ANAYASA MAHKEMESİNİN
BALYOZ DAVASI KARARI
Balyoz Hükümlülerinin tahliyeleri üzerinden iki hafta geçti.
Toz duman dağıldı.
Tahliye olan askerlerin serbest kaldıktan sonraki hassas psikolojik durumları da yerini sükûnete bıraktı. Tahliye meselesi de basının gündeminden indi.
Çeşitli boyutları bulunan tahliye meselesini serinkanlı olarak değerlendirme zamanı geldi.
Meselenin farklı boyutları bulunmaktadır.
Silahlı kuvvetlerdeki darbeci gelenek ve Balyoz Planı,
Balyoz İddianamesi ve tutuklamalar,
Yargılama süreci, Özel Yetkili Mahkemenin, Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesinin ve Yetkili Mahkemenin Kararları,
Sürecin Asker Mağdurlarına Askeri, Sivil ve Yüksek Yargının yaklaşımı,
Yargımızın bağımsızlığı, tarafsızlığı ve Adalet dağıtmadaki becerisi,
Bu meseleleri yaşadığımız süreç içinde tekrar hatırlamamızda fayda bulunmaktadır.
2014 CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİNDE
YENİ BİR DÖNEMİN BAŞLANGICI OLACAKTIR
Cumhurbaşkanı ilk defa halk tarafından seçilecek.
Seçilebilmesi için yüzde ellinin üzerinde oy alması gerekir.
Tek Parti Hükümeti de olsa Başbakanın partisinin oy oranının Cumhurbaşkanlarının aldığı oy yüzdesinin üzerine çıkması nadiren mümkün olabilir.
Genellikle koalisyonlara mecbur bırakan oy dağılımı, Cumhurbaşkanına nazaran daha az oy almış bir partinin liderinin Başbakan olmasına sebep olabilecektir.
Böyle bir siyasi tablo, geniş yetkilere sahip, arkasında yüzde ellinin üzerinde oy desteği olan Cumhurbaşkanı ile hassas dengelerle ayakta duran koalisyon Hükümeti ve Başbakanı arasında irade yarışına sebep olabilir.
Genellikle de her iki merkezin çevresindeki makam ve kademeler rekabeti kışkırtacaklardır.
T.C. Anayasası Cumhurbaşkanını yasama, yürütme ve yargı üzerinde kullanabileceği yetkilerle donatmıştır.
CEMAATİN DARBE GİRİŞİMİ
ve
İKTİDAR MÜCADELESİ
(2013-2014)
Kasım 2013 başında dershaneler kapatılıyor yaygarası ile başlatılan Fethullah Gülen Cemaati eylemleri, devlet içindeki Cemaat örgütü vasıtasıyla, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve Hükümetini yıpratarak siyasi istikrarın bozulmasını hedef almıştır.
Başlangıçta toplum tarafından anlaşılamayan girişimin boyutu 17 Aralık 2013 tarihinde “asrın yolsuzluğu” adı altında yargı ve emniyet operasyonları ile başlatılanın dış destekli büyük bir darbe girişimi olduğu ortaya çıkmaya başlamıştır.
18 Kasım 2013 tarihinden itibaren ASDER mail grubu içinde uyarıcı mahiyetteki mesajlarımı tarihe not düşmek amacı ile yayınlamayı uygun buldum ve muhatapların yazdıklarını atlayarak, son tarihli açıklamayı öne alarak, sırasına göre buraya kaydettim. Mesajlarım olayları tasvir etmekten ziyade yöneldikleri hedeflere vurgu yaparak alınacak tedbirleri ifade etmek amacına dönük olmuştur.
YENİ TÜRKİYE,
YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE…
Bugün ki tarihi vetirede yaşadıklarımız, eski Türkiye olmaya devam edeceksiniz dayatması ile Yeni Türkiye olma arzusu arasındaki çatışmanın tezahürüdür.
Evet milletimiz, Yeni TÜRKİYE olma semptomları gösteriyorken, eski Türkiye’nin sahipleri de boş durmuyor.
Eski Türkiye’nin kodları İngiliz – Yahudi Medeniyetinin ortak çıkarları çerçevesinde yazıldı. Güçsüz ve Taklitçi bir Türkiye.
İngiliz - Yahudi Medeniyeti: İngiliz girişimci aklı ve aksiyonu ile Yahudi sermayesinin ittifakı sonucu kurulmuştur.
Temel prensipleri ve ortak çıkarları olan bu ittifak, İngiliz’e küresel egemenlik, Yahudi’ye ise finans rolüne karşılık Büyük İsrail’i vaat ediyordu.
Bu ittifakın ortak ideolojisi ise Emperyalizmdir.
Türk-İslam tarihine şeref veren ünlü ve büyük Türk düşünürü ve bilgini Farabi'nin asıl adı Mehmet'tir. 870 yılında Türkistan'da Farab'da doğdu. (Bugünkü Kazakistan sınırları içinde bulunan Otrar) Babası kale komutanlarından Mehmet Turfan'dır. Farabi ilk eğitimini memleketinde yaptı. Bir rivayete göre önce İran'a ve sonra Bağdat'a gitti. Farabi Aristo'nun Arapçaya çevrilmiş eserlerini anlaşılması kolay hale getirmiştir. Bundan dolayı Doğulu bilginler kendisine Hace-i Sani, yani ikinci üstat payesi vermiştir. 941 yılında Suriye'ye geçti. Halep ve Şam'da oturdu. 950 yılında Şam'da vefat etti.
Farabi'nin başlıca eserleri: "Ettalim üs Sani" ve "İhsan-ül Ulum" isimlerini taşırlar. Bunlardan ikincisi Arap dilinde yazılan ilk büyük ansiklopedidir.
Farabi içinde yaşadığı toplumda ağırlığını hissettiren din ile felsefe arasındaki çatışmayı siyaset temelinde çözümlemeye çalışmıştır. Çünkü o dönemde siyaset gerek felsefe gerekse dinin, hayatın biricik anlamı olarak belirlediği mutluluğun tek gerçekleşme adresidir.
Farabi'ye göre felsefe birdenbire ortaya çıkan bir disiplin değildir. Felsefe insanlık tarihi boyunca kaydedilen gelişim süreci sonunda, zorunlu, güvenilir bir bilgi vermeyen özellikle mitsel, metaforik açıklamalardan vazgeçilmesi ve akla dayalı, kesin yöntemlerin kullanılmaya başlanmasıyla bağımsız bir disiplin olarak oluşmuştur.
Felsefedeki bütün kuramsal ve pratik uğraşların nihai hedefi, insanı mutlu kılmaktır. Farabi, mutluluk için sırasıyla duyusal, tahayyül ve en üst seviyede kuramsal bilginin elde edilmesini gerekli görür. Farabi, felsefenin genel olarak amacının: "yüce yaratıcıyı bilmek, O'nun hareket etmeyen "Bir" olduğunu, her şeyin etkin sebebinin O olduğunu; O'nun kendi cömertliği, hikmet ve adaleti ile bu aleme düzen veren olduğunu bilmek" olduğunu belirtir.
İSLÂHİYE (GAZİANTEP) SURİYELİ MÜLTECİ KAMPINDA 2 GÜN
İslahiye ilçesinde 1990-93 yılları arasında görev yaparken tanıştığım bir arkadaşımdan yardım telefonu gelmişti. Mesele, ilçeye sığınan Suriyeli mültecilerle ilgiliydi. Büyük yardım kuruluşlarının özellikle sınır boylarındaki mültecilere yardım götürdüklerini, İslahiye genelinde kamp dışında kalan Suriyeli mülteci ailelerle kimsenin ilgilenmediğinden bahisle şunları belirtti
2050 (İKİ BİN ELLİ)
Prof. David Passig
ÖNSÖZ
Peygamber değilim, olmaya da çalışmıyorum; tek isteğim, hepimizin alıştığı kısa vadeli düşünce tarzına meydan okumak. Düşünme tarzımız kısa vadeli olunca yanlışlar yapabilir, bizi uçurumlara sürükleyecek davranışlarda bulunabiliriz. Uzun vadeli düşüncenin bizi hata yapmaktan tamamen alıkoyacağını düşündüğümüz takdirde de yanılırız. Bununla beraber, içinde bulunduğumuz süreçleri anlamamız ve bunların uzun süreli gelişimlerini araştırmamız bizi istenmeyen çukurlara düşmekten kurtarabilir, bir daha ele geçmeyecek olanakları yakalamamızı sağlayabilir.
…
Metodojiler, düzgün ve mantıklı gibi görünmeyen olayları düzene koymayı amaçlarlar; tarihteki düzensizliğin gerisinde eğilimleri ve olayları yönlendiren bir düzen olduğunu varsayarlar.
…Kaderciliği kabul edemeyiz; çünkü kadercilik, özgür iradeye veya insanoğlunun varlığının anlamına dair en ufak bir umuda bile yer vermez.
S,128- Her bilimsel paradigmanın amacının daimi gerçek değil, sadece düşünsel bir model olması gerektiğini unutmamalıyız. Her paradigma iyice incelenmeli ki, daha iyi ve yararlı paradigmalara erişilebilsin.
Bilimsel paradigmanın gerçek amacını unutan bilim adamları var. Bu kişiler bazen bilimin, gerçeğin araştırması olduğunu açıklıyorlar. Bundan büyük bir çarpıtma olamaz. Bilim, gerçeğin değil, paradigmanın araştırılmasıdır; her paradigma, yerini başka paradigmalara bırakır.
……………….
Gezide Kaybolanlar
Musa Üzer
Haksöz Dergisi, Sayı: 168, Temmuz 2013
Gezi Parkı olaylarının üzerinde durulmayı hak edecek birçok boyutu bulunuyor. Kemalizm ile sol-sosyalizmin ittifakının ulaştığı boyut, liberallerin hükümete karşı bu kesimlerle kurduğu işbirliği, ABD’den AB’ye, İsrail’den İran’a eylemleri can-ı gönülden destekleyen güçler, büyük sermaye güçlerinin eylemlerin arkasındayız mesajları, başörtüsü düşmanı ile başörtülünün aynı eylemde yer alması, uydurma ve yalana dayalı ajitasyon ve propagandanın en üst düzeyde kullanımı, gerçeği tersyüz ederek şiddet uygulayanın şiddet mağduru edebiyatını yapması gibi bir çok açıdan konu tartışılabilinir. Bazen bir olayın nasıl algılandığını en iyi dışarıdan bakış yansıtır. Bu bağlamda Gezi Parkı olaylarına Gazze’den Mısır’a, Pakistan’dan Yemen’e, Bosna’dan Afrika’ya dünya Müslümanlarının nasıl baktığı önemlidir. Bütün bu coğrafyamızda en yalın haliyle olay İslam’a ve Müslümanlara karşı şer cephesinin topyekûn harekete geçmesi şeklinde kaygı ve tedirginlikle izlendi. Birçok ülkede Erdoğan’a destek eylemleri yapıldı. Belki de bunların en anlamlısı Kudüs’te Raid Salah öncülüğünde yapılan eylem idi.
Cumhuriyet mitingleri ve 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Abdullah Gül’ün başa gelmesi, aynı dönemde start alan Ergenokon-Balyoz operasyonları ve davalarıyla birlikte şunu gördük. Kemalistler, ulusalcılar ile sol-sosyalistler hızlı bir şekilde söylem ve eylem birliğine girdiler. Aydınlık ve Ulusal Kanal’a yönelik Ergenekon operasyonlarını protesto için İstiklal Caddesinde sol-sosyalist parti ve örgüt liderlerinin öncülüğünde yapılan protesto yürüyüşü ile de olay taçlandırılmıştı. Sol-sosyalistler yaptıkları çözümlemeyle laik Cumhuriyetin kazanımlarının tehlikeye girdiğini ve buna karşı topyekün mücadele edilmesi gerektiğini ortaya koymuşlardı. Bu muhalif cephede de bir kırılma idi. Bütün politikalarını açık bir şekilde İslam düşmanlığı, Müslümanların değerlerine saldırganlık üzerine kurdular. Bu eylemleri yapanlar başörtüsü yasağının kaldırılmasına karşı çıktılar. Nerede bir Müslüman idareci, namaz kılan müdür, öğrenci varsa alçakça bir şekilde haberler yaptılar. Okullarda mescit açılması, İmam-hatip okullarının tekrar açılması, kürtaj düzenlenmesi, okullarda seçmeli Kuran ve Siyer dersleri gibi konularda saldırganlığa varan düzeyde muhalefette bulundular.
Dikkat edilirse bu düzenlemeler, doğrudan kendilerini ilgilendirmediği halde sırf özlerindeki İslam düşmanlığından dolayı karşı çıktılar. En son olarak da Esed/Baas için Türkiye’de eylemler yapıp, Reyhanlı bombalamaları türünden operasyonlarda bulundular. Toplumun büyük çoğunluğunun yani Müslüman halkın sadece bazı taleplerinin siyasal iktidar tarafından karşılanmış olması bile bu çevreleri çıldırtmakta. Buna ilave olarak; askeri vesayete, darbecilere dönük mücadelede kısmen destekleyici pozisyonda bulunan liberal çevreler de tahakküm kurma hevesleri, kibirleri ve kendilerini iktidarın doğal ortağı görme tavrı karşılıksız kalınca son iki yıldır ulusalcı ve sol-sosyalist ittifakla ‘koalisyon görüşmeleri’ne başladılar.
Ülkemiz bu günlerde çok heyecanlı çok çalkantılı bir yol üzerinde ilerlemeye çalışıyor.. Yakın –uzak duygu bütünlüğü yaşadığımız komşularımızda olan (henüz net anlamlandıramadığımız olaylar?!) çalkantımızın ve duygu anaforumuzun biraz daha gerginleşmesine biraz daha sıkıntılı bir düşünce eylemine zemin hazırlıyor gibi. Çevremizdeki alev topu her geçen biraz daha büyümekte ve coğrafyamıza biraz daha yaklaşmakta. . Acil bir bir birlikteliğe ve önemle yakınlaşamaya her zamandakinden daha çok ihtiyacımız olduğu aşikâr.
Gezi Parkı olaylarından sonra düzenlenen "Milli İradeye Saygı Mitingleri"ne katılım ile Darbe ile görevden uzaklaştırılan Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin görevine iadesi için meydanlara dökülüp canını-kanını döken Mısır halkını görünce aklıma meşhur hikâye geldi.
Aslı astarı var mıdır? Bilinmez ama hikâye şöyle;