Pazartesi, 17 Kasım 2014 00:00

Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi Temelinde Üst Aklın Gerekliliği

Yazan
Öğeyi Oyla
(1 Oyla)

"...Partiler, hükümetler ve sürece dahil olan örgütler kendi tabanlarına yönelik konjönktürel tazyiklerden kaynaklanan, popülizme kayan diskurlar ve politikalar geliştirse de STK’ların ve medyanın bu popülist yaklaşımlardan uzak, süreci güçlendirecek farklı prezantasyonlarla sürecin devamlılığı için sinerji oluşturmaları gerekir. Böylelikle inisiyatif alan taraflara farklı lokasyonlar sunularak belirlenen yol haritasının nihai olmadığını ve nihai olacak olanın kalıcı barış olduğu hatırlatılmış olur..."

Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi Temelinde Üst Aklın Gerekliliği

Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi temelinde başlatılan barış süreci, Kobani bahanesiyle başlatılan 6-8 Ekim olayları sonrasında arzu edilmeyen kırılmalara sebep olsa da toplumun büyük kesimince sürdürülebilir olarak görülmeye devam etmektedir.

Ak Parti’nin 2010 yılında “Demokratik Açılım Süreci” başlığıyla yayınlamış olduğu kitapçıkta duyarlılıklar açısından asayiş mantığına dayalı, bürokratik otoriter devlet anlayışından, uzun vadede sorunları derinleştirdiği gerçeğinden hareketle kaçınılacağı vurgulanmış ve işleyen süreç içerisinde makro ölçekte buna özen gösterildiği kamuoyuna ispatlanmıştı. Bu çerçevede oluşturulan Akil İnsanlar Heyeti; toplumsal hassasiyetleri belirleme, demokratik açılım ve çözüm süreciyle ilgili kamuoyunu bilgilendirme açısından çok önemli bir işlev üstlendi ve bu işlevi uzun zaman sürdürmesi gerekecektir. Dünya ölçeğinde farklı coğrafyalarda sürdürülen barış süreçlerine bakıldığında aslında Türkiye’de başlatılan bu sürecin daha başlangıç aşamasında olduğunu söylememiz abartı sayılmaz. Fakat bu işe aklı yatmayan ya da yetmeyen her iki kesimden bazılarına barış sürecinin sağlam zeminlerde ilerlediğini gösterme ve kabullendirme noktasında dünyadaki benzerlerine göre daha hızlı ve önemli adımların atıldığı söyleyerek hakkını teslim etmemiz gerekir.

Dünyanın farklı yerlerinde yönetimlerle ya da rejimlerle çatışma halinde olan örgütlerin varlık sebepleri farklı zeminlere otursa da barış süreçleri açısından benzerlikler göstermektedir. Filipinler’de yaklaşık 40 yıldır orduyla Moro İslami Kurtuluş Cephesi(MİLF) gerillaları arasında 120 bin kadar insanın hayatını kaybettiği bir savaş yaşanmıştı. Taraflar 17 yıldır kesintili de olsa savaşı sonlandırmak için müzakere yürütüyor. 2015 sonlarında nihai bir sözleşme imzalanacağı söyleniyor. Türkiye de, Filipinler ile Moro İslami Kurtuluş Cephesi arasında devam eden ve anlaşmaya varılan bu barış görüşmelerinde etkin bir rol üstlenmişti. Nitekim Endonezya’da Özgür Açe Hareketi 1976 yılından bu yana yönetimle çatışma halindeydi. Sürdürülen müzakereler sonucunda örgüt lideri İrvandi Yusuf, “silah kullanmama kararı aldık ve bundan sonra siyasi yollarla mücadele edeceğiz” şeklinde rotasını açık bir şekilde ilan etmişti. Kuzey İrlanda deneyiminde de görüldüğü gibi barış görüşmeleri yıllarca sürmüş 1994’te resmen başladığı kabul edilen barış süreci, IRA’nın 2005’te silah bırakmasıyla neticelenmişti. 1981’de Kuzey İrlanda’dan bağımsız milletvekili olarak İngiltere Parlamentosu’na giren Bobby Sands’in cezaevinde açlık grevinde ölümü çatışma sürecinin önemli dönüm noktalarından biri olarak görülmelidir. Bu ölümden sonra IRA yanlıları siyasal sürece yoğun bir şekilde dahil oldu ve yasal partileri olarak Sinn Fein kuruldu. IRA destekçilerinin yeni sloganı ise “bir elimizde seçmen kartı, diğerinde silah” şeklindeydi. Sinn Fein Partisi’nin lideri Gerry Adams, 1983’te milletvekili seçilerek İngiltere Parlamentosuna girdiği dönemden 1997’de Tony Blair’in başbakan olmasına kadar geçen dönemde zaman zaman IRA ile görüşmeler gerçekleşse de, özellikle Thatcher’ın “teröristlerle müzakere yapılmaz ve görüşmenin ön şartı IRA’nın silah bırakmasıdır” tarzı yaklaşımı olabilecek her türlü görüşmenin önünü kesmiştir. 1997’de Tonny Blair’in başbakan olması Kuzey İrlanda sorunu açısından dönüm noktası olmuştur. Blair, önceki hükümetlerin aksine hiçbir ön şart koymadan Gerry Adams’la görüşmüş ve kendi açısından politik risk alarak IRA’nın “yasal kolu” Sinn Fein’i barış sürecine dahil etmiştir. Elçin Aktoprak’ın tabiriyle bir nevi mesihçilik oynayarak sorunu çözmekte kararlı bir tavır sergilemiştir.

Aynı şekilde barış süreçlerinde, ETA’nın 43 yıllık çatışma sürecinden sonra 2011’de silah bıraktığını açıklamasının altında yatan sosyolojik faktörler önemli bir yer tutmaktadır. BASK bölgesindeki halkın büyük bir bölümü 1990’larda sokaklara çıkarak “Basta Ya!” (Artık Yeter) hareketini oluşturdu ve bu eylemlerde ETA’nın şiddet eylemlerini bitirmesi istendi. Bu taban hareketi bütün İspanyol kamuoyunu derinden etkiledi. Bizde de, PKK’nın dağ kadrosuna katılan çocukların annelerinin, nam-ı diğer “Barış Anneleri”nin  başlattığı “Barış gelsin, çocuklarımız eve dönsün” “Çocuklarımızı geri istiyoruz” şeklinde sloganlarla öne çıkan oturma eylemleri yeterli olmamasına rağmen beraberinde birçok adımın atılmasına öncülük etmiştir. STK’lar bölge farkı gözetmeksizin sürecin sürdürülebilirliğine yönelik benzeri toplumsal eylemleri hayata geçirdikleri taktirde yangına su taşıyacaklarını unutmamalıdırlar.

Dünyada benzer müzakere süreçlerinden daha birçok örnek vermek mümkün. Fakat burada asıl amacımız bu süreçlerin kısa zaman dilimlerinde gerçekleşerek hemen sonuç alınmadığını, hatta müzakereler devam ederken bir taraftan da zaman zaman çatışmaların devam ettiğine dikkat çekerek Türkiye’de süren “Demokratik Çözüm Süreci”nin henüz başlangıç aşamasında olduğuna işaret etmektir.

Demokratik çözüm süreciyle ilgili bir takım yol kazalarına rağmen belirlenen yol haritasında ilerlemesini sürdürülebilir kılmak için devletin ve PKK’nın bütün unsurlarının yani Öcalan’ın, Kandil’in ve yasal kolu olan HDP’nin takınacağı politikaların öneminin yanında STK’ların ve bunun yanında medyanın da rolünü görmezden gelmek mümkün değildir. Partiler, hükümetler ve sürece dahil olan örgütler kendi tabanlarına yönelik konjönktürel tazyiklerden kaynaklanan, popülizme kayan diskurlar ve politikalar geliştirse de STK’ların ve medyanın bu popülist yaklaşımlardan uzak, süreci güçlendirecek farklı prezantasyonlarla sürecin devamlılığı için sinerji oluşturmaları gerekir. Böylelikle inisiyatif alan taraflara farklı lokasyonlar sunularak belirlenen yol haritasının nihai olmadığını ve nihai olacak olanın kalıcı barış olduğu hatırlatılmış olur.

Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’nin yürümesi ve toplumsal barışla sonuçlanması için yola çıkan ve bu uğurda politik geleceğini riske etmekten kaçınmayan, hatta “bu uğurda canımı ortaya koydum” diyen bir Cumhurbaşkanı profili varken pesimist bir ruh haline bürünmek sürece hiçbir pozitif katkı sağlamayacağı gibi kırılganlığı da arttıracaktır. İnşa süreçleri çatışma süreçlerinden mutlaka daha çetin şartlar içerir. Bu çetin şartlar içinde gemiyi selamete çıkarmak elbette kolay görünmemektedir. Fiziksel inşa kolaydır fakat bazı şeylerin insanların kafalarında ve kalplerinde tamirinin çok daha fazla zaman alacağı unutulmamalıdır. Bunun için belki de birkaç kuşağın değişmesi ve çatışma sürecini hiç yaşamamış kuşakların beklenmesi gerekecektir. Üstelik neredeyse 40 yıllık süren çatışmanın ardından şiddetin hemen birkaç senede bıçak gibi kesilmesini, her şeyin süt liman olmasını bekleyemeyiz.

Necip Fazıl’ın “Çatık kaş, hükümet dedikleri zât” dediği gibi devletin egemenlik erki, kırılganlık yaşanan evrelerde doğası gereği kaşlarını çatacaktır. Ancak, sivil inisiyatifin, son zamanlarda belirginleşen böyle bir orijinden bakması ve devletle birlikte kaşını çatarak pozisyon alması sağlıklı ve ilkeli bir yaklaşım değildir. Bu yaklaşımı körükleyen, toplumu buna teşne eden, hükümetin asayiş politikalarını yanlış okuyan ve şımarık çocuk psikozuna kapılan HDP ve PKK da öz savunma yerine öz eleştiri yaparak barış iklimi için kendi niyetlerini, neyi hedeflediklerini oturup sorgulamalı ve kamuoyunu samimiyetlerine inandırmak için, provakatif duruş sergilemekten geri durmalıdırlar. Cemil Bayık’ın daha sürecin başında olunmasına rağmen, süreci izlemek üzere bir izleme komitesi kurulmasını yani  “Üçüncü Göz”den bahsetmesi iyi niyetli ve çözüm odaklı yaklaşımdan ziyade süreci zora sokacak, kendince hükümetin elini zayıflatacak ve uluslararası düzlemde köşeye sıkıştıracak, samimiyetten uzak stratejik hamlelerden başka bir şey değildir. Türkiye’de terörün sonlanması için başlatılan bu sürecin daha başlangıcında Ak Parti hükümetinin anti-apartheid bir yaklaşımla sorunu çözmek için yola çıktığı bilinirken üçüncü bir gözden bahsetmek, yol haritasını işlevsiz hale getirerek kozları küresel hegemonya eline vermek demektir. Aslında Kandil’in istediği şey küresel aktörlerin kontrolünde “Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu” talebidir. Kaldı ki böyle bir komisyon ortak konsensüsle ileriki aşamalarda düşünülebilir, ancak zamanlama açısından bölgenin kırılgan ve geçirgen bir döneminde gündeme getirilmesi oldukça manidardır ve bu komisyon kurulacaksa da mutlaka yerli unsurlardan müteşekkil olmalıdır. Kuzey İrlanda barış müzakerelerinde tarafların talebiyle sürece arabulucu olarak dahil olan ABD’li senatör George Mitchell benzer süreçlerden geçen her ülkeye uygulanabilir, bir hazır barış planının mümkün olmadığını belirterek şöyle diyor: “Her çatışma kendine özgüdür ve hepsinin koşulları farklıdır. Hepsine uyan tek bir formül bulmak doğru değildir ve hepsi kendi tarihi bağlamında kendi özgünlükleri üzerinden değerlendirilmelidir. Türkiye’nin kendine has koşulları var. Bazı durumlarda uluslararası katılım yardımcı olabilir, bazılarındaysa olmayabilir… Şiddet sürse de politik liderliğin güçlü, cesur olması gerekir ve şüphelere rağmen müzakerelere devam etmelidir.”

Bütün bu deneyimler dikkate alındığında kaptan köşkünde komutayı elinde bulunduran Ak Parti hükümeti süreçle ilgili asla tavır değişikliğine gitmemeli bölgedeki yeni pozisyonların barış sürecini etkilememesi için en etkin izolasyon malzemelerini kullanmayı sürdürmelidir. Yaklaşık 40 bin kişinin ölümüne neden olan Sri Lanka ve Tamil Kaplanları örneğinde olduğu gibi, hükümetten gelecek tavır değişikliği ve uluslararası gelişmelerin süreci etkisi altına alması, hiç kuşkusuz tedavinin kangrene dönüşmesine neden olacaktır. Bu yüzden mümkün olduğunca sürece katkı sağlayacak grupların ve görüşlerin muhatap alınarak geniş açılı bir projeksiyonla yol almaya devam edilmelidir.

Milli Birlik ve Kardeşlik Projesini akamete uğratmak isteyen mekanizmanın başında bir “üst akıl” olduğu muhakkak. Ancak tarafların sorunu çözmek üzere yola çıktıklarındaki iradeleri neyse, şimdi de aynı iradeyle yol almaları gerekmektedir ve bu kararlılığı ortaya koyacak bir “üst akıl” da mutlaka bu devlette vardır.

Okunma 3744 defa Son Düzenlenme Pazartesi, 17 Kasım 2014 20:40
Hüseyin Caner AKKURT

Araştırmacı-Yazar

Yorum eklemek için giriş yapın