Stratejik Araştırma Kurulları Çalışmalarından Sorumlu Koordinatör Başkan Yardımcıları | ||
---|---|---|
İslam Ülkeleri Birliği Organları için Mevzuat İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam Ülkeleri Ekonomik İşbirliği İmkanlarını İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam Ülkeleri Savunma ve Savunma Sanayi İşbirliği Ortamını İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam Ülkeleri Ortak Asayiş ve Güvenlik Organizasyonu İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam Ülkeleri Dışındaki Dünya Devletleri Milli Güç Unsurları İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam ülkeleri listesine ulaşmak için tıklayınız
ASRİKA İslam Ülkeleri Konfederasyonuna Bağlı Mutasavver Federatif Bölgelerin Askeri Güç Çizelgesi
1 Ekim de Müdahil sıfatımla Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan 28 Şubat davasına katıldım.
Salonda bir sükûnet hâkimdi ve çoğunlukla sanık yakınları doldurmuştu. 28 Şubatta var olduğu iddia edilen darbe girişimi bizce kesinlikle gerçekti. Peki, öyleyse salon neden mağdur denilen kesimce doldurulamıyordu?
Tarihsel süreci belirleyen değişimlerin hiçbiri geceden sabaha ortaya çıkmaz; bunların her biri uzun soluklu oluşumların sonucudur. Sonuncu değişmenin, tüm sürecin bütününü değiştireceğine dair olaysal tarih bir yanılgıdan ibarettir; keza tarihi değiştiren büyük adamlar efsanesi de bu yanılgıdan kaynaklanmaktadır. Bu açıdan tarihte sihirli anlar, sihirli tarihler yoktur, ama simgesel anlar, simgesel tarihler vardır.Bir sürecin yoğunlaşma noktalarını belirleyen kavşaklar, dönemeçler vardır. Mesela ne Fransız Devrimi 14 Temmuz 1789’da Bastille’in alınmasıyla başlamıştır, ne de Ortaçağ 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethedilmesiyle sona ermiştir. Tüm bunlar aslında kırılmaların simgesel zamanlarından ibarettir. Tarihin farklı dönemlerinde farklı kırılmalar yaşanır. Bunlar zaman ve mekan olgularına göre farklı boyutlarda yaşanır veya etkileri farklı boyutlarda hissedilir. Bu değişim dönemlerinde mikro boyutta fertten başlayarak aile, toplum, şirketler ve makro boyutta devletler etkilenir. Çıkan yeni duruma göre bu unsurlar tabii bir sonuç olarak pozisyon alırlar, almak zorundadırlar ve yeni projeksiyonlarını ve stratejilerini belirleme refleksi içine girerler. Çünkü bu yeni durumu kendileri açısından büyük ölçekte pozitif bir etkiye dönüştürmeleri gerekir.
28 ŞUBAT
YARGI ÖNÜNDE
28 ŞUBAT 1997 OLAYININ KAPSAMLI TANIMI;
Zamanın, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir tarafından “Demokrasiye Balans Ayarı” olarak nitelendirilen, Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak tarafından “Post Modern Darbe” olarak vasıflandırılan 28 ŞUBAT 1997 OLAYI;
Milletin İslâmî inancından kaynaklanan yaşam tarzını, din dışı değerlerin hâkim olduğu Batı Dünyası hayat tarzına dönüştürmek maksadıyla;
Planlamasına 24 ARALIK 1983 ( I. Özal Hükümetinin Güvenoyu aldı) tarihinde,icrasına 18 NİSAN 1993 ( 8. Cumhurbaşkanı Merhum Turgut Özal vefat etti.) tarihinde başlayarak 28 Şubat 1997 tarihinde zirve bulan ve 12 Eylül 2010 ( Anayasa referandumu yapıldı)-(Darbe uygulamasının son bulduğu tarihi, “irtica ile Mücadele Eylem Planı İddianamesinin Ergenekon Davası ile birleştirildiği 05 Nisan 2012 tarihine kadar da uzatabiliriz.) tarihine kadar uygulanan;
Müsait yasal mevzuata dayanılarak, Milletin manevi değerlerini tehdit gören seküler, kavmiyetçi, devletçi ve sol ideoloji sahiplerinin kadrolaştığı, Yüksek Yargı, YÖK, bir kısım Sivil Toplum Kuruluşları, basın ve sermaye sahiplerinin destek ve teşviki ile uygulamasının zirveye ulaştığı dönemdeki Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yüksek Komuta kademesini teşkil eden, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail hakkı Karadayı, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya (ölü), Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi, Jandarma Genel komutanı Orgeneral Teoman Koman ve Milli Güvenlik kurulu Genel Sekreteri İlhan Kılıç liderliğinde; zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in gönüllü ve aktif desteği ile Milli Güvenlik Kurulu kullanılarak ve zayıfkoalisyon Hükümetlerinin sebep olduğu istikrarsız siyasi ortamdan yararlanarak;
Meşru Hükümete, Anayasal düzene, TSK, Yargı ve Milli Eğitim başta olmak üzere devlet bürokrasisinde görevli inancını yaşama gayretinde olan kamu görevlilerine, Üniversite ve orta dereceli okulların İslâmi inancını yaşama gayretinde olan öğretim görevlisi ve öğrencilerine, taraflı basın tarafından yapılan hileli ve kötü niyetli propagandalarla sindirilmiş Milletin manevi değerlerine ve İslami İnancını yaşamak azminde olan fertlerinin temel hak ve özgürlüklerine indirilmiş;
Planlı, hazırlıklı ve SİNSİ BİRASKERİ DARBEDİR.
MALEZYA
HASAN T. KÖSEBALABAN - Özet Alıntılar
(Çoğulculuk ve İslâmî Gelişme Modeli)
COĞRAFYA, NÜFUS VE DİN
Güneydoğu Asya’nın merkezinde yer alan 19 milyon nüfuslu Malezya’yı bir bölünmüşlük ülkesi olarak görmek mümkün. Ülke önce coğrafî olarak ikiye bölünür: Güney Çin Denizi’nin birbirinden ayırdığı Borneo adasında kalan ‘ada’ ve Malaya yarımadasından oluşan ‘yarımada’ Malezyaları. Bu iki bölge arasındaki fark yalnızca coğrafî değildir. Her iki kısımda yaşayan halkı birbirlerinden etnik, dinî ve kültürel faktörler ayırmaktadır. Ayrıca Borneo adasında kalan Sabah ve Sarawak eyaletleri yarımada Malezyası’ndakilerle mukayese edilecek olursa özel bazı imtiyazlara sahiptirler.Bu gerçek, federal hükümet- eyalet ilişkilerinde bazı problemlerin mevcudiyetine de işaret ediyor.
Güneydoğu'da PKK terör örgütünün eylemlere ilk başladığından günümüze ülkemizde binlerce eve ateş düştü. Binlerce şehit verildi. Binlerce Kürt genci kandırıldı, örgüte götürüldü ve öldü. Neden? Bazı hakların verilmesi? Bu haklardan birisi de Kürtçe eğitim, Kürtçenin serbest bırakılmasıdır. Bugünlerde Hükümet tarafından demokratikleşme paketi hazırlanıyor ve açıklanacak. Muhtemelen bu husus ile ilgili bir düzenleme olacak. Ancak benim dikkat çekmek istediğim husus Kürtçe konuşma, Kürtçe şarkı söyleme gibi konularda acı çekenlerin boş yere bu acılara katlanmasıdır. Eurovisiona yıllarca katıldık. Başarısız sonuçlar aldık ve bunu önce siyasete sonra dilimize bağladık ve İngilizce parçalarla yarıştık. Kabul etmek gerekirse İngilizce şu anda bilim dili ve dünyada en yaygın dil. Ancak Anadolu yarımadasının tarihsel ve kültürel değerlerine uymamaktadır. Bugün okullarda İngilizceyi öğretiyoruz. Bilim adamlarımızdan Doçent olmaları için konuşma dilinin dışında garip bir sınav sistemi ile dil puanı istiyoruz. Çünkü İngilizce Dünya dili durumunda. Bugünlerde Türkçe olimpiyatlar vasıtasıyla kendi dilimiz de Dünya dili olma yolunda. Dilimizi unutmamamız en önemli bir husus. Millet olabilmenin en önemli şartlarından birisi de dildir.
İlginçtir; vizyona girdiği dönemde Avrupa’da gösterim için sinema salonu bulamayan, yönetmenliğini Andrew Niccol’un yaptığı, Nicolas Cage’in başrol oynadığı 2005 yapımı “Savaş Tanrısı” adlı filmde uluslararası silah kaçakçısı olan Yuri Orlov (Nicolas Cage) İnterpol ajanı(Ethan Hawke) tarafından gözaltına alındığında aralarında geçen sert diyalogda şöyle der: “Evet benim dünyada akan kanın bir çoğunda ve çıkan savaşlarda payım var, iyi biri olduğumu söyleyemem. Kötüyüm fakat bu işi senin emir aldığın patronların ve onların patronları için; onların resmi yoldan yapamadıklarını onlar için yapıyorum. O yüzden evet ben kötüyüm ama “gerekli kötüyüm…”
“Jeostratejik oyuncular, mevcut jeopolitik durumu değiştirmek amacıyla kendi sınırlarının ötesinde güç ve etki kullanma isteği ve kapasitesi olan devletlerdir.”(Büyük Satranç Tahtası Z. K. Brzezinski - İnkılap-2010) Türkiye etkin dış politikasıyla, gerek bulunduğu medeniyet havzasında ve coğrafyada, gerekse küresel düzlemde, AK Parti iktidarıyla oyundaki satranç taşı olmak yerine satrancın taşlarını yöneten etkin bir oyuncu olma noktasında kararlı adımlar atmaktadır.
Esasında Osmanlı’nın kadim gelenekten aldığı ve kendisinin de geliştirdiği, Türkiye’nin tarihsel hafızası ve mirası olan stratejik pozisyon, elimizde artı değer olarak her zaman bizi, diğer aktörlere karşı üst sırada tutması gerekirdi. Ancak yeni bir rejim olan Cumhuriyetin kurulma sürecinden sonra, gelenekle köprü kurulacağı yerde; tarih felsefesi ve hafıza oluşturmayı reddeden tarihi, radikal bir kırılma yaşanmıştır. Böylelikle de kimlik bilinci yıpranan toplumun tarihi varoluş bilinci tehlikeye atılmıştır. Bunun sonucunda ise, kendi dışındaki düşünceleri ve toplumları dışlayan bir sistem ortaya çıkmış, ortak insanlık bilincinden kopuk ve nihayetinde satranç taşına dönüştürülmüş, tarih dışına itilmiş, edilgen bir toplum kaçınılmaz hale gelmiştir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti hem jeokültürel, hem de jeopolitik sorumlulukları ile tekrar yüzleşmektedir. Elbette bu sorumluluklar, devleti edilgen ve resesif anlayıştan çıkarıp, dominant hale geçişte Türk dış politikasına ağır yükler getirmiştir. Ancak bunun yanında yeni ufuklar ve imkanlar kazandırmış; Jeostratejik zihniyet ve kimliğin yeniden şekillenmesinde de en belirgin unsurlar olarak yerini almıştır.
Son dönemde Türkiye'ye karşı artan hoşnutsuzluk tarih sahnesinde yerimizi yeniden almanın; tekrar organik yapıdan mekanik yapıya geçişin sancılarıdır. Başbakan Erdoğan'dan duyulan rahatsızlık da budur.
1970'li yıllarda Japonya Dışişleri Bakanlığı yapmış Saburo Okita: 'Üniformalı bir ordu, tek ordu biçimi değildir. Bilimsel teknoloji ve iş adamı giysileri ardında gizlenmiş savaşçı ruhumuz bizim yer altındaki ordumuz olacaktır' demişti. Gerçekten de paranın, finansın, teknolojinin, ideolojilerin önüne geçtiği, enerji orijinli güvenlik ve strateji politikalarının oluşturulduğu ve biçimlendiği bir çağda yaşıyoruz. Bununla beraber artık Avrupa merkezli bir kültür hayatı da yok. Çin'in, Hint'in yeniden kendi özgün kültürleriyle yükseldiği; İslam kültürünün büyük bir devinim içine girdiği; Afrika'nın dahi kendini yeniden keşfederek bir Afrika bilinci oluşturmaya çalıştığı, Latin Amerika da dahil bütün bu kültürlerin tekrar kendini keşif dönemi yaşadığı bir yeni süreçten geçiyoruz. Artık hiç biri konstrüktif, edilgen bir kültür ve medeniyet değiller. Geçmişte olduğu gibi etken bir Avrupa kültürünün edilgen dünyayı şekillendirmesi gri alan haline dönüşmüştür.
“İslam, modernliği de aşabilecek hayatiyet ve potansiyele sahiptir. Yeter ki tasavvur, inşa yerine, küreselleşme rüzgârına yamama gafletine düşmeyelim. Bunun için Müslüman dünyanın alternatif bir yol, bir metodoloji, bir proje geliştirmesi kaçınılmazdır.”
Modernlik bir bilinç yenilenmesi olsaydı ve insani ahlak değerlerini üzerinde barındırsaydı; "Dindarlıkla modernliğin iki karşıt kutup üzerine oturtulması doğru değil" tezine elbette itirazımız olmazdı. Modernlik olgusu, temelde bireycilik ve özerk akıl felsefesine dayanır. Özerk akıl ise, insanın düşünme kapasitesinin, sosyal, ekonomik, kültürel alanları kendi kavrayışına göre yeniden kurmasını ima eder. İslami literatürde akıl, insanı hayvandan ayıran, onu dünyadaki en üstün varlık; eşref-i mahlukat yapan bir düşünme yetisidir.
Kamu yönetiminin temel amaçları arasında; vatandaşlarına en iyi koşullarda hizmet verecek bir ortam yaratma, sahip olduğu yetkileri yasalar çerçevesinde hakkaniyet ölçüleri içinde kullanarak adaletli davranma bulunmaktadır. Kamu yönetiminin büyüyen yapısı bu amaçları tam anlamıyla gerçekleştirmesinin önünde engel oluşturabilir. Bu engeller arasında teşkilat yapısı, personelin bilgi seviyesi, davranışları ile yasal düzenlemeler sayılabilir. Amaçların ideal anlamda gerçekleştirilememesi ise hizmetin etkinliğini ve verimliliğini azaltır ve sonrasında halkın nazarında devletle ilgili yanlış algılamalara neden olabilir.