ASSAM'ın 4 yönetim organının yanı sıra 4 tane ana kurulu bulunmaktadır.
1) Yüksek İstişare Kurulu
2) Stratejik Araştırma Kurulları
3) İlmi Etüd ve Akademik Değerlendirme Komisyonu
4) Yayın Kurulu
Stratejik Araştırma Kurulları altında da 8 kurul ve bu kurullarında çeşitli sayılarda araştırma masaları bulunmaktadır.
Stratejik Araştırma Kurulları Çalışmalarından Sorumlu Koordinatör Başkan Yardımcıları | ||
---|---|---|
Akademik Kurul Çalışmalarından Sorumlu Koordinatör Başkan Yardımcısı
27 Ocak 2012
Kafilemizi Kudüs-ü Şerif'e götürecek uçak İstanbul'dan 06.00'da havalanacak. 04.00'da havaalanında olmamız gerekiyor. Perşembe günü Musa Özdemir'le Ankara'dan hareket ettik. İstanbul, yoğun trafiği, homurtulu kolları, çirkin ve azgın gökdelenleri, muhafazakâr yöneticileri eliyle mahvedilen tarihî dokusuyla karşıladı bizi. İstanbul'un sesi kısıktı, vicdanı yaralıydı. Şehirden metropole dönüşen bedenini tanıyamamanın şaşkınlığı, bağrından fışkıran urlarla baş edememenin hüznüyle. Uzunca zamandır görmediğim arkadaşları ziyaret fırsatı buldum. Karşılıksız selâmlar verdim. Küçük sohbetlere koyulduk, çeksiz senetsiz, ihalesiz, komisyonsuz...
Son olarak Mısır’da baş gösteren olaylar başta olmak üzere dünyanın her tarafında Müslümanlar bir şekilde zulme uğramaktalar.
Üstelik bu olaylarda muktedir olanlar Siyonizm başta olmak üzere İslam karşıtı olan din ve toplumlara bir nevi taşeronluk yapmaktadırlar. Bunların başında da Suudi Arabistan gelmektedir.
Suudların darbeci kesimlere destek olmaları ve zulme taraftar olmaları, İslâm âlemini derinden yaralamaktadır. Bunun temelinde İslam âleminin kıblegâhı ve hac ibadetinin merkezi olan Kâbe’nin de bulunduğu mukaddes toprakların Suudi Arabistan’da olması yatar.
Bu vurdumduymazlık ve geleceği okuyamama tavrı mazlum birçok Müslümanın şehadetine sebep olmaktadır. Üstelik İslam âleminin Halifeden mahrum olması da bu mahzunluğu bir kat daha artırmaktadır.
Bu çalışmada Gönüllülük ve Afet Yönetimi konusu ele alınmış, Türkiye'de oluşan gönüllülük algısı, gönüllülük işlevinin yerine getirilmesinde yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri ile Sivil Toplum Kuruluşlarının kavramsal ve afet yönetimine olan katkıları araştırılmıştır. Konunun daha iyi anlaşılması için derinlemesine mülakat yöntemiyle bu alanda faaliyet gösteren STK ve ilgili Kamu Kurumlarının yaklaşımları dikkate alınmıştır. Ortaya çıkan sonuçlar; Türkiye'de gönüllülük konusunda yeterince oluşmuş bir algının henüz oluşmadığı ve bu işlevden yararlanılamadığı vurgulanmış, bu durumun nedenleri ortaya konulmuştur. Bu bağlamda eğitim eksikliğinden gönüllü kuruluşların akreditasyon sorunlarına, uygulamadaki diğer yasal sorunlardan, devletin gönüllülüğü desteklemede yeterli çabayı yeterince gösteremediğine kadar birçok konuda tespitler yapılmıştır. Türkiye'de afet yönetimi alanında gönüllülüğün daha aktif ve sonuç odaklı kullanılması için ortaya çıkan aksaklıkların çözümü konusunda çeşitli öneriler sunulmuştur. Bu öneriler ayrıntılı olarak bu çalışmada yer almaktadır.
5 Ağustos 2013 Pazartesi
Sahurdan sonra toparlanarak 08.05’de Ankara’dan İstanbul’a aktarmalı gelip 10.25 uçağı ile Sarajevo (Saraybosna)’ya uçuyoruz. Eşim ve küçük kızımla. İstanbul Sarajevo uçakla bir buçuk saat. Havaalanına yakın Ilidza (Ilıca) bölgesinde büyük kızımın evinde kalacağız. Kızım, İlim Yayma Cemiyeti’nin kurduğu Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS)’nde okuyor. Eşi de aynı üniversitede öğrenci ve turizm rehberliği yapıyor.
2050 (İKİ BİN ELLİ)
Prof. David Passig
ÖNSÖZ
Peygamber değilim, olmaya da çalışmıyorum; tek isteğim, hepimizin alıştığı kısa vadeli düşünce tarzına meydan okumak. Düşünme tarzımız kısa vadeli olunca yanlışlar yapabilir, bizi uçurumlara sürükleyecek davranışlarda bulunabiliriz. Uzun vadeli düşüncenin bizi hata yapmaktan tamamen alıkoyacağını düşündüğümüz takdirde de yanılırız. Bununla beraber, içinde bulunduğumuz süreçleri anlamamız ve bunların uzun süreli gelişimlerini araştırmamız bizi istenmeyen çukurlara düşmekten kurtarabilir, bir daha ele geçmeyecek olanakları yakalamamızı sağlayabilir.
…
Metodojiler, düzgün ve mantıklı gibi görünmeyen olayları düzene koymayı amaçlarlar; tarihteki düzensizliğin gerisinde eğilimleri ve olayları yönlendiren bir düzen olduğunu varsayarlar.
…Kaderciliği kabul edemeyiz; çünkü kadercilik, özgür iradeye veya insanoğlunun varlığının anlamına dair en ufak bir umuda bile yer vermez.
S,128- Her bilimsel paradigmanın amacının daimi gerçek değil, sadece düşünsel bir model olması gerektiğini unutmamalıyız. Her paradigma iyice incelenmeli ki, daha iyi ve yararlı paradigmalara erişilebilsin.
Bilimsel paradigmanın gerçek amacını unutan bilim adamları var. Bu kişiler bazen bilimin, gerçeğin araştırması olduğunu açıklıyorlar. Bundan büyük bir çarpıtma olamaz. Bilim, gerçeğin değil, paradigmanın araştırılmasıdır; her paradigma, yerini başka paradigmalara bırakır.
……………….
SURİYE’YE YAPILACAK ASKERÎ HAREKÂTTA
ABD MENFAATLERİ
Suriye’de Kimyasal Silahı kim kullanmış olabilir?
Suriye’de “kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığını araştırmak” üzere teşkil edilen Birleşmiş Millet Heyetinin Şam’da bulunduğu sırada, 21 Ağustos 2013 tarihinde, Şam’ın Guta Banliyösünde 1400 kişinin ölümüne ve 3600 kişinin yaralanmasına sebep olan bir saldırı gerçekleşmiştir.
Suriye Muhalefetinden ve bazı diğer batı kaynaklarından, ölüm ve yaralanmalara kimyasal silahların sebep olduğu iddia edilmektedir.
Seri ölümler, yaralamalar ve maktullerin basına yansıyan ölüm şekilleri ve cansız bedenleri dikkate alındığında sinir gazı kullanıldığına kesin gözü ile bakılmaktadır. BM Gözlemcilerinin ayrıntılı incelemeleri sonucunda, kimyasal silah kullanıldığı kesinleşebilecektir.
Ancak bu silahın kimin tarafından kullanıldığının doğru tespitinin yapılacağı kuşkuludur.
BM heyetinin Şam’da bulunduğu sırada, Beşşar Esed’in kimyasal silah kullanması mantıklı görünmüyor.
Muhalefet tarafından kullanılması da, hem bu silaha sahip olmamaları, hem de zarar görenler kendi taraftarları olduğu için, söz konusu olmamalıdır.
Suriye’deki savaşanlar dışındaki bir güç tarafından kullanılmış olması ise, eğer bu kargaşadan büyük menfaatler sağlayarak çıkma imkânı verecekse, mümkün olabilir diye düşünmek gerekir kanaatindeyim.
Gezide Kaybolanlar
Musa Üzer
Haksöz Dergisi, Sayı: 168, Temmuz 2013
Gezi Parkı olaylarının üzerinde durulmayı hak edecek birçok boyutu bulunuyor. Kemalizm ile sol-sosyalizmin ittifakının ulaştığı boyut, liberallerin hükümete karşı bu kesimlerle kurduğu işbirliği, ABD’den AB’ye, İsrail’den İran’a eylemleri can-ı gönülden destekleyen güçler, büyük sermaye güçlerinin eylemlerin arkasındayız mesajları, başörtüsü düşmanı ile başörtülünün aynı eylemde yer alması, uydurma ve yalana dayalı ajitasyon ve propagandanın en üst düzeyde kullanımı, gerçeği tersyüz ederek şiddet uygulayanın şiddet mağduru edebiyatını yapması gibi bir çok açıdan konu tartışılabilinir. Bazen bir olayın nasıl algılandığını en iyi dışarıdan bakış yansıtır. Bu bağlamda Gezi Parkı olaylarına Gazze’den Mısır’a, Pakistan’dan Yemen’e, Bosna’dan Afrika’ya dünya Müslümanlarının nasıl baktığı önemlidir. Bütün bu coğrafyamızda en yalın haliyle olay İslam’a ve Müslümanlara karşı şer cephesinin topyekûn harekete geçmesi şeklinde kaygı ve tedirginlikle izlendi. Birçok ülkede Erdoğan’a destek eylemleri yapıldı. Belki de bunların en anlamlısı Kudüs’te Raid Salah öncülüğünde yapılan eylem idi.
Cumhuriyet mitingleri ve 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Abdullah Gül’ün başa gelmesi, aynı dönemde start alan Ergenokon-Balyoz operasyonları ve davalarıyla birlikte şunu gördük. Kemalistler, ulusalcılar ile sol-sosyalistler hızlı bir şekilde söylem ve eylem birliğine girdiler. Aydınlık ve Ulusal Kanal’a yönelik Ergenekon operasyonlarını protesto için İstiklal Caddesinde sol-sosyalist parti ve örgüt liderlerinin öncülüğünde yapılan protesto yürüyüşü ile de olay taçlandırılmıştı. Sol-sosyalistler yaptıkları çözümlemeyle laik Cumhuriyetin kazanımlarının tehlikeye girdiğini ve buna karşı topyekün mücadele edilmesi gerektiğini ortaya koymuşlardı. Bu muhalif cephede de bir kırılma idi. Bütün politikalarını açık bir şekilde İslam düşmanlığı, Müslümanların değerlerine saldırganlık üzerine kurdular. Bu eylemleri yapanlar başörtüsü yasağının kaldırılmasına karşı çıktılar. Nerede bir Müslüman idareci, namaz kılan müdür, öğrenci varsa alçakça bir şekilde haberler yaptılar. Okullarda mescit açılması, İmam-hatip okullarının tekrar açılması, kürtaj düzenlenmesi, okullarda seçmeli Kuran ve Siyer dersleri gibi konularda saldırganlığa varan düzeyde muhalefette bulundular.
Dikkat edilirse bu düzenlemeler, doğrudan kendilerini ilgilendirmediği halde sırf özlerindeki İslam düşmanlığından dolayı karşı çıktılar. En son olarak da Esed/Baas için Türkiye’de eylemler yapıp, Reyhanlı bombalamaları türünden operasyonlarda bulundular. Toplumun büyük çoğunluğunun yani Müslüman halkın sadece bazı taleplerinin siyasal iktidar tarafından karşılanmış olması bile bu çevreleri çıldırtmakta. Buna ilave olarak; askeri vesayete, darbecilere dönük mücadelede kısmen destekleyici pozisyonda bulunan liberal çevreler de tahakküm kurma hevesleri, kibirleri ve kendilerini iktidarın doğal ortağı görme tavrı karşılıksız kalınca son iki yıldır ulusalcı ve sol-sosyalist ittifakla ‘koalisyon görüşmeleri’ne başladılar.
Pakistan, Güney Asya bölgesinde Hindistan'dan bölünerek 1947 yılında bağımsız bir İslam ülkesi olmuştur. İngiliz sömürgesinde Hindistan ile birlikte olduğu dönemlerde, dünyada etkin olan İngiliz kültürü dolayısıyla eğitimini ülke dışında tamamlayan ve bilimadamı yada entellektüel kimliğe sahip müslüman beyin takımı; ülkeleri Pakistan'ın bağımsızlık mücadelesinde, sahip oldukları elit hayat standardını vatanları için terk ederek tersine beyin göçünü gerçekleştirmişlerdir(1)
Ülkemiz bu günlerde çok heyecanlı çok çalkantılı bir yol üzerinde ilerlemeye çalışıyor.. Yakın –uzak duygu bütünlüğü yaşadığımız komşularımızda olan (henüz net anlamlandıramadığımız olaylar?!) çalkantımızın ve duygu anaforumuzun biraz daha gerginleşmesine biraz daha sıkıntılı bir düşünce eylemine zemin hazırlıyor gibi. Çevremizdeki alev topu her geçen biraz daha büyümekte ve coğrafyamıza biraz daha yaklaşmakta. . Acil bir bir birlikteliğe ve önemle yakınlaşamaya her zamandakinden daha çok ihtiyacımız olduğu aşikâr.
Gezi Parkı olaylarından sonra düzenlenen "Milli İradeye Saygı Mitingleri"ne katılım ile Darbe ile görevden uzaklaştırılan Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin görevine iadesi için meydanlara dökülüp canını-kanını döken Mısır halkını görünce aklıma meşhur hikâye geldi.
Aslı astarı var mıdır? Bilinmez ama hikâye şöyle;