasisinde, Yargıda ve Üniversitelerde ideolojik kadrolaşmanın kilit mevkiinde bulunan Cumhurbaşkanlarının seçilme dönemleri, yeni Cumhurbaşkanının kimliği ile ilgili olarak Darbeci Cuntalar iradelerini, siyasi iradeler üzerinde en çok yoğunlaştırdıklarından, büyük siyasi krizlerin çıktığı dönemler olmuştur.
Turgut Özal’ın Başbakanlığı ile başlayan manevi değerlere saygı döneminin 28 Şubat Cuntasının kurulmasına sebep olduğu, Cumhurbaşkanı seçilmesinin Darbeci Cuntanın Bürokraside aktif olarak kadrolaşmasını engellediği, vefatının ise cuntanın gayretlerini pervasız olarak sürdürdüğü dönemler olarak kabul edilmelidir.
İDEOLOJİK KADROLAŞMAYA İMKÂN VEREN VE 28 ŞUBAT 1997 DARBESİNE DAYANAK YAPILAN YASAL MEVZUAT:
28 Şubat Askeri Darbesinde, 1982 Anayasasının, temel hak ve özgürlükleri, egemenliği millete veren, kurum ve kuruluşların yetki ve sorumluluklarını belirleyen maddeleri göz ardı edilerek;
Başlangıç maddesinin ikinci paragrafındaki “çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma..” hedefine bakıp, milletin yaşantısını çağdışı ve devlete tehdit olarak görme eğilimi;
İkinci maddesindeki “LÂİKLİK” kavramını öne çıkararak dindar insanlara tehdit gözü ile bakma eğilimi;
İnkılâp kanunlarının korunması ile ilgili 174 üncü maddesindeki “Çağdaş uygarlık düzeyi”ne ulaşmayı ve “lâik niteliği” korumayı sağladığına inanılan sekiz inkılap kanunun tehdit altında olduğuna dair kuşku;
Silahlı Kuvvetlere eğitim, silah, araç ve gereç bakımından hazırlıklı bulunması için “TSK İç Hizmet Kanunu”na konulmuş bulunan 35 inci maddesindeki “Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama” görevinin, zamanının belirlenmesinin ve kararının verilmesinin TSK’ne ait olduğuna dair anlayış; baskı ve müdahalelere YASAL DAYANAK yapılmıştır
Bu Anayasa ve yasa maddelerine anlam ve aktivite kazandırılması da; Devletteki Güvenlik planlamasının direktifi konumundaki “Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi”ndeki (MGSB), iç tehdit bölümünde, öncelikli olarak İrticanın iç tehdit olarak belirlenmesi ile mümkün olmuştur.
1982 Anayasası, genel özellikleri ile devletin yönetimini millete bırakmayıp, yasama ve yürütme erklerinin yetkilerini kısıtlayan, buna karşılık, millete karşı sorumsuz kurumların yetkilerini arttıran, yani egemenliği anayasal kurumlar arasında paylaştıran kurallar koyan bir yapıya sahip olmuştur. Bu hal her şeyden önce, uyum içinde çalışması gereken devlet organlarının, verilen aşırı yetkilerin sorumsuzca kullanılması sonucunda, amansız şekilde çatışmalarına sebep olmuştur.
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) 1961 Anayasası ile teşkil ettirilen ve 1982 Anayasasında da varlığını devam ettiren, Anayasal bir kurumdur. İstişarî bir kurul olmasına rağmen, teşkilinden itibaren Siyasi iradenin kontrol altında bulundurulması görevi ifa etmiştir.
Anayasal bir kuruluş olmadığı halde, 1982 Anayasasının 125. maddesi ile kararları yargı denetimi dışında tutulan Yüksek Askeri Şûra (YAŞ), general terfileri ve re'sen emeklilik uygulamaları ile İDEOLOJİK KADROLAŞMANIN mekanizması olarak işlev yapmıştır.
Raporlarında İrticayı bir tehdit olarak değerlendiren Milli İstihbarat Teşkilâtı (MİT) ve Emniyet İstihbarat teşkilatında, yargıya intikal eden meselelere ideolojik gözlükle bakan Askeri ve sivil Yüksek Yargıda, ideolojik bakışı bütün merkezi yönetime mal eden üst düzey devlet bürokrasisinde, uygulamayı Ülkenin tüm sathına yayan mülki ve mahalli İdare yönetimlerinde, ideolojik yeni nesillerin yetişmesinin mimarı olan Yüksek öğretim (YÖK) ve Üniversitelerde de Darbenin planlama ve icra safhasında yoğun ve milletin dini değerlerini tehdit gören menfi ideolojik kadrolaşma gerçekleştirilmiştir.
28 ŞUBAT 1997 DARBESİNDE RESMİ İDEOLOJİ VE TARAFTARLARI;
1990'lı yıllardan itibaren hazırlanan Milli Güvenliğin Anayasası mesabesindeki Milli Güvenlik Siyaseti Belgelerindeki (MGSB) iç tehdit değerlendirmeleri, Devletin tepesinden tabanına kadar, bölünmeye ve cepheleşmelere sebep olmuştur. Bu belgeler hazırlandıktan sonra, iç tehditler ve bunlara karşı alınacak tedbirler, planlara sokularak, başta TSK olmak üzere, Kamu Kurumlarının en uç unsurlarına kadar yayımlanmış ve bu kurumlara iç tehditle aktif mücadele görevleri verilmiştir.
28 Şubatı planlayan zihniyet, Varşova Paktının dağılması ile İslâm tehdit olarak yayınlayan NATO Karargâhının değerlendirmeleri ile oluşan Uluslararası konjonktürden de etkilenerek hazırlanan, zamanının MGSB’ sinde İRTİCA, BÖLÜCÜLÜK VE AŞIRI SOL iç tehdit olarak gösterilirken, AŞIRI SAĞ ve IRKÇILIK tehdit olarak göstermemiştir. Böylece, içinde irticai ve bölücü (Kürtçü) unsur barındırmayan aşırı sağ ve ırkçılık Devletin RESMİ İDEOLOJİSİ olarak kabul edilmiştir. Yani resmi ideoloji (seküler, kavmiyetçi, devletçi, ılımlı sol yelpaze), TSK başta olmak üzere Devletin bütün gücü ile desteklenirken, tehdit kapsamına giren ideoloji yani, inanç ve etnik kimlik baskı altına alınmıştır.
Bu baskı ve ayrışma önce kamu personelinde başlamış, tehdit görülenler tasfiye edilinceye kadar cepheleşme olmuş; tasfiye tamamlanınca da Devlet Kurumlarında, Resmi İdeoloji kadrolaşmış; sonra da cuntacı organizasyonlar (Batı Çalışma Grubu-“BÇG”) oluşturularak, toplumda tehdit olarak gösterilen inançlı insanlarla hukuk dışı ve gayri meşru tasfiye yöntemleri uygulama gayreti içine girilmiş, Milletin Cephelere bölünmesine sebep olunmuştur.
Yine aynı dönemde, Resmi ideoloji, TBMM'de de hem kendisine taraftar, hem de tehdit kapsamında gösterilen siyasi partileri bulmuştur. Özellikle, seçimle iktidara gelme ümidi olmayan partiler ya resmi ideolojiye sahip devlet kurumlarına arka çıkma gayreti içine girmiş, ya da terörün gölgesinde kalmıştır.
MGSB de dindarlık ve etnik kimlik iç tehdit olarak gösterildiği için; temel hak ve özgürlüklerin, hakkaniyetle kullanılması önündeki engellerin kaldırılmasında; İç barışın sağlanması için, etnik kimliğe ve dini hayata sağlanması gereken serbestî dahi siyasi ayrışmaya sebep olmuş; sonucunda TBMM de resmi ideoloji ve karşıtları şeklinde bölünmüştür.
İSTİKRARSIZ DÖNEMLERİN DARBELERE KATKISI;
Yakın tarihimizde uzun süren siyasi istikrarsızlık dönemlerinin arkasından askeri darbe veya müdahalelerin geldiği görülmektedir.
13 Aralık 1970 tarihinden 12 Eylül 1980 tarihine kadar, 10 yıl içerisinde 12 koalisyon hükümeti iş başına gelmiştir. Bunlardan 8 tanesi bir yıldan kısa görev yapmıştır.
Bu zayıf koalisyon hükümetleri sırasında, siyasi ve ekonomik istikrar bozulmuş, anarşi kontrol edilemez hale gelmiş, Millet bunalmış, bir çıkış yolu gözlerken kurtarıcı olarak 12 Eylül 1980 Darbesi gelmiştir.
Yine 23 Haziran 1991 tarihi ile 28 Şubat 1997 tarihine kadar 6 yıl içerisinde 7 Hükümet görev almıştır. Bu yedi hükümetten 4 'ü altı aydan biri de bir yıldan kısa iş başında kalmıştır. Bu dönemde de ekonomik ve siyasi istikrar bozulmuş, arkasından 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi gelmiştir.
Bunlara karşılık, 13 Aralık 1983 tarihi ile 23 Haziran 1991 tarihleri arasındaki 8 yıllık sürede, tek ve aynı partinin kurduğu üç hükümet, yine 18 Kasım 2002 tarihi ile günümüze kadar 11 yıllık süre içinde tek ve aynı partinin kurduğu 4 hükümet iş başında kalmıştır. Siyasi istikrarın hâkim olduğu bu dönemlerde, ülke sorunlarına çözümler siyasi iktidarlar tarafından bulunmuş, Balyoz ve Ergenekon davalarından anlaşıldığına göre, yasal dayanak ve ideolojik kadrolaşmada bir değişiklik yapılmadığı, hatta fiili darbe planları yapıldığı halde, darbe ve müdahale imkânı verilmemiştir.
Temsilde adalet ilkesinin öne çıkarılması ile güçsüz koalisyon hükümetlerine teslim edilen ülke yönetiminde zafiyetler oluşmuş ve oluşan istikrarsız ortamlar darbe ve müdahalelerin davetçisi haline dönüşmüştür.
28 ŞUBAT DARBESİNİN HEDEF ALDIĞI KİTLE VE YAPTIĞI TAHRİBAT;
28 Şubat 1997 Darbesi, Mimarları tarafından seçilen yanlış Resmi Devlet İdeolojisi nedeni ile geçmiş darbelere nazaran, Milletin tamamına yakınının üzerinde ve Devlet Mekanizmasında çok büyük tahribat yapmıştır. Ordusunu, yargısını ve Devlet kurumlarını, düşmanmış gibi milletinin üstüne sevk ettiğinden, Milletin Ordusuna, Yargısına ve devletine güvenini sarsmış, inanç temelli olarak aralarında uçurumlar olan bölünmelere sebep olmuştur. Bu Darbenin tahribatını, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış düşmanları isteselerdi ve bütün imkânlarını seferber etselerdi 50 senede gerçekleştiremezlerdi.
Bu Darbede, Milletin müşterek inancı olan İslâm dinine dayalı hayat tarzı, din dışı bir yaşam biçimine dönüştürülerek manevî değerlerinin temelleri dinamitlenmek ve insanların inançlarının vicdanlarına gömülmesi istenmiş, İslâmi inançların açık olarak kamu alanlarında yaşanması yasaklanmış, yasaklara uymayan inanç sahipleri hukuk dışı işlemlerle baskı altına alınmış, dışlanmış ve cezalandırılmıştır.
28 ŞUBAT İDDİANAMESİ;
Bu gün, 28 ŞUBAT 1997 Darbesinin mimarları ve uygulayıcıları yargı önündedir.
Her şeyden önce dış tehditlere karşı kahramanca göğüslerini siper etmesi gereken, bir kısmı yakın mesai arkadaşlarım olan üst rütbeli Silahlı Kuvvetler mensuplarının, sinsice Milletin iradesine ve manevi değerlerine darbeler indirmek için yaptıkları eylemlerden dolayı yargı önünde bulunmaları bizi derecesiz hüzünlendirmektedir. Ancak fiil suç ise, hukuk sistemi içinde yasada gösterilen cezaların bağımsız yargı tarafından verilmesi, fiili işleyen kim olursa olsun adaletin tecellisi için gereklidir. Bu bakımdan dualarımız adaletin tecellisi için olacaktır.
İddialarla birlikte tutuklu-tutuksuz şüphelilerin ifadelerini de içeren ve Yargılamaların başladığı 06 Eylül 2013 tarihinde 13. Ağır ceza Mahkemesinde okunmaya başlanan yaklaşık 1850 sahifelik iddianame, içinden geçip geldiğimiz dönem ve yaşadıklarımızla ilgili önemli bilgi ve belgeleri içermektedir.
İddianame Ocak 1997 yılından başlatılmıştır.
İddianamenin içinde:
- 17 Ocak 1997 tarihinde zamanın Cumhurbaşkanına Genelkurmay başkanlığında verilen Birifing ve Cumhurbaşkanının tepkileri ile ilgili belge,,
- 24 Ocak 1997 tarihinde Gölcük Donanma komutanlığında yapılan “İrtica” konulu seminer belgeleri
- 04 Şubat 1997 tarihinde Sincan’da tankların yürütülmesi ile ilgili belgeler,
- 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu Toplantı tutanakları ve 18 maddelik yaptırım belgesi,
- 04 Nisan 1997 tarihli karaların uygulanmasını takip amacıyla bir “Çalışma kurulunun Oluşturulması” Konulu Belge,
- 07 Nisan 1997 tarihli “İrtica Konusunda Alınacak Tedbirler” başlıklı belge,
- 10 Nisan 1997 tarihli “BATI ÇALIŞMA GRUBU” (BÇG) başlıklı belge,
- “BATI ÇALIŞMA GRUBUNUN” Yapılanmasına ait şema (EK-A)
- BÇG’de görev verilen personel, brifingleri ve rapor sistemi ile ilgili belgeler,
- 06 Mayıs 1997 tarihli “Batı harekât konsepti” konulu belge,
- 27 Mayıs 1997 tarihli “BATI EYLEM PLANI” planı (darbenin hedeflerine ulaşması ve Hükümetin istifasını sağlayacak eylemleri ve uygulayıcılarını kapsamaktadır.) konulu belge,
- Şüphelilerin ikametgahlarında yapılan aramalarda ele geçirilen belgeler,
- Şüphelilerin ifadeleri,
- Sonuçta da, Savcılığın değerlendirilmesi ve “Batı çalışma Grubu” üyelerinin fiillerinin “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebir ve şiddet yoluyla devirme suçuna” iştirak ettikleri bu nedenle de eylemlerine uyan yürürlükteki 5237 sayılı TCK’nın 312/2. Hükmü nazara alındığında daha lehe olan, eylemin işlendiği zaman yürürlükte olan 765 sayılı TCK’nın 64, 147, 31, 33 ve 40. Maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları ile ilgili bilgi belgeler yer almaktadır.
MEVCUT HALİYLE 28 ŞUBAT İDDİANAMESİ ESAS SORUMLULARINI YARGI ÖNÜNE GETİREBİLMİŞ MİDİR?
Bu haliyle 28 Şubat iddianamesi bize göre, resmi belgelere dayanarak Ocak 1997 tarihi ile Refah-Yol Hükümetinin düşürüldüğü 18 Haziran 1997 tarihine kadar olan dönemi kapsamaktadır.
Darbenin hazırlık safhasındaki “Darbeci cuntanın” oluşumunu ve çalışmalarını, Darbenin uygulama safhasındaki 8. Cumhurbaşkanı Merhum Turgut Özal’ın ölümü ile başlayan Darbenin TSK ve Devlet bürokrasisindeki tasfiye uygulamalarını, darbe hazırlıklarını, Yargı, MİT, Emniyet, Üst Bürokrasi, Siyasi Parti, STK, Basın ve İş dünyasındaki uzantıları İddianame dışında kalmış, hâsılı 28 Şubat 1997 tarihine kadar “Darbeci Cuntada” görev alan lider kadroları ve cunta üyeleri henüz yargı önüne getirilememiştir.
Bu haliyle, 1987-1997 arasında ve 18 Haziran 1997 tarihinden sonra uygulanan TSK’deki, Devlet bürokrasisindeki, Yargıdaki, Üniversite Öğretim kadrolarındaki, okullardaki tasfiyeler, orta ve yüksek öğrenimde eğitimleri engellenen öğrenciler, batırılan şirketler ne ile izah edilebilecektir?
18 Haziran 1997 sonrasındaki askeri cuntalar, Ergenekon, Balyoz, Poyraz Köy ve Casusluk davaları ile yargı önüne getirilirken, aynı dönemlerde Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Yargıtay Başkanlığı, Yargıtay Başsavcılığı, HSYK Üyeliği, YÖK Başkanlığı, Üniversite Rektör ve Dekanlıkları, Mülki ve Mahalli İdarelerin başındaki, Resmi-Özel iş Çevrelerinin başındaki, Basın ve STK’ların Yönetimindeki, 28 Şubat kararlarını hukuk dışı yöntemlerle uygulayarak kitleleri mağdur eden zevatın yargı önüne getirilmesi için henüz bir soruşturma başlatılmamıştır.
28 Şubat İddianamesinde yer alan 103 şüphelinin bir kısmı, “Darbe Cuntasının” üyesi olabilir. Ama BÇG esas itibarıyla darbeci damar tarafından, darbenin yönetiminde yararlanmaları için kurulan bir karargâh ve harekât merkezi görevi yapmıştır. Yani, Darbeci Cunta tarafından tehdit olarak değerlendirilen kişi ve kurumlar hakkında bilgi toplamak, değerlendirmek, bertaraf etmek için planlar geliştirmek ve bu hazırlıklarını da belirli periyotlarda karar mercii olan Darbe Cuntasının birinci dereceden sorumluluklarına rapor etmektir.
BÇG ‘de görev alanlar ve bu gün yargı önünde hesap verenler, 28 ŞUBAT SİNSİ ASKERİ DARBESİNİN ancak üçüncü dereceden sorumluları olabilirler.
YENİ DARBELERİN ÖNLENMESİ İÇİN NELER YAPILMALIDIR?
Birincisi;
Millete ve devlete büyük maddi ve manevi zarar veren, Darbenin esas sorumlukları ve bütün uygulayıcıları yargı önünde hesap vermelidir.
Bize göre 28 Şubat Askeri Darbesinin baş sorumluları o tarihteki Milli Güvenlik Kurulu'nun Asker üyeleri, ikinci büyük sorumluları da yine o tarihteki Yüksek Askeri Şura'nın asker üyeleridir. Üçüncü dereceden sorumluları, BÇG üyeleri BÇG ’nin kontrolüne girmiş olan Yüksek Yargı, YÖK, bir kısım Medya ve STK, bir kısım özel ve kamu Şirketi ve holding, Üniversite Rektör, dekan ve Öğretim Üyeleri, Vali, kaymakam ve Belediye Başkanlarıdır. Dördüncü dereceden sorumlular da 1997 öncesi Darbeci Cuntalarda görev alan, asker ve sivil üyelerdir.
Yargı önüne gelen şüpheliler, cuntaların remi belgelerle açığa çıkmış kısmıdır. Esas Darbeci damarların toplantı ve çalışmalarının resmi kayıtlarda bulunması mümkün değildir. Bu bakımdan uygulamalar ve uygulamalara hedef olanların beyanları bütün sorumluların yargı önüne getirilmesinde önemli kazanmaktadır.
Bu nedenle, 1983:2010 tarihleri arasında, Darbeci Yöneticilerin hukuk dışı uygulamaları ile mağdur olduklarını düşünen ve iddia eden, asker-sivil, resmi-özel, siyasi-siyaset dışı her kişi, kurum, STK ve partiler, 28 Şubat Davasına Mağdur-Müşteki olarak, kendilerini mağdur edenler hakkındaki bilgi ve belgeleri ile birlikte müdahil olmak üzere Ankara 13. Ağır Caza mahkemesine müracaatta bulunmaları gerekmektedir.
Şimdilik bu faaliyet etkin bir şekilde ASDER mensupları tarafında yürütülmektedir. Bu bir görev olarak kabul edilir ise, adaletin tesisinde gereken katkı sağlanabilir ve mağduriyetlerin manevi yükü tazminat olara hukuk dışı davrananların sırtına yüklenebilir. Yeni maceracıların önü de böylece kesilmiş olur.
İkincisi;
Darbenin mağdurlarının gasp edilen maddi ve manevi hakları, Millet tarafından kendilerine verilmelidir.
28 Şubat Askeri Darbesi ile başta askerler olmak üzere Kamuda çalışan inançlı personel ile imam hatip liseleri, ilahiyat fakülteleri ve yüksek öğretim öğrencileri mağdur olmuşlardır. Silahlı kuvvetlerden YAŞ Kararı ile çıkarılanlara yapılan işlemlerin yanlışlığı, askerler için 6191 Sayılı Yasa çıkarılarak, 657 sayılı yasaya tabi devlet görevlilerinin hakları da 5525 sayılı kanuna eklenen birinci madde ile kabul edilmiş ve bu personelin bir kısım hakları verilmiştir. Ama henüz mağduriyetlerin tamamı giderilmemiştir. Bunları tekrar ifade etmek gerekir ise;
- YAŞ Mağdurlarının geriye dönük haklarının tamamı verilerek maddi ve manevi açıdan tatmin edilmelidirler.
- Yargıya açık idari işlemlerle çıkarılan subay, astsubay, askeri öğrenci ve uzman personelin de 6191 Sayılı yasanın kapsamına alınarak hakları verilmelidir.
- Bunaltıcı baskı sonucunda, emekliliğe ve istifaya zorlananlar da, Silahlı kuvvetlerdeki emsallerinin haklarına kavuşturulmalıdır.
Üçüncüsü;
Bir daha askeri darbe olmaması için tedbirler, imkan var iken alınmalıdır.
Darbelere dayanak yapılan bir kısım mevzuat özellikle 12 Eylül 2010 Anayasa referandumundan sonra çıkarılan bir kısım yasal düzenlemelerle değiştirilmiştir. Ancak yeterli değildir.
28 ŞUBAT VE DARBE DAYANAKLARININ BUGÜNKÜ DURUMU
DARBELERİN DAYANAKLARI |
28 ŞUBAT 1997 DURUMU |
BUGÜNKÜ DURUM |
BİRİNCİSİ YASAL DAYANAK |
1. ANAYASANIN DEĞİŞMEZ MADDELERİ |
1. AYNEN DURUYOR. |
2. DİNİ İNANÇ VE TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER ÜZERİNDEKİ ANAYASAL KISITLAMALAR |
2. 12 EYLÜL2010 REFERANDUMU İLE KISMEN KALDIRILDI. DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ İLE GENİŞLETİLECEK |
|
3. CUMHURBAŞKANININ SEÇİLME ŞEKLİ |
3. CUMHURBAŞKANININ SEÇİMİ 2008'DEN İTİBAREN MİLLETE AİT |
|
4. ÇOK BAŞLI YARGI |
4. HENÜZ KALDIRILAMADI |
|
5. MGK'NUN YAPISI |
5. 2001 YILINDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLE ÜYE SAYISI 14'E ÇIKARILDI. YENİ ANAYASADA MGK OLMAYACAK |
|
6. MGSB'NİN GNKUR TARAFINDAN HAZIRLANMASI |
6. 2010 YILINDA MGSB HÜKÜMET TARAFINDAN YAPILDI. |
|
7. GNKUR. BŞK. 'LIĞININ BAĞLANTISI |
7. DEĞİŞMEDİ. YENİ ANAYASAYI BEKLİYOR. |
|
8. TSK ’NIN VAZİFESİ (35.MD.) |
8. DEĞİŞTİ |
|
9. J.GNL.K.LIĞI/GNKUR.'LIĞI BAĞLANTISI |
9. BAĞLANTI DEVAM EDİYOR |
|
10. YAŞ'IN YAPISI |
10. DEĞİŞMEDİ |
|
İKİNCİSİ İDEOLOJİK KADROLAŞMA |
1. CUMHURBAŞKANLIĞI MAKAMINDA TERS İDEOLOJİK KİŞİLER |
1. CUMHURBAŞKANINI MİLLET KENDİ DEĞERLERİNE SAHİP OLANLARI SEÇİYOR. |
2. TSK'DA MANEVİ DEĞERLERE TERS İDEOLOJİK KADROLAŞMA |
2. 28 ŞUBAT DÖNEMİNDEN DAHA KESKİNDİR. |
|
3. YÜKSEK YARGIDA İDEOLOJİK KADROLAŞMA |
3. 2010 ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ VE YENİ CUMHURBAŞKANI İLE DEĞİŞİYOR | |
4. YÖK'DE İDEOLOJİK KADROLAŞMA |
4. YENİ CUMHURBAŞKANI İLE DEĞİŞTİ. |
|
5. ÜNİVERSİTELERDE İDEOLOJİK KADROLAŞMA |
5. YENİ CUMHURBAŞKANI VE YÖK YÖNETİMİNDE DEĞİŞİYOR. |
|
6. KAMUDA İDEOLOJİK KADROLAŞMA |
6. SİYASİ İSTİKRAR MENFİ İDEOLOJİK KADROLAŞMAYI ENGELLEMEKTEDİR |
|
7. MESLEK KURULUŞLARINDA İDEOLOJİK KADROLAŞMA |
7. MEVCUT SİYASİ İSTİKRAR ETKİSİZ HALE GETİRMİŞTİR. |
|
8. BASINDA İDEOLOJİK KADROLAŞMA |
8. MEVCUT SİYASİ İSTİKRAR VE DARBE YARGILAMALARI ETKİSİZ HALE GETİRMİŞTİR. |
|
ÜÇÜNCÜSÜ SİYASİ İSTİKRARSIZLIK |
KISA ÖMÜRLÜ ZAYIF KOALİSYON HÜKÜMETLERİ (1990:2002 ARASI) |
1. 2002 YILINDAN İTİBAREN 11 YILI AŞKIN TBMM DE ÇOĞUNLUĞA SAHİP BİR PARTİ TARAFINDAN KURULAN HÜKÜMETLER: a. DARBELERE ENGEL OLMAKTADIR. |
b. 27 NİSAN 2007 GİRİŞİMİ BAŞARISIZ OLMUŞTUR. |
||
c. DARBECİLER YARGILANABİLMEKTEDİR. |
||
2. DEMOKRATİKLEŞME PAKETİNDEKİ SEÇİM SİSTEMİ İSTİKRARI SAĞLAYACAK YÖNDE GERÇEKLEŞMELİDİR. |
Çizelgede mavi renkli olanlar Darbe dayanaklarından değiştirilemeyenlerdir. Dikkat edildiğinde, değiştirilemeyenler, Anayasa hükmü olanlarla Silahlı Kuvvetlerle ilgili olanlardır.
Müdahalelerin ve darbelerin tekrar Ülkemizin gündemini işgal etmemesi, Milli ve siyasi iradenin üzerinde hiç bir kurumun vesayet kuramaması ve ileri demokrasinin kurallarına uygun bir yönetim şeklinin yerleşebilmesi için, yapılması gerekenleri de ifade ederek yazımı tamamlamak istiyorum.
Yeni Anayasa çalışmasını fırsat bilerek, siyasi istikrar mevcut iken, yani Devlet Kurumları üzerinde kontrol ve TBMM de çoğunluk mevcut iken; darbeler ve vesayet için dayanak yapılan yasal mevzuatı, Kamudaki ideolojik kadrolaşmayı ve siyasi istikrarın bozulmasına neden olan ortamı ortadan kaldıracak aşağıdaki düzenlemeler yapılmalıdır.
- Anayasada resmi ideoloji, değişmez maddeler ve laiklik ilkesi bulunmamalı, ana dilde eğitim imkânı sağlanmalı, temel insan hak ve özgürlükleri kısıtlanmamalı, vatandaşın anayasal sıfatı olmamalıdır.
- TBMM ve Hükümetin bütün devlet kurumları üzerinde otorite kurması sağlanmalı, yetkiler TBMM 'inde toplanırken, Meclis güçlendirilmeli, temsilde adaletten feragat edip, yönetimde istikrar sağlayacak şekilde seçim barajları yükseltilmeli veya seçim sistemi değiştirilerek tek parti iktidarı sağlanacak düzenlemeler getirilmelidir.
- Siyasi iradenin üzerinde hiç bir kurumun vesayeti olmamalıdır.
- Asker siyasetin üzerinde vesayet kuramamalı, Milli Güvenlik Kurulu kaldırılmalı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları ayrı ayrı MSB 'lığına bağlanmalı ve TSK yeniden yapılandırılmalı, YAŞ' 'nın yapısı değiştirilmeli ve bütün kararları yargıya açık olmalı, Jandarma Genel Komutanlığının Genelkurmay Başkanlığı ile organik bağı koparılmalı, askeri yüksek yargı kaldırılmalı, askeri hakimler üniformasız olmalıdır.
- Milli Güvenlik Siyaset Belgesinden iç tehdit değerlendirmeleri kaldırılmalıdır.
Bundan sonra savcılarımıza, yargımıza, TBMM'ne ve Milletimize görev düşmektedir. Milletimiz, insana hizmeti merkezine alan bir devlet organizasyonu ile idare edilmeyi hak etmektedir. 29 Eylül 2013
Adnan Tanrıverdi
Emekli Tuğgeneral
ASDER Onursal Başkanı ve
ASSAM Ynt. Krl.Başkanı