Perşembe, 28 Ağustos 2014 00:00

Yeni Dönemde Stratejik Vizyon Arayışları ve Dış Politikanın Hedefleri (28 Ağustos 2014)

Yazan
Öğeyi Oyla
(1 Oyla)

Yeni dünya düzeni insanlığı gayri insani küresel yönetişim biçimlerine doğru sürüklemektedir. Devletler adil ve barışçı bir dünya düzeninin unsurlarını oluşturmak bir yana kendi bağımsızlıklarını muhafaza etme irade ve kabiliyetinden mahrum bırakılmaya çalışılmaktadır. Türkiye bu açıdan bölgede yeni dönemde “değerli yalnızlık” stratejisi izlemek gibi bir lüksü olmadığının bilinciyle hareket etmeli ve tüm coğrafyaya umut aşılayacak stratejik bir konsepte çıtasını yükseltmelidir.                      

Yeni Dönemde Stratejik Vizyon Arayışları ve Dış Politikanın Hedefleri

       Sayın Ahmet Davutoğlu, 2010 yılında basına verdiği bir röportajda Ak Parti hükümetinin yol haritası konusunda özetle şunları söylemişti:

     “2002 yılından bu yana büyük restorasyon dönemi içindeyiz. 1’inci restorasyon Tanzimat’tır. 2’inci restorasyon Cumhuriyet’tir. 3’üncü restorasyon 2. Dünya Savaşı’ndan sonra NATO’ya bağlı güvenlik ağırlıklı restorasyon dönemi. Şimdi ise özgürlük ve Avrupa Birliği ağırlıklı restorasyon dönemi yaşıyoruz. Ekonomide uluslararası ekonomik düzene adapte oluyoruz. Siyasette demokratikleşme sürecindeyiz. Dış politikada da Türkiye söz sahibi oluyor. Bazı reflekslerimiz Abdülhamid, bazıları İttihat ve Terakki, bazıları Atatürk, bazıları İnönü dönemini yansıtıyor. Hepsini bir kalıba sokmak yanıltır. Başka ülkeleri düzen altına alma gibi bir hedefimiz yok. Balkanlarda ne kadar etkiliysek Ortadoğu’da da o a kadar etkili olmaya başladık. Büyük dünya satrancında artık küresel oyuncuyuz. Küresel kurum ve kuruluşların restorasyonunda da söz sahibi olacağız. Dünyada eşitsizliğe karşı mücadelenin liderliğini yapacağız. Güney’in Kuzey’e karşı sesini yükselteceğiz. Küresel eşitsizliklerin sözcüsü Türkiye olacak ve bu açıdan sadece Doğu ve Batı’yı değil Kuzey ve Güney’i de birleştiren ülke olacağız. Üçüncü dünyacı diye itham edenler çıkabilir, biz sadece küreselleşen dünyada Güney’in sözcüsü olacağız…”(26.12.2010- Sabah)

     Geçtiğimiz günlerde yeni Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Ak Parti Genel Başkan adaylığının açıklanması üzerine Davutoğlu yaptığı konuşmada; “Son 12 yılda gerçekleştirilen büyük restorasyon hareketi hiçbir ara ve kesintiye uğramadan devam edecektir.” Açıklaması göstermiştir ki,  yeniden inşacı hamleler, “Yeni Türkiye” sürecinde bireysel yönetişim ve projelerden ziyade Ak Parti iktidarının ve devletin kolektif hareket reflekslerini, proaktif  hale getirecek imkân ve kabiliyetlerini, hedeflenen restorasyonda maksimum hıza ulaştıracaktır.

     Yeni girişim ve yeni atılımların toplumsal özneleri haline gelebilmek için teoriyle pratik arasında mantıklı bir bağlantı kurulması şarttır. Bu ilişki sağlıklı kurulmazsa pratikten, sosyal hayattan, tarihin akışından kopan soyut teorilerin içinde nefes alamayan bir pozisyona düşmek kaçınılmaz olur. Bu açıdan Davutoğlu’nun teorisyen kimliğiyle, sahadaki yani aktif siyasetteki pratiği parti genel başkanlığı ve başbakanlık serüveninde yeni bir boyuta geçecektir. Bu yeni ve aynı zamanda süreklilik arz eden konseptle yola devam edecek yeni kabinedeki kadrolar; sürecin işleyişi açısından, yeni yapısal ve teknik stratejilerin şekillenişini,  Ahmet Davutoğlu’nun altını çizdiği devam eden restorasyon sürecinden elde edeceği projeksiyonlarla kendi görev alanlarına taşımalıdırlar.

     Yeni küresel güç parametrelerinde var olan düzenler tasfiye ve yeniden inşa sürecine girmiş bulunmaktadırlar. Hiç kuşkusuz bunun kümülatif etkisinin en fazla hissedileceği ve hissedildiği yer yaşadığımız coğrafyadır. O açıdan bu süreci kolay atlatabilmek ve oyun kurucu konumda olabilmek için paradigmaların sınırları zorlanmalı hatta onun dışına çıkılmalıdır. Yani kısaca “Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal” duygusu içinde manevra alanlarının genişletilmesi elzemdir.

    Yeni dünya düzeni insanlığı gayri insani küresel yönetişim biçimlerine doğru sürüklemektedir. Devletler adil ve barışçı bir dünya düzeninin unsurlarını oluşturmak bir yana kendi bağımsızlıklarını muhafaza etme irade ve kabiliyetinden mahrum bırakılmaya çalışılmaktadır. Türkiye bu açıdan bölgede yeni dönemde “değerli yalnızlık” stratejisi izlemek gibi bir lüksü olmadığının bilinciyle hareket etmeli ve tüm coğrafyaya umut aşılayacak stratejik bir konsepte çıtasını yükseltmelidir. Oluşacak bu yeni hareket stratejilerinden memnun olanların yanında elbette mutsuz ve rahatsız olanlar da çıkacaktır. Zaten rahatsız oluşlar çıkmıyorsa o zaman bu yeni durumun özgünlüğü tartışılmalıdır. “Yeni Türkiye” fikri, özellikle de konservatif alışkanlıkları sarstığı için, o statükoya ram olmuş zihinleri rahatsız edecektir. Bu proaktif değişime ayak uyduracak aktörler, mutlaka sağlam ve sağlıklı kurumsallaşma temelinde çok seri karar alıp, bunu hızla cari hale getiren bir donanıma sahip olmaları gerekir. Aksi halde inşa süreci retorikten ileri gidemeyecektir.

      İnşa süreçlerinde devamlılık esas olduğu için şunun da unutulmaması gerekir: Kurumsal yapıların kişi endeksli değil, ilke ve prensip endeksli stratejilerle geliştirilmesi ve bunun sağlam zeminlerde gelenekleşmesi gerekir. Sayın Tayyip Erdoğan Türkiye siyasi hayatına bunu kazandırmış bir kişiliktir. Nitekim bir konuşmasında: “Türkiye fânilerle değil, ilkelerle yürümeyi öğrenmeli. Tayyip Erdoğan fanidir, öldü; ne olacak? Öldüğü zaman ne yapılacaksa vatandaşım onu yapsın” diyerek anlayışındaki bu ince nüansı açıkça ortaya koymuştur. Erdoğan’dan sonra Ak Parti’nin başına kimin geçeceği noktasında da oldukça başarılı bir sınav verilmiş,  kamuoyunda “Genel başkan olabilecek kim var?” sorusu hiç sorulmamış ve muhtemel adaylardan kimin partinin başına geçeceği tartışılmıştır.

     Şimdi yeni kabinenin teşkil edilmesinde samimi duygularla bazı çevreler,  Sayın Hakan Fidan’ın MİT müsteşarlığından Dışişleri bakanlığına getirilmesini, MİT’in yenilenen ve 21. yüzyıl vizyonuna uygun hale gelmesinin, paralel yapıyla mücadelenin, barış ve çözüm sürecinin akamete uğrayacağı riskinden dolayı istememektedirler. Hâlbuki az önce belirtiğimiz gibi kişilere endeksli kurumlar kalıcılık arz etmeyen köhnemiş yapılardır. Böyle bir anlayış ve yaklaşım korkulardan ve kaygılardan kaynaklanan sakat bir bakış açısını da beraberinde getirir. Bu tarz bir bakış açısı kurumları durağanlaştırdığı gibi devletin başka üst kurumlarına ivme kazandıracak kişilikleri de bir kuruma sabit kılarak körelmesine neden olur. Bu yüzden Hakan Fidan’ın defacto olarak tecrübe ve deneyimlerini bürokratlığın ötesine çıkararak aktif dış siyasete taşımasının mutlaka önünün açılması gerekir. İnanıyorum ki Hakan Fidan, bölgesel ve küresel güç haline getirdiği Milli İstihbarattaki dinamizminin üzerine aktif sinerji de katarak Davutoğlu’nun kuracağı hükümetin dış politikasına yepyeni bir vizyon kazandıracaktır. Kaldı ki MİT’te kalması mı yoksa Dışişleri Bakanı olması mı ülkeye daha pozitif katkı sağlar bu da enine boyuna düşünülmeli ve tartışılmalıdır. Paralel yapının içerideki unsurlarının, ana arterleri olan İsrail ve ABD’deki neo-conlardan aldığı destek köreltilmeden bertaraf edilmesi mümkün görünmemektedir. Bu mücadelede siyasi kimliğin bürokrat kimlikten daha rahat ve etkili olacağından hiç kuşku yok. Zira paralel yapının mümkün olan her ortamda sözde “Selam-Tevhit” örgütüyle Fidan arasında bağ olduğu algısı üzerinden yeni operasyonlar peşinde oldukları da unutulmamalıdır. Hakan Fidan’ın, Ak Parti’nin 12 yıldır devam eden iktidar yolculuğunda, TİKA’dan başlamak üzere oynadığı rolü, konstrüktif konumda değil aksine dominant bir kişiliğe ve birikime sahip potansiyeliyle okumak gerekir. Bu ara geçiş döneminde olmasa bile 2015 seçimlerinden sonra Dışişlerinin dümenine geçmesi gereken en önemli isim, tartışmasız Hakan Fidan olmalıdır.  

     Ak Parti’yi ve Türkiye Cumhuriyeti devletini asıl 2015 seçimlerinden sonra Sayın Abdullah Gül’ün de kadroya muhtemel katılımıyla çok önemli günler bekliyor.

Okunma 3519 defa Son Düzenlenme Perşembe, 28 Ağustos 2014 11:28
Hüseyin Caner AKKURT

Araştırmacı-Yazar

Yorum eklemek için giriş yapın