İslam Ülkeleri Birliği Organları için Mevzuat İnceleme ve Araştırma Kurulu
Bölgesel İslam Devletleri Birliği Organlarını İnceleme ve Araştırma Masası
“TÂRİHTE MÜSLÜMÂNLARIN HEDEFLERİ NELER İDİ?”
18 Aralık 2014 Perşembe – 25 Safer el-Hayr 1436
Esâs konumuza girmeden önce, bir konuyu dile getirmekte fayda var:
Bütün kâinâtı, canlı-cansız her varlığı, en mükemmel bir nizâm ve intizâm üzere yaratan ve onları her ân varlıkta durduran Allahü teâlâ, şu uçsuz-bucaksız olarak gördüğümüz koca “kâinât”ta, sâdece “dünya”nın insanlarla meskûn olmasını irâde etmiş, “ilk insan” olarak “Hz. Adem”i bu dünyaya göndermiş ve onu aynı zamanda “ilk Peygamber” kılmıştır. [Binâenaleyh insanların atası maymun değildir; başka gezeğenlerde insanlık hayâtı yoktur ve insanlık vahşet üzere değil, medeniyet üzere başlamıştır.]
Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, yarattığı şu mükemmel âlemle, kendi varlığını belli ettiği gibi, kullarına çok merhamet ve şefkat ettiği, acıdığı için, var olduğunu ayrıca “Peygamber”leri vâsıtasıyla da bildirmiştir.
“İlk Peygamber” Âdem aleyhisselâmdan başlayarak, “son Peygamber” olan Sevgili Peygamberimize gelinceye kadar her asırda, dünyânın her tarafındaki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak seçtiği bir zâta (“Peygamber”e), “melek”le [“Cebrâîl” aleyhisselâm’la] haber göndererek, kendi varlığını, isimlerini ve sıfatlarını bildirmiştir.
“MEKKE-İ MÜKERREME’NİN FETHİNİN SONUÇLARI VE BU FETİHTEN ALINACAK BAZI DERSLER”
18 Aralık 2014 Perşembe – 25 Safer el-Hayr 1436
Malûm olduğu üzere, Peygamber Efendimizin dünyâyı teşrîfi, kendilerine Peygamberliğinin bildirilmesi, Mekke-i mükerreme’den Medîne-i münevvere’ye hicreti, orada İslâm Devleti’ni kurması, diğer zaferlerinin yanında, “Mekke-i Mükerreme’yi Fethi” dünyânın en önemli kilometre taşlarından, en mühim dönüm noktalarından, tarihin en büyük hâdiselerindendir.
“Hicret-i Nebeviyye”, hem İslâm târihinin, hem de dünyâ târihinin çok önemli dönüm noktalarındandır. “Mekke-i Mükerreme’nin Fethi” hâdisesi de İslâm târihinin çok önemli kilometre taşlarındandır.
Cenâb-ı Hak, bütün Peygamberleri vâsıtasıyla, insanlara saâdet yollarını göstermiş, iyi ve güzel, kötü ve çirkin her şeyi öğretmiştir. Bu “Peygamber”leriyle, insanların dünyâda ve âhirette râhat etmeleri, huzûr içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emirlerini ve yasaklarını, yanî ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu açıklamıştır.
Sevgili Peygamberimiz, Mekke’deki hemşehrilerine, senelerce hakkı, hakîkati teblîğ etmiştir. Ama nasîpli olan az bir grup dışında, diğer insanlar maalesef îmânla şereflenememişlerdir. Bir ay kadar da Tâif’te İslâmiyeti anlatmış, ama meatteessüf onlar da îmânla nasiplenememişlerdir.
Hâlbuki bu Peygamberlerin hepsinin hedefi, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete kavuşmalarıdır.
Peygamberlerin vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm da, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan iyi fertler, iyi âileler ve iyi cemiyetler teşkîl etmek için uğraşmışlardır.
Gelmiş-geçmiş bulunan bütün Peygamberlerin getirdikleri ahkâm-ı dîniyyede dînin, nefsin (cânın), aklın, neslin (ırzın, nâmûsun), mâlın ve benzeri değerlerin korunması öngörülmüştür. Allahü teâlâ ve Peygamberleri, emir ve yasaklarında, bunları koruma altına almışlardır. Hâlbuki bugün bütün dünyâda, bu sayılanlar da dâhil olmak üzere, bütün insan hakları ciddî bir şekilde ihlâl edilmektedir. Mukaddes dînimizde adam öldürmek, yaralamak, malını almak, çalmak şöyle dursun, kalp kırmak bile büyük günâhlardandır.
Burada, Mekke-i mükerreme’nin fethi münâsebetiyle, târihte müslümânların, düşmânlarına bile nasıl müsâmahalı, hoşgörülü davrandıklarını, onları nasıl affettiklerini, bütün mahlûkâta karşı nasıl engin bir şefkat ve merhamet sâhibi olduklarını belirteceğiz.
Özetle söyliyecek olursak, Peygamber Efendimizin kumandasında, Sahâbe-i kirâmdan teşekkül eden, 12 bin kişilik büyük İslâm ordusu, fetihten sekiz sene önce, ayrıldıkları yurtlarına, Mekke-i mükerremeye gidiyorlardı. Puthâne hâline çevrilen Ka’be-i muazzamayı putlardan temizlemeye gidiyorlardı... İnâtlarından bir türlü vâz geçmek istemeyen müşriklere, hak, adâlet ve merhamet göstermeye gidiyorlardı... Allahü teâlânın dînini yaymaya, oradakilerin de ebedî Cehennem azâbından kurtulmalarına ve Cennete gitmelerine vesîle olmaya gidiyorlardı... [Amân yâ Rabbî! Bu ne büyük merhamettir!]
MİLLİ GÜÇ ve DEVLET (2)
Allah Resulü (SAV) inanmış küçücük bir topluluktan, dünyanın müstekbirlerine meydan okuyan, mustazaflara ise daima umut olacak Güç ve Devlet nasıl olunur onu da öğretti.
Hendek savaşında Mümin’ler, Medine’yi Farisi bir usulle savunmaya hazırlanırlarken, hendeğin kazıldığı bir anda önlerine bir kaya çıkmıştı. Parçalanamıyordu. Efendimize haber salındı. Kayanın başına geldiler. Kayaya üç balyoz darbesi indirdiler. İlk darbede müthiş bir kıvılcım çıktı ve güneye Yemen’e (San’a), ikinci darbede kuzeye (Şam), üçüncü darbede ise doğuya (İran) yöneldi.
Bu Ramazan öncesinde okuduğum son kitap ve nasipse bu Ramazan’da tanışacağımız hakemli sosyal bilimler dergisi birbirleriyle irtibatlı. Kitap ASSAM mensubu bir akademisyene ait, dergi ise doğrudan ASSAM’ın bilgi ve düşünce hayatımıza bir armağanı. Kitabın yazarı, derginin baş editörü.
Hollanda'da 15 yaşında ki bir erkek, aynı yaşlarda kız öğrenciyi sokak ortasında feci bir şekilde dövdü.
Rotterdam'da meydana gelen olayda genç kız arkadan çelme atarak yere düşürülüyor. Yerden kalkan genç kız, kendini savunarak bir tekme savuruyor. Tekrar kıza saldıran genç erkek, sokak ortasında genç kızı feci şekilde darp ediyor. Olayla ilgili görüntüler sosyal medyada gündeme oturdu.
Tepkiler üzerine bir açıklama yapan Rotterdam Polis Sözcüsü Tinet De Jong, gençlerin birbirlerine hava atmak için böyle şiddet olaylarına bulaştıklarını söyledi. Dayak videosunun facebook'ta yayınlanmasından sonra dayakçı gencin kimliğini ve adresini vatandaşların kendilerine bildirdiğini kaydeden De Jong, duyarlı vatandaşlara teşekkür etti.*
İslam devleti günümüzde bilindiği üzere din devleti olmadığı gibi laik bir devlette değildir. İslam devleti; insanlar arasında Allah’ın emir ve yasaklarını gözeten sivil bir devlettir. O bu niteliği ile Allah’ın yardımını ve desteğini hak etmiştir. Bu özelliğini kaybettiği zaman varlığının ve bekasının gerekçesini kaybetmiş olur.
"İslâm Fıkhına Göre Devlet, Hilafet ve Saltanatta Yönetim Usul ve Esaslarına Işık Tutan Hükümler" konulu ASSAM Seminerinde Araştırmacı Yazar Hüseyin DAYI tarafından sunulan "Hıristiyanlıkta, İslamiyette ve Laiklikte Devlet, Demokrasi ve Kadın" konulu tebliği metni ve videosu aşağıdadır.
Hırİstİyanlıkta, İslamİyet’te ve Laİklİkte Devlet, Demokrasİ ve Kadın
Hüseyin DAYI
Bismillahirrahmanirrahim.
Muhterem katılımcılar hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Benden önceki iki değerli konuşmacı, konularının tabii akışı içinde programa göre benim ele alacağım “şura, rey, bi’at, liyakat, adalet” ve dolayısıyla “İslam Devleti’nde müşterek iradenin teşkili ve aslî görev alanları” gibi meseleleri de önemli ölçüde işlediler. Bir bakıma iyi de oldu. Çünkü her ikisi de, o meseleleri tam bir vukufiyetle izah ettiler. Bu durumda önceden hazırladığım tebliğe göre değil de, konuşmacıların düşünce hayatımızda gördükleri eksiklerden hareketle bir analiz yapmaya çalışmam daha uygun olacaktır.
Konuşmacılardan Mehmet Erdoğan hocamız, dindarlar arasında demokrasiye ve sosyo-politik alanda kadının aktivitesine soğuk bakan bir tutumun mevcudiyetinden yakındı. O haklı yakınmalar, o meseleleri daha titiz bir şekilde ele almamızın gerektiğini göstermektedir. Şayet İslamî bir devlet, sadece geçmişe ait bir uygulama olsaydı dikkatimizi fazlaca yoğunlaştırmamıza gerek kalmayabilirdi. Fakat Batılı düşünürlerden Noah Feldman’in de ifade ettiği gibi, bütün dünya Müslümanları arasında “İslam Devleti” arzusu gittikçe kuvvetlenmektedir. Aslında herkesin gözlemlediği bu durumda, günümüzdeki devlet hayatının gereği olarak, sadece ilahiyatçıların değil, multidisipliner bir yaklaşımla her alandaki ilim mensuplarının çalışmalarına ihtiyaç var demektir. Şimdi konumun büyük ölçüde işlenmişliği zaruretinden dolayı, bir değişiklik yaparak İslam, Hıristiyan ve Batılı laik medeniyetlerin devlete, demokrasiye ve kadının siyasetteki aktivitesine yönelik tutumlarını sergilemeye çalışacağım.
"İslâm Fıkhına Göre Devlet, Hilafet ve Saltanatta Yönetim Usul ve Esaslarına Işık Tutan Hükümler" konulu ASSAM Seminerinde Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN "İslâm Fıkhına göre: Devletin insana tanıdığı temel hak ve özgürlükler" başlıklı tebliğinin 2 parçadan oluşan videosu aşağıda bulunmaktadır...
"İslâm Fıkhına Göre Devlet, Hilafet ve Saltanatta Yönetim Usul ve Esaslarına Işık Tutan Hükümler" konulu ASSAM Seminerinde Marmara Ünv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet ÖZEL tarafından sunulan "Devlet Başkanı Olarak Hz. Peygamber: Yönetim, Dış İlişkiler, Ordu" konulu tebliğin giriş bölümü aşağıdadır.
Ahmet Özel
Giriş. Resulullah’ın peygamberlik misyonu ferdî ve manevî hayatın olduğu kadar sosyal ve maddî hayatın da mükemmellik ölçüsünü ortaya koymayı, her iki alanda da insanlara kılavuzluk yapmayı kapsamaktadır. Müslümanlar inançları gereği Hz. Peygamber’in her iki alandaki kılavuzluk ve otoritesini kabul etmekle birlikte İslam dünyasında onu tanıma ve anlama konusunda genellikle yeni bir sosyal düzenin kurucusu olarak gösterdiği faaliyetlerden çok ferdî ve manevî hayata kılavuzluğuna alaka duyulmuş, hayatıyla ilgili literatür de daha çok bu istikamette gelişme göstermiştir. Esasen tarih boyunca müslüman toplumlarda sosyal hayatın Kur’an ve Sünnet’te belirlenen temel esaslar çerçevesinde şekillenmiş bulunması da insanların bu yönelişlerinde etkili olmuş, manevî olgunluk erdemli bir ferdî hayat kadar düzenli ve huzurlu bir sosyal hayat için de ulaşılması gereken bir amaç olarak görülmüştür. Batı dünyasında ise din ile hayatın maddî alanlarını birbirinden ayıran yaygın telakki çerçevesinde peygamberliğin yalnızca ferdî ve manevî hayata kılavuzluk şeklinde kabul edilmesi Hz. Peygamber’in sosyal misyonu ve tarihî rolünün kavranmasında karşılaşılan ciddî zorlukların başında gelmekte ve dolayısıyla Resulullah sosyal ve siyasal hayata fazla angaje olmuş görülmektedir. Bir diğer problem de Batı’nın yüzyıllar boyunca karşı karşıya kaldığı ve savaştığı rakip bir uygarlığın kurucusu olarak Hz. Peygamber hakkında Ortaçağ boyunca teşekkül eden önyargılardan ve menfi tasavvurdan hala kurtulamamış olunmasıdır. Ayrıca Resulullah’ın manevî yönünün beşerî faaliyetleriyle örtülü olması da bunda önemli rol oynamıştır.
Bir kavram olarak devletten bahsettiğimizde aklıma 1980'lerin ortasında popüler olan "Sultan Süleyman"[1] isimli şarkı gelir. Baştan sona dinlediğimizde doğru düzgün bir anlam veremediğimiz, kopuk cümlelerden oluşmuş gibi gelen bu şarkının nakarat bölümü ise İslam kültürüne hiçte yabancı değildir;
…
Bu dünya ne sana ne de bana kalmaz
Dünya ne sana ne de bana kalmaz
Sultan Süleyman’a kalmadı
Böyle hiçbir kitap yazmaz
…
Sultan Süleyman dendiğinde Türkiye'de her ne kadar "Kanuni Sultan Süleyman" anlaşılsa da kendilerini Dünyanın sahibi kabul eden Yahudilere göre Sultan Süleyman; İngilizcede "Wise King Solomon / Bilge Kral Süleyman", eski İbranicede ise Shlomo (Şlomo) olarak adlandırılmaktadır. Davut Aleyhisselamın oğlu olan Süleyman Aleyhisselam'ın İsrailoğullarına peygamber olarak gönderildiği Kur'an-ı kerimde bildirilmesine rağmen Yahudiler tarafından kral olarak kabul edilmekte ve Yahudi kaynakları ve dolayısıyla batılı kaynaklarda Yahudi Kralı olarak kabul görmektedir.