KÜRESEL SİBER VE HİBRİT SAVAŞLARDA HAVA GÜCÜNÜN ETKİSİ
Soğuk Savaş’ın bitişinden sonra uluslararası sistemin güvenlik dinamiklerinin değiştiği herkesin malumu. Yeni dönemde hiçbir devlet nükleer silahları aktif olarak kullanmak istemiyor. Devletler artık, nükleer silahları caydırıcılık ve pazarlık payı olarak etkisini öne çıkarmak için ediniyor dersek yanılmış olmayız. Söz konusu dönemde siber silahlar en etkin dinamik güç olarak askerî, politik ve ekonomik açıdan belirleyici pozisyona geçmiş durumdadır.
Belki de mevcut jeopolitik konjonktürde ve gelecek için yeni bir “Soğuk Savaş” tanımı yapmak gerekmektedir. Çünkü siber silahların kullanımı noktasında karşılıklı, devletleri de aşan küresel bazda restleşmeler devam etmektedir. Siber tehdit daha belirleyici ve belirgin başat güç haline dönüşmüştür. (Bu konuda Julian Assange önemli bir örnektir) Bunun yanında devlet dışı aktörlerin, diğer bir ifadeyle “nükleer terörizmin” ortaya çıkışı devletlerin birbirine olan tehdidinden daha büyük ve riskli bir tehdit olarak sıcaklığını korumaktadır. Bu açıdan geniş bir projeksiyonla baktığımızda aslında bütün devletler küresel varoluşla ilgili birçok tehdit, risk ve rekabetle karşı karşıyadırlar.
Siber dünyanın ilk defa tehdit olarak algılandığı ve farkına varıldığı dönem, Aralık 1994’te Rus birliklerinin Çeçenistan’ın başkenti Grozni’ye girmesinden sonra olmuştur. Ruslar tarafından başlatılan ve kısa süreceği düşünülen bu harekât, ciddi bir Çeçen direnişiyle karşılaştı. Planlanan askeri strateji sahadaki gerçeklerle uyuşmadı ve üstelik Soğuk Savaş sonrasında bir silahlı çatışma ilk defa internet ortamına taşındı. Bu aslında siber savaşın da ilk habercisiydi. Çünkü gerçek dünya yerine tasarlanıp canlandırılan bilim kurgu değil, bizzat çatışma alanından ekrana yansıyan “artırılmış gerçeklik”(Augmented Reality) olarak bütün dünyaya servis ediliyordu. Çeçenler bütün medya imkânlarını kullanarak, bilgi savaşını (İnformation War) son derece etkili bir şekilde kullanarak her şeyden önce psikolojik üstünlük sağladılar. Örneğin Çeçenlerin internete yükledikleri ölü Rus askerlerinin resimleri Rus annelerini çocuklarını kurtarmak için harekete geçirdi. Ruslar geleneksel savaşın dışında oluşan bu siber savaşı algılamakta gecikseler de kısa süre sonra saldırılara karşı alternatif internet siteleri kurarak cevap verme yoluna gittiler. Tekrar etmek gerekirse; bu olay siber alanda gerçekleşen ilk soğuk mücadelenin öncülüğünü yaptı. Aynı zamanda çatışmanın internet ortamına taşınması, psikolojik harekât taktiklerine yeni bir alan açtığı gibi rakiplerin kontrolünün oldukça zor olduğu bir mücadele alanına evrildi. Böylelikle internet sadece bir medya aracı olmaktan öte, rakibe saldıracak ve aynı zamanda alt yapı sistemlerini ve zihni mekanizmalarını zarara uğratacak bir güç alanı haline geldi.
Devletler bazında en son Ukrayna krizinde taktik ve stratejilerini geçmişten ders alarak değiştirmiş olan bir Rusya’nın, geleneksel savaş, gayri nizami savaş ve siber savaşın birbiriyle iç içe geçtiği melez savaş olan “Hibrit Savaş”ına hep birlikte bütün dünya şahit oldu. Bu yeni savaş modeli, hem devlet dışı silahlı örgütler, hem bu taşeron örgütleri besleyen üst akıl yapılar ve hem de jeostratejik bölgelerde hegemonyalarını sürdürmek isteyen devletlere varana değin küresel ölçekte pratize olmuş bir model haline dönüşmüş durumdadır.
Karma savaş olarak da tanımlanabilecek hibrit savaş; konvansiyonel kuvvet ve harekât yöntemleri ile bilgi harekâtının eşliğinde kitle imha silahlarının suç örgütleri tarafından kullanımına varana değin bir boyut kazandı. Hatta şunu belirtmekte fayda var ki; gerek Ukrayna’da gerekse Suriye’de adi suçlardan hapiste olan suçluların dahi yönetimler tarafından hazırlanarak sahaya sürüldüğü de bir gerçek. Benzer bir uygulamayı Amerika’nın Irak’ı işgalinde Saddam’a karşı cezaevlerindeki mahkûmları kullanmasından biliyoruz. Hiç tereddütsüz söylemek gerekirse “Gezi Kalkışması” da küresel emperyalizm tarafından düşük yoğunluklu hibrit savaşın fitilini ateşleme girişimiydi. Böylelikle iktidarı etkisiz hale getirip ya diz çöktüreceklerdi ya da tamamen alaşağı edeceklerdi.
“Savaşı düşman topraklarına taşımak” stratejisi bugün sadece terör örgütleri tarafından uygulanan bir taktik olmaktan çıkmış ve tıpkı Afganistan, Irak vb. örneklerde olduğu gibi hegemonik devletler tarafından da bir politika olarak benimsenmiş durumdadır.
Amerika ve NATO’ya bağlı Batılı devletler yeni yüzyılda hibrit savaşı yeni bir model olarak en son noktasına kadar, yani sonuç odaklı olarak, opsiyonel bütün enstrümanları kullanmada kararlı görünmektedirler. Nitekim geçtiğimiz Mart ayında, Rusya'nın NATO Daimi Temsilcisi Aleksandr Gruşko, NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Komutanı, Amerikalı General Philip Breedlove'un Rusya'yı Ukrayna'da hibrit savaş stratejisi uygulamakla itham etmesini eleştirerek, NATO'nun da hibrit savaş yöntemleri kullandığını söyledi. Gruşko, bu stratejiyi asıl NATO'nun kullandığı vurgusunu yaparak NATO güçlerinin eski Yugoslavya, Irak ve Libya'da bu stratejiye başvurduğunu hatırlattı.
Geleneksel savaşın tamamlayıcı bir unsuru olan “hava gücü” ne değinmek gerekirse; bu manada karma (hibrit) savaşın ana dinamiği ve sonuç alıcı askeri gücü niteliğini kazanmıştır. Hava gücü jeopolitikte en önemli güç haline gelmiştir. Kullanım alanına bağlı olarak da insani yardım, caydırıcılık, hasta ve yaralı nakli vs. gibi alanlarla “soft power” pozisyondadır. Hatta şunu da belirtmeliyiz ki hava gücünün etki ve kapasitesi de uzay gücünü etkin kullanmaya bağlıdır. Keşif, istihbarat ve analiz noktasında tam manasıyla uzay gücü siber güç haline gelmiştir. Bu açıdan bugün NATO da aynı şekilde konsept değişikliğine giderek “yeni hava gücü” konseptine geçmiştir. Katılımcı olarak bulunduğum, Nisan 2015’te İstanbul’da Hava Harp Akademesi’nde gerçekleşen Uluslararası Hava ve Uzay Gücü Konferansı’nda (ICAP’2015) konuşan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk bu söylediklerimizi doğrular tarzda şunları söylemiştir: “NATO ve Koalisyon güçleri tarafından icra edilen birçok harekâtta hava kuvvetleri ilk silah seçeneği, hatta tek askeri seçenek olarak kullanılmıştır.” Aynı konferansta, Körfez Savaşı’nda Çöl Fırtınası Harekâtı komutanlarından Emekli Korgeneral David Deptula (USAF) ise; “IŞİD’e karşı hava kuvvetleri devreye girmese Tıkrit’teki tıkanıklık aşılamazdı. Belli noktalarda herkes taktik değerlendirmeler yapıyor ama hedefleriniz belliyse uygulama da bellidir. Afganistan’da Taliban rejimine yönelik operasyon böyleydi. IŞİD için de böyle. Ama ondan sonrasında bambaşka adımlar atmak gerekiyor…” değerlendirmesinde bulunarak NATO’nun artık devlet dışı küresel teröre karşı hava gücünü sonuç alıcı aktör olarak daha etkin kullanma aşamasına geçtiğini vurguladı.
Libya harekâtında bir kez daha görüldü ki hibrit savaş stratejilerinde hava müdahalesinin hava gücünün sağladığı avantajları daha görünür hale getirmesine sebep olmuştur. Ve böylelikle askerî güç kullanımında hava gücünün sonucu belirleyici en önemli paradigma olduğu anlaşılmıştır.
Bütün bu gelişmeler en mikro düzeyde çip üretiminden, yazılıma, savunma sanayiine kadar uzanan temel stratejik parametrelerin önemini her geçen gün hayat memat meselesi olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bu yüzden entelektüel zekâya ve zihinsel hafızaya olan ihtiyaç gün geçtikçe artmakta, taktik ve stratejiden önce analiz becerisinin yine bu zihinsel alt yapıyla güçlendirilmesi gerçeği bir nevi durumsal farkındalık olarak önümüzde durmaktadır. Konvansiyonel manada milli askerî yatırımların neden öncelendiğini ve öncelenmesi gerektiğini anlamayan ve eleştirenler unutmamalıdırlar ki hava gücü demek aynı zamanda beyin gücü demektir.
Küreselleşmenin farklı bir boyutuna geçildiği bir süreçte ülkeler arasında farklılık ve farkındalık yaratacak ve de aynı zamanda sürdürülebilir rekabet avantajı kazandıracak en önemli argüman hiç kuşkusuz orkestrasyona dayalı entelektüel sermayedir. Elbette bunun yanında en temel tematik yaklaşım da küresel özgünlüğe sahip, yerli teknoloji ve inovatif yaklaşımlar sergileyebilmektir. Bütün bunların sağlıklı yürütülebilmesi için de iyi bir yönetişim, siyasi istikrar ve ekonomik güç şarttır.