Yrd. Doç. Dr. Ali Fuat GÖKÇE
22.02.1967 Van doğumlu. 1985 yılında Kuleli Askeri Lisesinden mezun oldu, 1989 yılında Kara Harp Okulundan Jandarma Teğmen olarak mezun oldu. 2008 yılına kadar Silahlı Kuvvetlerde çeşitli kademelerde çalıştıktan sonra Binbaşı rütbesinden emekli oldu. 2006 yılında Selçuk Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde yüksek lisansını tamamladı.
2011 yılında Malatya İnönü Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde doktorasını tamamladı. 2011 yılı TBMM genel seçimlerinde Gaziantep’ten Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili aday adayı oldu. 2012 yılında Gaziantep Üniversitesinde Yrd. Doç. Dr. unvanı ile göreve başladı. Siyasi Partilerde Lider ve Yönetim Değişimi isimli kitabı mevcuttur. Uluslararası ve ulusal dergilerde siyaset ve kamu yönetimi üzerine makaleleri bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk sahibidir. Silahlı Kuvvetler Üstün Cesaret ve Feragat Altın Madalya sahibidir.
Kişisel Web Site: www.alifuatgokce.com
Toplumlara egemen olanların iktidarının sınırlandırma isteği kuvvetler ayrılığı teorisi ile birlikte modern devletin oluşmasını sağlamıştır. Montesquieu, “Kanunların Ruhu” adlı eserinde devlet yönetiminde etkili olan yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin oluşmasını ve birbirleriyle olan ilişkisini açıklamıştır. Bu ilkeden hareket ederek günümüze kadar olan dönemde kuvvetler arasındaki ilişkinin derecesi hükümet sistemlerinin farklı şekillerde adlandırılmasını sağlamıştır. Kuvvetler arasında yer alan yargı kuvveti bu ilişki içinde ayrı bir yerde tutulmaktadır. Yargının her hükümet sistemi içinde yasama ve yürütme arasındaki ilişkisi birbirlerine yakın olması nedeniyle yargı kuvveti hükümet sistemlerinin belirlenmesinde dışarıda tutulmaktadır. Ancak çift yargı sistemi uygulayan Kıta Avrupası ülkelerinde yargının idari ayağını oluşturan idari mahkemeler ile yürütme ve yasamanın gücünü sınırlandırmak amacıyla İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Anayasa Mahkemelerinin iktidar ilişkileri içinde işlevleri bulunmaktadır. Bu ilişkinin var olması hükümet sisteminin biçimini değiştirmemektedir. Her ülkede değişik isimlerle, coğrafi esaslara göre kurulmuş mahkemeler yer almaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada hükümet sistemlerinin oluşmasında etki yaratmayan yargı kuvveti incelemeye dahil edilmemiştir.
Orta Doğu bir coğrafi bölge olarak tarih boyunca çatışmaların, din savaşlarının, göçlerin merkezi olmuştur. Günümüzde de aynı mücadelenin olduğu görülmektedir. Bütün bu mücadelenin arka planında bölgenin toplumsal, dini ve mezhepsel yapısının farklılığı ve iktisadi verimliliği yer almaktadır. Bu süreç içinde bölge, istikrarsızlaşmış iktisadi ve toplumsal gelişmesini tamamlayamamıştır. Bölgedeki doğal kaynakların sahipliliği sorunu, emperyalist devletler tarafından bölge üzerinde stratejik dengelerin oluşturulmasında etkili olmuştur.
Stratejik dengelerin oluşturulmasında kullanılan yöntemler arasında,ülkelerin iç işlerine müdahale ve iç karışıklık çıkarılması, devletlerin savaşması, dış askeri müdahaleler bulunmakla beraber son dönemlerde terör örgütlerinin kullanılması yer almaktadır. Son yıllarda terörist faaliyetler taktiksel ve niteliksel yönden değişiklik göstermiş ve ilk uygulamaları adeta bu bölgede sahneye çıkarılmıştır.
Orta Doğu coğrafyasından yaşanan bu olaylar Türkiye’yi toplumsal, iktisadi ve güvenlik bağlamında doğrudan ilgilendirmektedir. Bölge halkı ile olan tarihsel, dini ve etnik kimlik bağ, bölgenin yeraltı kaynakları ve bu istikrasız bölgede ülke içi güvenliği tehdit eden unsurların bulunması Türkiye’nin ilgisini sürekli olarak bu bölgede tutmak zorunda bırakmaktadır.
Bu çalışmada Kurtuluş Savaşı belgeler arasında önemli bir yeri olan Misak-ı Milli’de belirtilen sınırları içinde yer alan Musul- Kerkük ve Halep bölgesinde post modern terör örgütleri vasıtasıyla uygulanan politikaların, Türkiye’nin güvenliği ve geleceği üzerindeki muhtemel etkileri incelenecektir.
Bu doğrultuda, bölgenin toplumsal ve iktisadi yapısı incelenerek, emperyalist devletlerin Misak-ı Milli sınırları içindeki nihai amaçları ve uyguladığı yöntem ve taktikler tartışılarak açıklamalar yapılacaktır.
Not: Makale "Yeni Türkiye" Dergisinin Ocak - Şubat 2017 / 93. sayısında yayınlanmıştır. http://www.yeniturkiye.com/display.asp?c=0931
S.1. KAMU DENETÇİLİĞİNİN TÜRK İDARE SİSTEMİNDE YERİ VAR MIDIR?
Türkiye’de ombudsmanlıkla ilgili ilk çalışmalar 1970’li yıllarda Profesör Doktor Tahsin Bekir Balta tarafından ilk çalışmalar ve incelemeler yapılmıştır. Ömer Baylan tarafından 1978 yılında “Vatandaşın Devlet Yönetimi Hakkındaki Şikayetleri ve Türkiye İçin İsveç Ombudsman Formülü” başlıklı yazı ile ombudsmanlıkla ilgili çalışmayı literatüre eklemiştir. Siyasal alanda ise ilk kez 1980 ihtilali sonrasında gündeme gelmiş ve Türkiye’de ombudsmanlıkla ilgili ilk yasal girişim 1982 Anayasası hazırlık çalışmalarında yapılmıştır. Ancak Anayasa metninde yer almamıştır. 1990 yılında çıkarılan 3686 sayılı İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Kanunu tam manasıyla ombudsmanlığı karşılamasa da uygulamanın başlangıcı olarak kabul edilebilir.
1991 yılında Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) tarafından hazırlanan ve kamuoyunda “KAYA” raporu olarak bilinen “Kamu Yönetimi Araştırması” raporunun bir bölümü kamu yönetiminin denetimine ayrılmış ve önerilerde Devlet Denetleme Kurulu’nun ombudsmanlık gibi işlevleri üstlenmesi belirtilmiştir.
Avrupa Birliği müktesebatına uyum ile ilgili olarak yapılan çalışmalar sonucunda Avrupa Birliği Konseyi tarafından 2006 yılında hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgesinin “Kısa Vadeli Öncelikler” başlığında kamu denetçiliği sisteminin kurulması tavsiyesinde bulunulmuştur.
ÇAĞDAŞ KAMU YÖNETİMİNDE KAMU DENETÇİLİĞİ (OMBUDSMANLIK) VE TÜRKİYE İÇİN ASKERİ OMBUDSMANLIK ÖNERİSİ
PUBLIC AUDITING (OMBUDSMAN) AT CONTEMPORARY PUBLIC ADMINISTRATION AND MILITARY OMBUDSMAN SUGGESTION FOR TURKEY
Yrd. Doç. Dr. Ali Fuat GÖKÇE*
Suleyman Demirel University
The Journal of Faculty of Economics
and Administrative Sciences
Y.2012, Vol.17, No.2, pp.203-227.
ÖZET
Kamu denetçiliği (Ombudsmanlık) kamu kurumları ile vatandaş arasındaki sorunları çözmede çağdaş bir uygulamadır. Kamu denetçiliği klasik uygulama alanının dışında farklı alanlarda da uygulanmaktadır. Askeri ombudsmanlık bu farklı alanlardan birisidir. Ombudsmanlık geçmişte girişimler olmasına rağmen, 2010 yılında yapılan halk oylamasına kadar olan dönemde çeşitli sebeplerle Türkiye’de uygulanmamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri teşkilat yapısı ve geniş personel kadrosuyla ülkenin her yerinde görev yapmaktadır. Personel kadrosunun genişliği ve vatandaşla olan ilişkiler çeşitli sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu çalışmada; silahlı kuvvetlerde ombudsmanlık kurumunun faydaları ve sakıncaları tartışılmış, askeri ombudsmanlığın gerekliliği açıklanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kamu Yönetimi, Kamu Denetçisi, Denetim, Ombudsman, Askeri Ombudsman.
ABSTRACT
Public auditing is a contemporary application for accommodation the problems between public institutions and citizens. The public auditing also applied to different areas outside the classical application area. Military ombudsman is one of these different areas. Ombudsman hasn’t applied for various reasons in Turkey at the period up to plebiscite in 2010 despite initiatives in the past. The Turkish Armed Forces are on duty throughout the country with the organizational structure and a large team of staff. The width personnel staff and relations with citizens cause to emerge of various problems. In this study; the benefits and drawbacks for the institution of ombudsman in the armed forces is discussed and explained the need for the military ombudsman.
Keywords: Public Administration, Public Auditing, Auditing, Ombudsman, Military Ombudsman.
* GÖKÇE, Gaziantep Üniversitesi, İslahiye İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir..
SAYGIDEĞER ASDER ÜYELERİ VE ASSAM'A GÖNÜL VERENLER
ASSAM Uluslararası hakemli dergimiz yayın hayatına Haziran sayısı ile başlamış oldu. Geçen yıl bu vakitler siz değerli ASDER üyeleri ile tanıştığımda ve sonrası süreçte aklımda sürekli ASSAM bünyesinde fikirlerimizi anlatabileceğimiz, derdimizi akademik bir ortamda paylaşabileceğimiz bir derginin yayınlanma düşüncesi vardı. Zaman içinde çok değerli Komutanım Adnan Tanrıverdi Paşama bu konuyu açtığımda kendisi olumlu baktı ve bugünlere geldik.
Derginin çıkarılma aşamalarında dergi yöneticileri ve editörler sürekli istişare halinde süreci yönettik. Sıkıntılarımız oldu. Özellikle makale bulma konusunda sıkıntılar yaşadık. Çok şükür ilk sayımızı planladığımız sayıda makale ile çıkardık. Bu süreçte yakın çevremizde bulunan akademisyen ve araştırmacılara gönderdikleri makaleler için ayrıca teşekkür ediyorum.
Değerli ASDER ve ASSAM üyeleri ASDER ve ASSAM'ın düşünce ve ilkelerini, araştırma konularını aldığımız eğitimin uzantısı olarak birikimlerimizle beraber harmanlayarak paylaşalım. ASDER ve ASSAM şu anda akademik çevrede pek bilinmiyor. Bu dergi sayesinde -dergimiz üniversitelere gönderilecek- akademik çevrelerde düşüncelerimiz ve ilkelerimizi anlatmış olacağımızı umuyorum.
Siz değerli ASDER ve ASSAM üyelerinden özellikle isteğim dergimizin yazım kuralları doğrultusunda hazırlayacağınız makalelerinizi bize gönderiniz. Kaliteli ve prestijli bir dergi olabilmek için hakem sürecini işletmek zorundayız. Bu sebeple özellikle dergimizin kuralları çerçevesinde hazırlayacağınız makalelere ihtiyacımız var.
Derginin çıkarılmasında bizden desteğini esirgemeyen Sayın Komutanım Adnan Tanrıverdi Paşama şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca Dergi merkezinden uzakta olmam sebebiyle bazı teknik hususlarda irtibatımızı sağlayan ve derginin hazırlanmasında büyük emeği geçen Sayın Melih Tanrıverdi ve Abdullah Kaplan Bey'e ayrıca teşekkür ediyorum.
İlk sayımızda eksiklerimiz olabilir, maruz görün lütfen. Ama eksiklerimizi gidermemiz için bizim göremediklerimizi lütfen gerek bana gerekse de diğer editörlere lütfen yazın.
Saygılarımla
Yrd. Doç. Dr. Ali Fuat GÖKÇE
Em. Jan. Bnb.
Türk-İslam tarihine şeref veren ünlü ve büyük Türk düşünürü ve bilgini Farabi'nin asıl adı Mehmet'tir. 870 yılında Türkistan'da Farab'da doğdu. (Bugünkü Kazakistan sınırları içinde bulunan Otrar) Babası kale komutanlarından Mehmet Turfan'dır. Farabi ilk eğitimini memleketinde yaptı. Bir rivayete göre önce İran'a ve sonra Bağdat'a gitti. Farabi Aristo'nun Arapçaya çevrilmiş eserlerini anlaşılması kolay hale getirmiştir. Bundan dolayı Doğulu bilginler kendisine Hace-i Sani, yani ikinci üstat payesi vermiştir. 941 yılında Suriye'ye geçti. Halep ve Şam'da oturdu. 950 yılında Şam'da vefat etti.
Farabi'nin başlıca eserleri: "Ettalim üs Sani" ve "İhsan-ül Ulum" isimlerini taşırlar. Bunlardan ikincisi Arap dilinde yazılan ilk büyük ansiklopedidir.
Farabi içinde yaşadığı toplumda ağırlığını hissettiren din ile felsefe arasındaki çatışmayı siyaset temelinde çözümlemeye çalışmıştır. Çünkü o dönemde siyaset gerek felsefe gerekse dinin, hayatın biricik anlamı olarak belirlediği mutluluğun tek gerçekleşme adresidir.
Farabi'ye göre felsefe birdenbire ortaya çıkan bir disiplin değildir. Felsefe insanlık tarihi boyunca kaydedilen gelişim süreci sonunda, zorunlu, güvenilir bir bilgi vermeyen özellikle mitsel, metaforik açıklamalardan vazgeçilmesi ve akla dayalı, kesin yöntemlerin kullanılmaya başlanmasıyla bağımsız bir disiplin olarak oluşmuştur.
Felsefedeki bütün kuramsal ve pratik uğraşların nihai hedefi, insanı mutlu kılmaktır. Farabi, mutluluk için sırasıyla duyusal, tahayyül ve en üst seviyede kuramsal bilginin elde edilmesini gerekli görür. Farabi, felsefenin genel olarak amacının: "yüce yaratıcıyı bilmek, O'nun hareket etmeyen "Bir" olduğunu, her şeyin etkin sebebinin O olduğunu; O'nun kendi cömertliği, hikmet ve adaleti ile bu aleme düzen veren olduğunu bilmek" olduğunu belirtir.
1879 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Prens Sabahattin'in babası, Osmanlı Adliye nazırlarından Mahmut Paşa, annesi Sultan Abdülhamit'in kız kardeşi Seniha Sultan'dır.
Babasının konağında özel eğitim gören Sabahattin; iyi bir eğitim alarak, Arapça, Farsça ve Fransızcayı küçük yaşlarda öğrenmiştir. Babasının birtakım sıkıntılar neticesiyle Paris'e kaçması, Sabahattin ve görüşleri açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Burada İlmi İçtimai (Toplum Bilimi) okulunun ileri gelenlerinden Edmond Demolins ile tanışmış ve toplum-siyaset hakkındaki görüşleri, bu okulda öğrendiği ilkeler doğrultusunda şekillenmiştir.
1902'de Paris'te Birinci Jön Türk Kongresi'ni toplayan Prens Sabahattin bu Kongrede, "Osmanlı Devleti'ne yabancı müdahalede bulunmaya ihtiyaç vardır" diyen grubun liderliğini yapmıştır. Jön Türklerin II. Abdülhamit'e karşı izlenecek yol konusunda anlaşamamaları neticesinde bölünen hareketteki önemli bir figür konumuna gelen Prens Sabahattin, Paris'te Teşebbüs-ü Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'ni kurmuş, arkasından da cemiyetin yayın organı olan Terakki Dergisi'ni yayınlamaya başlayarak görüşlerini kitlelere ifade etme imkanı bulmuştur.
1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet'le birlikte doğan görece özgürlük ortamında İstanbul'a dönen Prens, Abdülhamit'i devirmekle hürriyet ve bireysel serbestliğin gerçekleştirilemeyeceğini savunarak, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne muhalefet etmek amacıyla Ahrar Fırkası'nı kurmuştur. Siyasal tarihimizde "31 Mart Vakası" olarak bilinen olayların tertipleyicisi olarak değerlendirildiğinden baskılara maruz kalmış ve ülkeyi terk etmiştir. Belirli aralıklarla ülkesine gelse de son olarak, çıkarılan Hilafet Kanunu neticesinde, 1924'te yurt dışına çıkmak durumunda kalmıştır. Prens Sabahattin, 1948 yılında İsviçre'de hayatını kaybetmiştir.
Koçi Bey’in hayatı hakkında kesin ve açık bir bilgi bulunmamaktadır. Koçi Bey aslen Arnavut olup Rumeli Görice’den devşirme yoluyla İstanbul’a getirildiği ve Osmanlı Sarayına girdiği bilinmektedir. Koçi Bey’in Görice’li olduğu kesin olarak bilinmemekte, ancak karısının ve oğlu Sefer Şah’ın mezarlarının Görice’de Mirahur İlyas Bey camiinde, kendisinin mezarının ise Görice’ye bağlı Plamet köyünde olması, Koçi Bey’in Göriceli olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Çeşitli kaynaklarda Koçi beyin asıl isminin Mustafa olduğu, Koçi adının onun lakabı olduğu belirtilmektedir. Koçi adı değişik kaynaklarda Koçi, Koca, Kuçi şekillerindedir. Arnavutça’da “koç” kelimesi kırmızı anlamına gelmektedir. Mustafa Bey’e yüzünün kırmızılığından dolayı Koçi lakabının verilmesi büyük ihtimaldir. Devşirme tarihi ve saraya giriş tarihi ile ilgili kesin bir kayıt yoktur. Ancak, padişah Birinci Ahmet devrinden, IV. Murat devrine kadar Enderun’da çeşitli hizmetlerde bulunduğu bilinmektedir. Özellikle IV. Murat döneminde Has Oda’ya alınmış ve Padişah’ın güvenini kazanarak onun sırdaşı olmuştur. Koçi Bey Padişah IV. Murat’ın muhasibi olarak Bağdat seferine katılmıştır. Sultan Murat’ın ölümünden sonra yerine geçen Sultan İbrahim’in de muhasibi ve sırdaşı olmuştur. Koçi bey Sultan İbrahim’in son günlerinde veya Dördüncü Mehmet’in ilk yıllarında emekliye ayrılmış ve Görice’ye yerleşmiştir.
(Tebliğ 03-05 Ekim 2013 tarihinde Bingöl Üniversitesi tarafından düzenlenen "Geçmişten Günümüze Alevilik 1. Uluslararası Sempozyumunda" sunulmuştur. Tebliğin tamamı bildiri kitabı basıldığı zaman yayınlanacağından dolayı tebliğin özeti ASSAM okuyucularına sunulmuştur. Kitaba www.alifuatgokce.com/makaleler.html adresinden ulaşabilirsiniz.)
Tebliğde İslamiyet’te devlet idaresi ve Hz. Ali’nin yönetim ve adalet anlayışını; kuran-ı kerim peygamber efendimizin hadisleri ve Hz. Ali’nin uygulamalarından örnekler vererek açıklanmıştır.
Devletin meydana gelebilmesi için gerekli olan unsurlar; insan, toprak ve egemenliktir.
Devlet insanın ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkmış bir olgudur. İnsan, toplayıcılık, avcılık döneminden itibaren ihtiyaçlarını giderebilmek için bir arada yaşamak zorunda kalmış ve bu zorunluluk sonucu paylaşmayı ve dayanışmayı öğrenirken, bunlarla eş zamanlı olarak birbiriyle çatışmayı da öğrenmiştir. İbn-i Haldun insanların sosyal bir yaratık olduğu ve toplum içinde bir arada yaşamak zorunda olduğunu belirtmiştir. İnsanı toplum içinde yaşamaya iten nedenler arasında “ekonomi” ve “güvenlik” kavramlarını öne çıkaran İbn-i Haldun, insanların çeşitli ihtiyaçlarını tek başlarına gideremeyeceği için yardımlaşma ve kendilerini savunabilmek için dayanışma kavramlarına değinmiştir. DOLAYISIYLA DEVLETİN OLUŞUMUNDA EN ÖNEMLİ UNSUR İNSANDIR.
Güneydoğu'da PKK terör örgütünün eylemlere ilk başladığından günümüze ülkemizde binlerce eve ateş düştü. Binlerce şehit verildi. Binlerce Kürt genci kandırıldı, örgüte götürüldü ve öldü. Neden? Bazı hakların verilmesi? Bu haklardan birisi de Kürtçe eğitim, Kürtçenin serbest bırakılmasıdır. Bugünlerde Hükümet tarafından demokratikleşme paketi hazırlanıyor ve açıklanacak. Muhtemelen bu husus ile ilgili bir düzenleme olacak. Ancak benim dikkat çekmek istediğim husus Kürtçe konuşma, Kürtçe şarkı söyleme gibi konularda acı çekenlerin boş yere bu acılara katlanmasıdır. Eurovisiona yıllarca katıldık. Başarısız sonuçlar aldık ve bunu önce siyasete sonra dilimize bağladık ve İngilizce parçalarla yarıştık. Kabul etmek gerekirse İngilizce şu anda bilim dili ve dünyada en yaygın dil. Ancak Anadolu yarımadasının tarihsel ve kültürel değerlerine uymamaktadır. Bugün okullarda İngilizceyi öğretiyoruz. Bilim adamlarımızdan Doçent olmaları için konuşma dilinin dışında garip bir sınav sistemi ile dil puanı istiyoruz. Çünkü İngilizce Dünya dili durumunda. Bugünlerde Türkçe olimpiyatlar vasıtasıyla kendi dilimiz de Dünya dili olma yolunda. Dilimizi unutmamamız en önemli bir husus. Millet olabilmenin en önemli şartlarından birisi de dildir.
Kamu yönetiminin temel amaçları arasında; vatandaşlarına en iyi koşullarda hizmet verecek bir ortam yaratma, sahip olduğu yetkileri yasalar çerçevesinde hakkaniyet ölçüleri içinde kullanarak adaletli davranma bulunmaktadır. Kamu yönetiminin büyüyen yapısı bu amaçları tam anlamıyla gerçekleştirmesinin önünde engel oluşturabilir. Bu engeller arasında teşkilat yapısı, personelin bilgi seviyesi, davranışları ile yasal düzenlemeler sayılabilir. Amaçların ideal anlamda gerçekleştirilememesi ise hizmetin etkinliğini ve verimliliğini azaltır ve sonrasında halkın nazarında devletle ilgili yanlış algılamalara neden olabilir.