Tuesday, 31 January 2023 12:06

İsveç'in NATO Üyeliği ve Menfur Saldırıların Analizi

Written by
Rate this item
(1 Vote)

Son günlerde, İsveç başta olmak üzere, bazı kuzey Avrupa ülkelerinin vatandaşları tarafından Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim ve Türkiye Cumhurbaşkanı hedef alınarak tahrip - tahkir ve küfürler, hakaretler edildiği medyaya yansıyor. Duyarlı samimi her bir Müslümanın bu durumdan büyük bir acı ve üzüntü duymaması mümkün değildir. Allah’ın laneti, münkirlerin üzerlerine olsun!
Çoğunlukla İsveç ve Almanya’da yerleşen bölücü örgüt militanlarından ve sempatizanlarından İsveç’tekiler; her fırsatta ülkemize bayrağımıza ve devletimize, Cumhurbaşkanımıza çirkin saldırılarda bulunmaktadırlar. İsveç hükümetleri ülkede yerleşik bölücü terör örgüt mensuplarını Türk yargısına teslim etmekten kaçınmakta, milli ve manevi değerlerini çiğnemesine göz yummakta ve hatta teşvik etmektedir.

Önce domuz suratlı bir münkir, İsveç’e gelerek kendisi gibi İsveçli ırkçıların yardımıyla, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’i yakmıştı. Kur’an-ı Kerim'i yakan Danimarkalı ırkçı parti lideri Rasmus Paludan'ı eylemi sırasında İsveç Polisi himaye etti. Rasmus Paludan'ın İsveç hükümetinden aldığı izinle, Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’ân-ı Kerimi yakmasına tüm Müslümanlardan tepki yağdı. Rus devlet televizyonu moderatörü dahi yapılan bu çirkin davranışa tepki gösterdi.
Hemen arkasından Hollandalı bir diğer ırkçı İslam düşmanı manyak, Edwin Wagensveld Kur’an’ı kameralar önünde yırtarak ayaklar altına attı. Türkiye Dışişleri Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı, İsveç’ten sonra, Hollanda’da Kur’an-ı Kerim’e yönelik saldırgan eylemi kınadı.

Batıda Müslümanlara (Türklere) Karşı Aşırı Nefret Hissinin Sebepleri Neler Olabilir? Avrupa’da Türklerin Etkisi
Avrupa’da ve hatta dünya genelinde Müslüman demek TÜRK demek; Türk demek, Müslüman demektir. 1463-1464 yılları arasında Fatih Sultan Mehmed komutasındaki Osmanlı ordusunun Bosna’yı fethinin ardından, Bosnalılar arasında İslamiyet hızla yayılmaya başlamış ve bununla beraber 415 yıl Türk hâkimiyetinde sırasıyla “Rumeli Eyaleti” ve “Bosna Eyaleti” olarak idare edilmişlerdir. Hristiyanlığın (teslis- üçleme, yani Baba – Oğul Ruhul Kudüs şeklinde ifade edilen) diğer mezheplerinden ve Boşnakların diğer güney Slavlarından farklı olarak İslam’a girmeden önce de tek Allah inancına sahip Bogomil mezhebinde olmaları hasebiyle, tarihleri boyunca diğer güney Slavları Ortodoks Sırp ve Katolik Hırvatların katline, zulmüne maruz kaldılar. Bu nedenle, Türkleri kendilerini adeta bir kurtarıcı gibi gördüklerinden onlarla pek çatışmadan Müslüman oldular. Boşnakların, kitle halinde kolayca Müslüman olmalarından sonra, Osmanlılar vasıtasıyla hızla Türk Kültür ve İslami yaşam tarzını benimsemiş olmaları nedeniyle, tarih boyunca bilhassa Sırpların ve diğer Avrupa milletlerinin (hele ki, Türklerin Balkanlar’dan çekilmesinden sonra) bitmez – tükenmez nefretine – kinine hedef oldular. 1992-1995 yılları arasındaki Yugoslavya’nın parçalanması savaşları sırasında, Sırp ve Hırvatlarca Bosna Hersek’te gerçekleştirilen soykırım bunun en acı tezahürlerinden biridir. Bu soykırımlarda “Türkleri öldürdük” diye o yıllarda gazete küpürlerine yansıdığı üzere, Sırplar bununla övünmüşlerdir. Bu Türk=Müslüman nefreti, neredeyse tüm gayrimüslim batı ülkelerinde ortak bir düşmanlık argümanıdır. Bu nefretin temelinde, Türklerin Osmanlı zamanında Avrupa’nın göbeğinde yer alan tüm Balkanlar ve Orta Avrupa, Polonya’nın Güneyi, Macaristan’ı fethedip, Avusturya / Viyana kapılarına kadar dayanmış olması, bilhassa Osmanlı’nın yükseliş devrinde tüm Avrupa’yı asırlarca titretmiş olması, ayrıca Pomaklar, Arnavutlar nezdinde de İslam’ı Avrupa’da yaymış olmaları yatmaktadır. Ortalama bir Avrupalının beyninin bir köşesinde, Türklerin, tüm Avrupa’nın tamamına yerleşecek olmaları korkusu yatmaktadır. Özellikle Almanya ve Fransa’daki Türk ve Müslüman nüfusun artmış olmasından endişe duymaktadırlar. Tarihteki Endülüs İslam Devletinin bugünkü İspanya ve Portekiz’in yer aldığı İberik Yarımadası’ndaki asırlarca varlığı, Osmanlı Türk denizcilerinin Avrupa güney sahil kentleri ve tüm Kuzey Afrika’da yüzyıllarca süren varlığı, Avrupalı’nın zihnine İslam düşmanlığının tarihi izlerini silinmemek üzere kazımıştır.
Birleşik Krallık, Fransa Krallıkları ve Çarlık Rusya’sının destek ve kışkırtmalarıyla, Balkanlarda, 1800’lerden itibaren 1905’lere kadar süren Yunan – Sırp – Bulgarların isyanlarına fikri zemin ve düşmanlık tohumu ekerek inşa edilen uydurma efsane, şiir – roman ve hikayeleriyle, Avrupalının her bir ferdinin daha kundaktan itibaren ninnilerine yansıyan düşmanlık hisleri hayatları boyunca gelişip büyüyerek, korkunç bir seviyeye çıkan ruhlarındaki kin ve nefretin Türk ve Müslümanlara karşı yöneltilmesi sağlanmaktadır. İnsanlara eşitlik ve adalet vaat eden Komünizm devrinde dahi Bulgaristan’daki katliam, isim (din) değiştirme baskısı devam etmiştir. Müslüman Türk nefreti Balkan Savaşlarında o boyutlara çıkmıştı ki, Meriç ve Tunca nehirleri toplu halde sırayla boğazlanan Türk çocuklarının kanıyla kıpkırmızı aktığın günümüzde anlatan 95-100 yaşlarındaki Pomak Müslümanlardan bizzat dinledim. 1800’lü yıllardan 1922 yılına kadarki süreçte Balkanlarda, Yunan ana karasında ve Adalar Denizi’ndeki bölgede, çoğu Türk kökenli olmak üzere, 1,5 milyon Müslüman öldürülmüştür. Müslümanlara nefretin temelinde, milliyet farkı gözetmeksizin tüm batılı ülkelerin ırkçı fertleri birbirinin kopyası gibidir. Bu nefret duygusu, taa okyanus ötelerine taşınarak Avustralyalı, Yeni Zelandalı, ABD’li ve Kanadalılarda da görülür.
Avrupa’daki Son Saldırıların Sebepleri
Bu saldırıların yoğunlaşmasının sebeplerini aşağıdaki gibi değerlendirmek mümkündür.
• Türkiye’de son 20 yılda İslami bilincin görece siyasal alanda güçlenerek merkezi ve mahalli idarelerde etkin bir şekilde kendini göstermesi,
• Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe karışmasından sonra, kimi İslam alimleri ve sosyologlarca ütopik bir olgudan daha öteye gidemeyeceği düşüncesinin sıyrılarak “Dünya İslam Birliği’nin gerçekleşebileceği yönündeki çabaların ete – kemiğe bürünmeye başladığına dair emarelerin belirmesi gerçeğini görmeleri ve Türkiye’nin diğer İslam ve Türk devletlerine bu yönde liderlik edecek bir seviyeye gelmesinin Avrupalılarda tetiklediği tarihsel Türk fütuhatının tekerrür edeceği kaygısı.
• Türkiye’nin yaşadığı (emperyal batılı devletlerce kurgulanan ve desteklendiği artık apaçık ortaya çıkan) 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişiminin Türkiye Cumhuriyeti Ordusu ve iç güvenlik kurumlarında açtığı tahribata rağmen, bu olaydan hemen birkaç ay sonra ardı ardına PKK/PYD ve DAEŞ gibi terör örgütlerine, Haşdi Şabi ve Suriye Baas Rejimine (ama gerçekte bu paramiliter örgütleri vekil olarak kullanan ABD, Rusya ve İran’a ) karşı çok başarılı sınır ötesi operasyonlar yapması; sınırları dışında güçlü askeri üsler kurması, üstelik de bu kapsamlı operasyonları kendi milli savunma sanayi ürünü silahlarla yapmış olması.
• Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelede giderek başarı kazanarak nihai zafere yaklaşması.
• 30 yıla yakın bir süre devam eden kadim Türk toprağı Dağlık Karabağ’ın Ermeni işgalinden kurtarılmasında kardeş Azerbaycan’a büyük ölçüde yardım etmesi.
• Ürettiği etkili stratejik konvansiyonel ve modern silahları, hem kendi bekasının sağlanmasında caydırıcı bir güç olarak ortaya koyması ve hem de dost ve müttefik ülkelere ihraç ederek maddi güç kazanmaya başlaması; bu durumun emperyal ülkelerin silah satış pazarını giderek daraltıyor olması gerçeği,
• Türkiye’nin inisiyatif alarak Türk Devletleri Teşkilatı üzerinden, Orta Asya’daki soydaş ülkelerle yeniden iş ve güç birliği, ortak ticari ve kültürel değerlere sahip çıkma yönünde attığı adımlar.
Tüm bu gelişmelerin, başta ABD olmak üzere, Türkiye düşmanı batılı emperyal devletleri ve Çarlık döneminden beri Balkanlar’da, Ortadoğu’da Akdeniz’de büyük emelleri olan Rusya’yı, tahrif edilmiş Tevrat’a dayandırılan Arz’ı Mev’ud (Vadedilmiş Topraklar) rüyaları gören İsrail’i, Orta Asya ve Afrika’yı hedefleri arasına koyan Çin’i kısmen endişelendirmesi doğaldır.
Biz tüm bunların oluşturduğu etkileşimleri, bazı İslam ülkelerine yaptığımız ziyaretlerdeki diyaloglarda, oralardaki Müslümanların Türkiye’nin bu son 20 yılda kaydettiği giderek yükselen bir trend halindeki gelişmeleri, sevinç ve ümitle karşıladıklarını müşahede etmekteyiz. Şu stratejik bir gerçektir ki; etkili bir Hard / Soft Power (sert ve yumuşak güç) bileşkesine sahip olan bir devlet, çevresinde cazibe oluşturur. Bu nedenledir ki, yüz yılı aşkın bir süredir ABD ve İngiliz etkisindeki Suudi Arabistan ve BAE, son yıllarda ticari ve askeri konularda Türkiye’ye yaklaşmaktadır. Bölgesinde ve dünyada başarılı grand stratejik politikalar izleyen Türkiye; Ukrayna’da savaş isteyen küresel baronlara karşı kendisine tarihte büyük tehditler oluşturmuş, halen de güney sınırlarımızdaki baş ağrısının bir kısmına sebep olan Rusya gibi zorlu bir komşusu ile bazı krizlerin çözümünde uzlaşma politikaları izlemekte; dünyada ve bölgesinde barışın da teminatı olarak dünyanın neresinde olursa olsun mazlum milletlere el uzatan bir Türkiye, postkolonyal uyduluk yöntemleri icat ederek, dünyayı sömürmek isteyen batılı mafyatik devletler karşısındaki en büyük engeldir.
İşte tüm bu nedenlere dayanarak adeta 2023 seçimlerine kendileri girecekmişçesine, çapsız muhalefet liderlerini gizli – açık her şekilde destekleyen, medyadaki hakimiyetleri üzerinden yurdumuzun içini sosyopsikolojik bir savaşla karıştırmaya çalışan bir batı ve onun karaktersiz, insanlık düşmanı zihniyetiyle uğraşan tek devlet Türkiye’dir. Buna karşılık Şiiliği bayraklaştıran, Türkiye’ye karşı gizli – açık dolaplar çeviren İran ile, batının gerçekten uğraştığına şahit olan biri var mıdır?

Avrupa’nın Abartılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü
Bilindiği üzere, insan haklarına en üst düzeyde, abartılı bir şekilde hürriyet tanınan Avrupa genelinde ve özellikle de İskandinav coğrafyasında, İslami değerlere karşı suç işleme serbestiyeti tanınmaktadır. Müslümanlara karşı en ağır suçları işleyenlere karşı tanınan özgürlük ve sözde hukuk garabetini, aşağıdaki bireysel katliam haberlerinde de görmek mümkündür:


• Norveç'te 2011'de 77 kişiyi öldüren seri katil Anders Behring Breivik, sanki işlediği cinayetlerde haklıymışçasına, hükûmete defalarca dava açtı. Avukatı, Breivik'in 2012'den bu yana hücre hapsinde tutulduğunu ve cezası süresince diğer mahkumlarla teması olmadığını, bunun insan hakları ihlali (!) olduğunu savundu. Norveç’te İslam’a yönelik başka hakaretler de vaki olmuştur.


• 15 Mart 2019 tarihinde Yeni Zelanda'da iki camiye, dehşet ve şaşkınlıkla karşılanan iki kişi tarafından düzenlenen silahlı saldırıda 51 kişi ölmüş, 49 kişi de yaralanmıştı. Saldırının faillerinden biri İskoç kökenli, Avustralya'da doğan 28 yaşındaki Brenton Tarrant’ın, sosyal medyadan saldırı anını canlı olarak yayınladığı, saldırı anında müzik dinleyerek 5 ayrı otomatik silah kullandığı tespit edildi. Tarrant, katliam öncesinde paylaştığı manifestosunda, Türkleri de tehdit etmişti. "TÜRKLERE!" başlığının yer aldığı bölümde şu ifadelere yer verilmişti:

"Topraklarınızda huzur içinde yaşayabilirsiniz, size zarar gelmeyecek. Boğaz'ın Doğu yakasında. Ama Boğaz'ın Batı yakasında bir yerde yaşamayı denerseniz, Avrupa'ya gelirseniz sizi öldüreceğiz. Konstantinopolis'e gelir, tüm cami ve minareleri yıkarız. Ayasofya minarelerden kurtulacak ve Konstantinapol hak edildiği gibi tekrar Hristiyan şehri olacak."

Bu ifadelerden, giderek bozulmak suretiyle “paganlaşmış” Hristiyanlık mensuplarının Müslümanlara, özellikle de Türklere karşı taşıdığı korkunç kinin derecesinin yüksekliği anlaşılıyor.
Saldırıyı 2 yıl önce planlayan katil Tarrant, katliam öncesinde Twitter hesabından yayınladığı manifestosunda 2011 yılında Norveç'te 77 kişiyi öldüren Anders Breivik'ten ilham aldığını yazmıştı. Kullandığı silahların üzerinde, daha önce dünyanın başka bölgelerinde Müslümanlara saldırı düzenleyenlerin isimleri vardı ve bu isimler arasında tarihte Kosova Savaşı'nda Osmanlılara karşı mücadele eden Sırp prens Lazar Hrebeljanovic, 17. yüzyılda Osmanlılara karşı ayaklanan Baja Pivljanin ve daha sonraki dönemde yine Osmanlılara karşı Sırp ayaklanmalarına önderlik eden Novak Vujosevic ve Karadağlı Marko Miljanov da yer alıyor. Araçta çalan Sırpça şarkının sözlerinde, 1992-95 arasındaki savaşlarda "Bosna Kasabı" olarak bilinen savaş suçlusu Radovan Karadzic'e yönelik övgü dolu ifadeler duyuluyordu. Teröristin sosyal medya hesaplarında göçmen ve Müslüman karşıtı açıklamaların yer aldığı onlarca sayfalık manifestoyu da hazırlayan Tarrant, burada 1389'daki I. Kosova Savaşı'nda Sultan Murad'ı şehit eden Milos Obilic'ten de bahsediyordu.
Görüldüğü üzere, kindar katil Avrupalı; kundakta başlayan, okul hayatlarında artarak devam eden, hayatları boyunca her platformda kinle beslenen Müslüman ve Türklere olan nefretlerini, cinayetlerini tarihte Türklere karşı etkinlik göstermiş kişi ve olaylara dayandırıyorlar.

Burada bir yanlış anlaşılma olmaması için şunu da belirtmeliyim ki; Tüm Avrupalıları aynı kefeye koymak doğru olmaz. Hepsini aynı kabul ederek haksızlık etmeye hakkımız yoktur. Kin ve nefretle dolu olanlara karşılık, kalbinde merhamet olanları ayrı tutmalıyız.
Bir başka nefret yayını olan ve Fransa’da yayınlanan hiciv haftalık haber dergisi Charlie Hebdo tarafından yine Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'e ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’e karikatürlerle saldırıda bulunulmuştu.
Bu davranış tarzının insan ruhundaki karşılığını basitçe analiz edelim:
Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'e ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’e saldırı olayı ne ilktir ve ne de son olmayacaktır. İndirildiğinde O’na ve Peygamberimize düşman olan münkirlerin - müşriklerin günümüzde de benzerleri olacaktır. Kıyamete kadar insanlar ve toplumlar nezdinde iman – küfür savaşı vardır. Bu dünya hayatı bir imtihan salonu gibidir. Bu salonda, insanoğlu önüne konulan imtihan kağıdını güzelce okuyup doğru cevapları verdiği ölçüde ebedi hayatı kazanan olacağı gibi; imtihan evrakını yırtıp atan, (teşbihte hata olmasın) O imtihanın sahibi Allah (c.c)’ya, kitabının açıklayıcısı, tebliğcisi, iman derslerinin baş öğretmeni vasfındaki Peygamberimize yönelik saldırıda bulunan serseri-tembel-serkeş-münkir öğrenciler gibi insan görünümündeki insi şeytanlar da çıkacaktır. Çünkü o dünya imtihanının sonunda mükafat ve mücazat vardır. Yani, "…Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil"dir. Yani cennete gitmek için iman lazım, ibadet lazım, fedakârlık lazım, nefis ve şeytan ile mücahede lazımdır. Lakin cehenneme gitmek için bunları terk etmek, yani amele teşebbüs etmemek kâfidir. Bu sebeple insanların ekserisi kolay olan cehenneme koşuyor. Lakin nefis ve şeytan noktasından cehenneme götüren ameller cennete götüren amellerden daha cazip, daha çekicidir. Binaenaleyh insanlar o sıkıntılı ve pahalı günahlar içinde menhus bir lezzet ve cazibedar bir heves bulduğu için severek içine atlıyor.

İskandinav Kimliğinin Temel Taşı: Lutheryanizm
İsveç, Danimarka, Norveç, Finlandiya ve İzlanda’yı içine alan bölgeye İskandinav bölgesi adı verilir. Ayrıca bu ülkelerle ilişkili olan Faroe Adaları, Grönland, Åland ve hatta Estonya da İskandinav ülkeleri dâhilindedir. Lutheryan mezhebi 18. yüzyıla kadar İskandinav halklarının kültürel kimliklerinin en temel ve en önemli köşe taşlarından birini oluşturmaya devam etmişse de sekülerleşme sürecine bağlı olarak bugün toplum ve kültür hayatının kıyılarına çekilmiş bir görünüm arz etmektedir. Bu ülkelerin tamamına Kuzeyli, Kuzey Avrupa halkı anlamına gelen “Nordik” ülkeleri de denir. Avrupa’nın en uç bölgesinde yer almakla birlikte, İskandinav ülkeleri hem Avrupa tarihinin ve coğrafyasının bir parçasıdırlar, hem de aynı sosyal, ekonomik ve siyasi etkileşimin bir sonucu olarak benzer değerlerin, kültürün ve psikolojik kimliğin paylaşıldığı bir bütünün parçasıdırlar. Ama yine de kendine has kültürel geleneği, siyasi ve kültürel değerleriyle, kesin ve tanımlanmış sınırlarıyla İskandinavya’yı Avrupa’dan farklı bir bütün olarak görebiliriz. Hıristiyanlıkla alakalı ancak “bilgi kırıntısı” kabilinden bir arka plana sahip olan halkın zihinsel algısında din, iyilik ve güzellikle özdeştir. Bir başka ifadeyle, halk nezdinde muteber olan din, etik bağlamda sınırları belirlenmiş bir “Kültür Hıristiyanlığı”dır.
İsveç'in yüzde 64,6'sı Luteran Kilisesi'ne bağlıyken, üyelerin sadece yüzde ikisi pazar ayinlerine katılmaktadır. Protestanlar dışında ülke 92 bin kişilik Katolik, 100 bin kişilik Ortodoks ve 500 bin kişilik Müslüman nüfusa da ev sahipliği yapmaktadır. Almanya’nın dinler arasındaki nüfus dağılımı 23,7 Milyon Katolik, 22,7 Milyon Protestan, 4,4 Milyon Müslüman, 100’er bin kadar Yahudi ve Budist şeklindedir. Luteryen çoğunluktaki İskandinavya ile Almanya’nın %25 kadarı dinsel açıdan özdeş sayılır. ABD ve Fransa’da çoğunlukla Katolik mezhebi, İngiltere’de Anglikan mezhebi yaygındır.

İsveç, NATO’ya Gerçekten Girmek İstiyor Mu?


Batı bloğunun kendi içinde çok açıkça görülmeyen bir kavga vardır. Sanki görünmez bir irade, İsveç’in NATO’ya girmesini engellemek istemektedir.
Şöyle ki;
İsveç başta olmak üzere, İskandinav ülkeleri bu kavganın gizli nesnesi, ABD ve AB ise gizli öznesidir. ABD, 1945 sonrası kurulmasını sağladığı global jandarmalık sistemi ve NATO üzerinden Avrupa’yı ve bilhassa Almanya’yı Yalta ve Potsdam Konferanslarıyla elini kolunu bağlayarak kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Almanya, her iki dünya savaşının çıkarılmasındaki etkisi dikkate alınarak bir bakıma 2. Dünya Savaşı sonrasında gözetim altına alınmıştır. ABD, Avrupa üzerindeki etkinliğini, Kıta Avrupa’sını çevreleyen ülkelerde de onları NATO’ya aldırmak suretiyle AB üzerindeki etkinliğini kalıcı kılmak istemektedir. ABD izlediği Grand Stratejilerle Avrupa, Asya coğrafyasında, Çin ve Rusya’ya karşı Stratejik İlgi - Etki Alanları oluşturarak, dünya üzerindeki kontrolünü devam ettirmek niyetindedir. Bu sebeple Rusya’nın önünü Kuzey Avrupa’da kapatmak maksadıyla İsveç’in NATO’ya girmesini en çok ABD ve İngiltere istemektedir. Oysa ki, AB’nin iki büyük aktörü Almanya ve Fransa, Ukrayna Savaşı ile ABD’nin başlarına ne büyük bela açtığını bizzat görmüşlerdir. Alman generallerinden bazısı Rusya’nın Ukrayna sınırlarına yığınaklanma aşamasında (Ocak 2022) savaş başlamadan önceki beyanlarında Almanya’nın bu savaşa bulaştırılmasını sakıncalı bulmuş, siyasi otoritenin baskısı üzerine de istifa etmek zorunda kalmıştır. Son aylarda, Almanya’da askeri darbe hazırlığı yaptıkları yolundaki haberlere rastlandığına bakılırsa, derin Alman devleti güçleri, Amerika tarafından ülkenin menfaatlerinin heder edildiği kaygısındadır. Özellikle orta ve batı Avrupalı devletler, NATO yaptırımları kapsamında Ukrayna’ya verdikleri destek nedeniyle, Rusya’nın AB’ye verdiği fosil yakıt ihracatından mahrum kalmışlardır. Bu durumdan istifade eden ABD, enerji çıkmazındaki Avrupa’ya kendi kaya gazını kendi istediği fiyatlardan ihraç etmektedir. Çıkmaz bir sokaktaki kedi gibi, ABD ve Rusya arasında kapana kısılan Almanya, aslında Rusya ile ilişkilerinin çok bozulmasından yana değildir. Ancak, ABD’nin zoru ve NATO bağlamındaki yaptırımlara katıldığından dolayı Rusya’nın gaz ihracatına getirdiği kısıntılardan en fazla etkilenen AB ve NATO ülkesi olmuştur. Bu nedenle, Ukrayna gibi bir de ayrıca İskandinav ülkelerinin NATO’ya girmesi halinde Almanya iyice Avrupa anakarasına hapsolacaktır. Her biri ancak 4-5 milyonluk nüfusa sahip Nordik ülkelerinin NATO ittifakına bir katkı yapmayacağının bilincindedirler. AB, kuzey doğusundaki İskandinavya cephesinin açık kalmasını arzu etmekte; Rusya ile iyice papaz olmamak için İsveç ve Finlandiya’nın da NATO’ya girmesini pek arzu etmemektedir.
Ukrayna Savaşı ile (çok sayıda nükleer enerji santralleri olmasına rağmen) enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında AB’nin yaşadığı ağır kriz, AB ülkelerinin ekonomisini çok olumsuz etkilemiş; halkının bir kısmının kışı geçirmek üzere, daha sıcak ülkelere gitmesine sebep olmuş, fabrikalarının bir kısmının kapanmasına yol açmış, dolayısıyla dünya pazarlarına ürün ihracatları düşmüştür. Almanya ve Fransa, AB’nin ortak bir silahlı gücü (Avrupa Ordusu) olmamasının sıkıntısını yaşamaktadır. Fransa Cumhurbaşkanı Macron çaresizce sağa – sola sataşmakta, Türkiye’nin Kuzey Afrika’ya ve Afrika geneline ait ilgisinden rahatsız olmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin önlenemez yükselişini durdurmak maksadıyla ABD ile birlikte silahlandırdıkları Yunanistan’ı Ege adaları ve Akdeniz üzerinden Türkiye’ye karşı kışkırtmaktadırlar.
Fransa başta olmak üzere, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde görülen ve dozu giderek artan grevler-protestolar; AB’nin sosyoekonomik yapısının giderek kötüleştiğinin en açık emaresidir. Böyle giderse, 1789 Fransız İhtilali’nin 2020’li yıllarda tekerrür edeceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur.
İsveç’e gelince, bu ülkede de bir yandan ABD baskısıyla NATO’ya üyelik konuşulmakta, ancak derin İsveç devleti otoriteleri (Ukrayna’nın yaşadığı korkunç drama bakarak) NATO’ya üye olmanın İsveç’in muhtemel bir Rus taarruzundan korunmaya yetmeyeceği ihtimali ile buna karşı çıkmaktadırlar. İsveç’in NATO’ya üyeliği, öteden beri Türkiye’nin mücadele ettiği teröristlere (son olaylarda olduğu üzere) kucak açması nedeniyle Türkiye’nin vetosu ile mümkün olmamaktadır. İsveç, üyelik için Türkiye’nin şartlarını kabul edeceğini beyan etmesine rağmen her fırsatta aykırı hareket etmektedir.
Yukarıdaki nedenlerle bir hal tarzı olarak İsveç senaryosu aşağıdaki gibi kurgulanmış olabilir:
Adeta gizli bir el, İsveç merkezli bir hareket başlatarak Türkiye’ye düşman PKK unsurları ile Türk Cumhurbaşkanı ve kutsallarına küfür – hakaret eylemlerini organize etmiştir. İsveç’in bu eylemleri insan hakları ve ifade özgürlüğü perdesi arkasında himaye etmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin öfkesini kabartacak ve Türkiye’nin İsveç’in NATO’ya girmesini engelleyecek olan veto hakkının doğması sağlanmış olmaktadır. (Etki – Tepki)
Son yıllarda, Türkiye’nin NATO’dan atılması için, başta ABD’li düşünce kuruluşları olmak üzere, batıda muhtelif etkili mahfillerden hükümetlere Türk düşmanı parlamenterler vasıtasıyla Rand Corparation gibi Neocon ve Evangelist ağırlıklı görüşe sahip Amerikalıların çalıştığı kuruluşlar tarafından kaleme alınan raporlar verilmektedir. Türkiye’ye F-35 ve F-16 uçaklarından verilmesi şartını İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınmasına bağlayan ABD, bunun mümkün olmayacağını gördüğünden Türkiye’yi NATO’dan atacak gerekçeler oluşturmaya çalışmaktadır. Böylece NATO’dan uzaklaştırılan bir Türkiye’yi Rusya gibi dev bir komşusu ile NATO arasında çaresiz bırakma sevdasındadırlar. Son 15-20 yıldır NATO alt birimlerinde, Türkiye haritalarını Sevr Haritası olarak yayınlama gayreti de bu planın açık emarelerinden biridir.
Kaldı ki ABD, en eski NATO müttefiklerinden Türkiye’nin Kore Savaşı’nda desteğini görmüş ve Türk Tugayı’nın kahramanca savaşması sayesinde, bir kolordusunu Kuzey Kore ve Çin birliklerince külliyen imha olmaktan kurtarabilmiştir. Afganistan ve Irak’ı işgalden önce 2001 İkiz Kuleler saldırısını gerekçe gösteren eski başkan baba Bush bir demecinde, “ Bu bir Haçlı seferidir.” şeklinde beyanat vermiştir. Başkan Trump döneminde başlayan Caatsa yaptırımları , NATO müttefiki Türkiye’ye de acımasızca uygulanmıştır. Bu nasıl bir müttefikliktir ki, Türkiye bir hasım, bir düşman olarak görülmektedir.
Demek ki, NATO ittifakı içindeyken tam yapamadıkları düşmanlığı, Türkiye’yi NATO’dan uzaklaştırarak yapmak niyetindedirler. Türkiye, NATO’dan da atılırsa, Yunanistan’ın “Megalo İdea”sını güncelleyerek gerçekleştirmeye dönük, büyük bir sinsi planla karşı karşıyadır. Türkiye’nin burnunun dibindeki adaları, ABD ve Yunanistan tarafından bu maksatla silahlandırılmakta; Türkiye’ye verilmeyen savaş uçakları Yunanistan’a vermek için acele edilmektedir. Eğer birkaç yıl daha geç kalırlarsa Türkiye’ye karşı hiçbir şey yapamayacaklarının bilincindedirler.
İşte dananın kuyruğunun da koptuğu yer, tam da burasıdır:
O halde, 2023 seçimlerinde Emperyal Batı aleminin kendi istedikleri partilerin liderlerinden biri veya birkaçı iktidara getirilirse, Türkiye’nin işi bitirilecektir. İşte bu nedenlerle, Amerikan Newyork Times, The Street Journal, Washington Post ve İngiliz The Ekonomist gibi küresel (sahipleri Yahudi) medya organları üzerinden Cumhurbaşkanı ve hükümeti hedef alınmakta, Türkiye’ye ayar verilmeye çalışılmaktadır.
Ama ne yapsalar nafile: Allah nurunu tamamlayacaktır. Bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve İslam Birliği Devletleri Konfederasyonu üzerinden nasip olursa ne mutlu bizlere...


Vesselam.
Ali COŞAR - Stratejist / İstanbul

Read 144 times Last modified on Tuesday, 31 January 2023 15:58