Stratejik Araştırma Kurulları Çalışmalarından Sorumlu Koordinatör Başkan Yardımcıları | ||
---|---|---|
İslam Ülkeleri Birliği Organları için Mevzuat İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam Ülkeleri Ekonomik İşbirliği İmkanlarını İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam Ülkeleri Savunma ve Savunma Sanayi İşbirliği Ortamını İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam Ülkeleri Ortak Asayiş ve Güvenlik Organizasyonu İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam Ülkeleri Dışındaki Dünya Devletleri Milli Güç Unsurları İnceleme ve Araştırma Kurulu
İslam ülkeleri listesine ulaşmak için tıklayınız
ASRİKA İslam Ülkeleri Konfederasyonuna Bağlı Mutasavver Federatif Bölgelerin Askeri Güç Çizelgesi
Ukrayna’da gerekse Suriye’de adi suçlardan hapiste olan suçluların dahi yönetimler tarafından hazırlanarak sahaya sürüldüğü de bir gerçek. Benzer bir uygulamayı Amerika’nın Irak’ı işgalinde Saddam’a karşı cezaevlerindeki mahkûmları kullanmasından biliyoruz. Hiç tereddütsüz söylemek gerekirse “Gezi Kalkışması” da küresel emperyalizm tarafından düşük yoğunluklu hibrit savaşın fitilini ateşleme girişimiydi. Böylelikle iktidarı etkisiz hale getirip ya diz çöktüreceklerdi ya da tamamen alaşağı edeceklerdi.
“Savaşı düşman topraklarına taşımak” stratejisi bugün sadece terör örgütleri tarafından uygulanan bir taktik olmaktan çıkmış ve tıpkı Afganistan, Irak vb. örneklerde olduğu gibi hegemonik devletler tarafından da bir politika olarak benimsenmiş durumdadır.
Ermenilerin, Büyük Selçuklulardan itibaren uyumlu hâlleri, 1890’dan itibaren tam bir fitneye dönüşmüştür. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında Rusya, Anadolu’nun kuzey-doğusundaki bazı şehirleri işgal edince oralardaki Ermenileri Osmanlı’ya karşı kışkırtmaya başlamıştı. O dönemde Fransa da Katolikleri organize ediyordu. Bunun üzerine İngiltere de Ermeniler arasında Protestanlık propagandasına başlamış, bu arada o da ayrılıkçı duygular aşılamaya başlamıştı. 1888’de Van’da başarısız bir deneme yapmışlar, nihayet 1890’da Erzurum’da bir isyan çıkarmayı başarmışlardır. Aynı yıl İstanbul’da da ayrılıkçı Ermeniler, Osmanlı yanlısı gördükleri bazı Ermenileri öldürmüşlerdir [13]. Fransa, İngiltere ve Rusya’nın kışkırtmalarıyla oluşan o fitnede Ermeniler, Katolik ve Gregoryen/Ortodoks mezheplerine göre birbirlerine karşı da düşman edilmişlerdir.
ORDULAR DİNDAR OLMALIDIR
(02 NİSAN 2015)
Meslekler arasında askerlik mesleğinden başka canı pahasına da olsa vazifenin yapılmasını isteyen başka meslek yoktur.
Şehitliği bilip inanmayan, ölüm ötesini düşünmeyen, vatanı, devletinin maddi ve manevi değerlerini, dini ve milleti için feda edeceği canının karşılığında ebedi hayatı ve cenneti kazanacağına inanmayan insanlar savaştaki vazifesini yapmak için hayatını ortaya koyabilir mi?
İslâmî duyarlılığı olmayan, şehitliğin hükümlerini bilmeyen ve ahirete iman şuuru oluşmamış insanlara, seve seve canını feda edebilmesi için ne vaat edilebilir ki?
Ölümü göze alamayan insanların hayatını tehlikeye sokacak riskler karşısında maddi gücünü kat kat arttıracak manevi kuvvetten mahrum kalacağı şüphesizdir.
Yüklendiği sorumluluklar bakımından askerlik mesleğinin, mensuplarının dindar olması gereken mesleklerin başında geldiğini söyleyebiliriz.
Savaşın olağan dışı şartlarında vazifesini yerine getirmek için ihtiyaç duyduğu manevî güce sahip olabilmesi için, hangi dine mensup olursa olsun ülkelerin askerlerinin DİNDAR OLMASI gerekir.
Erdoğan'ın Davos'taki “one minute” sözü nasıl ki, İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın “İsrail'i haritadan sileceğiz” sloganından daha etkin olmuşsa, “Dünya beşten büyüktür” sözünün de “BM tasfiye olsun, NATO ortadan kalksın” sloganından daha etkin, gerçekçi ve uygulanabilir olduğu unutulmamalıdır.
İÇSELLEŞTİREMİYORUM
ÇÜNKÜ
JE SUIS MUSLIM,
Küresel Emperyalizm algılar üzerinden olgular inşa etmektedir.
Kavramları biraz açacak olursak ALGI; düşünmeden karar veren insanların seçimlerini etkilemek adına yapılan çalışmalar bütünü. OLGU ise; bir takım olayların dayandığı sebep veya bu sebeplerin yol açtığı sonuç, vakıa yani gerçek yönleri ile olayın ta kendisidir.
Egemenlik iddiasında ki ülkeler tarihi vetirede olduğu gibi, algılar üzerinden olgular inşa edegelmişlerdir. Son olarak, Fransa’da yaşanan Charlie Hebdo baskını da bir dizayn operasyonu olarak okunmalıdır. Bu olayla verilmek istenen mesajın ilki Fransa yönetimine, ikincisi İslama yönelme potansiyeline sahip batı toplumuna, sonuncusu ise bütün dünya Müslümanlarınadır.
Bilindiği gibi, Avrupa'da Filistin'in devlet olarak tanınması hız kazandı. Önce İsveç, arkasından İngiltere, İspanya, İrlanda ve son olarak da Fransa parlamentoları Filistin'in devlet olarak tanınması isteğiyle hükümetlerine çağrıda bulunmuştu.
Giriş
“Irak ve Suriye’de Değişemeyen Sosyal Psikoloji ve Yönetim Problemi” başlıklı yazımızda Irak örneği ile Ortadoğu’da hem yerli hem de işgalci egemenlerin baskı/şiddetinden kaynaklanan, ezilenlerdeki “tek yol şiddet” şartlan/dırıl/masını işlemiştik. Dikkatimiz, Ortadoğu’nun sosyo-psikolojik yapılan/dırıl/ması üzerine yoğunlaşmıştı.
Çok geçmeden Fransa’da Hz. Muhammed (s.a.s)’i karikatürize eden Charlie Hebdo dergisinin merkezine yapılan kanlı saldırıyı duyduk. Modernitenin en son kavramlarına göre, Batı’da algılama şöyle oldu: Mazlum “laik ifade özgürlüğü” karşısında zalim “Müslüman teröristler”. İslam dünyasında ise, az sayıda da olsa saldırganları takdir edenler oldu.
Yani bir yanda, ifade özgürlüğü adı altında mukaddese dil uzat/tır/mak; diğer yanda, mukaddesi savunma adına katliam şeklinde terör yap/tır/mak. İşte bu olay, bu yazımızın konusunun, önceki yazımızı tamamlayacak şekilde ama bu defa, Batı’nın yeni sosyo-psikolojik yapılan/dırıl/ması olmasını gerektirdi.
Hıristiyan Avrupa, Giles Kepel’den mülhem Avrupa’daki yeni Müslüman kurumları-helal gıdadan, iş, finans ve eğitim kurumlarına varana kadar- İslam’ın küresel yayılmasının vasıtaları olarak görmekte ve bu fobiyle bir takım karşı retorikler geliştirmektedir. Bunun en açık örneği, fizibilitesi ve sondajı çok önceye dayandığı anlaşılan PEGIDA (Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes) yani “Batının İslamlaşmasına karşı Avrupa Vatanseverleri” hareketidir. İsminden de anlaşılacağı gibi hareket ırkçı kökenli bir yapıdan ziyade direk İslam düşmanlığı orijinlidir.
"Bilimsel Makale Hazırlama Disiplini" konulu ASSAM eğitim semineri 25 Kasım 2014 günü Üsküdar Üniversitesi'nde Ali Coşar beyin sunumu ile gerçekleştirildi.
Sunum dosyasını makalenin sonunda yer alan bağlantıdan indirebilirsiniz. Seminer Videosuna sayfa altında ulaşmanız münkündür.
“TÂRİHTE MÜSLÜMÂNLARIN HEDEFLERİ NELER İDİ?”
18 Aralık 2014 Perşembe – 25 Safer el-Hayr 1436
Esâs konumuza girmeden önce, bir konuyu dile getirmekte fayda var:
Bütün kâinâtı, canlı-cansız her varlığı, en mükemmel bir nizâm ve intizâm üzere yaratan ve onları her ân varlıkta durduran Allahü teâlâ, şu uçsuz-bucaksız olarak gördüğümüz koca “kâinât”ta, sâdece “dünya”nın insanlarla meskûn olmasını irâde etmiş, “ilk insan” olarak “Hz. Adem”i bu dünyaya göndermiş ve onu aynı zamanda “ilk Peygamber” kılmıştır. [Binâenaleyh insanların atası maymun değildir; başka gezeğenlerde insanlık hayâtı yoktur ve insanlık vahşet üzere değil, medeniyet üzere başlamıştır.]
Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, yarattığı şu mükemmel âlemle, kendi varlığını belli ettiği gibi, kullarına çok merhamet ve şefkat ettiği, acıdığı için, var olduğunu ayrıca “Peygamber”leri vâsıtasıyla da bildirmiştir.
“İlk Peygamber” Âdem aleyhisselâmdan başlayarak, “son Peygamber” olan Sevgili Peygamberimize gelinceye kadar her asırda, dünyânın her tarafındaki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak seçtiği bir zâta (“Peygamber”e), “melek”le [“Cebrâîl” aleyhisselâm’la] haber göndererek, kendi varlığını, isimlerini ve sıfatlarını bildirmiştir.
“MEKKE-İ MÜKERREME’NİN FETHİNİN SONUÇLARI VE BU FETİHTEN ALINACAK BAZI DERSLER”
18 Aralık 2014 Perşembe – 25 Safer el-Hayr 1436
Malûm olduğu üzere, Peygamber Efendimizin dünyâyı teşrîfi, kendilerine Peygamberliğinin bildirilmesi, Mekke-i mükerreme’den Medîne-i münevvere’ye hicreti, orada İslâm Devleti’ni kurması, diğer zaferlerinin yanında, “Mekke-i Mükerreme’yi Fethi” dünyânın en önemli kilometre taşlarından, en mühim dönüm noktalarından, tarihin en büyük hâdiselerindendir.
“Hicret-i Nebeviyye”, hem İslâm târihinin, hem de dünyâ târihinin çok önemli dönüm noktalarındandır. “Mekke-i Mükerreme’nin Fethi” hâdisesi de İslâm târihinin çok önemli kilometre taşlarındandır.
Cenâb-ı Hak, bütün Peygamberleri vâsıtasıyla, insanlara saâdet yollarını göstermiş, iyi ve güzel, kötü ve çirkin her şeyi öğretmiştir. Bu “Peygamber”leriyle, insanların dünyâda ve âhirette râhat etmeleri, huzûr içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emirlerini ve yasaklarını, yanî ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu açıklamıştır.
Sevgili Peygamberimiz, Mekke’deki hemşehrilerine, senelerce hakkı, hakîkati teblîğ etmiştir. Ama nasîpli olan az bir grup dışında, diğer insanlar maalesef îmânla şereflenememişlerdir. Bir ay kadar da Tâif’te İslâmiyeti anlatmış, ama meatteessüf onlar da îmânla nasiplenememişlerdir.
Hâlbuki bu Peygamberlerin hepsinin hedefi, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete kavuşmalarıdır.
Peygamberlerin vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm da, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan iyi fertler, iyi âileler ve iyi cemiyetler teşkîl etmek için uğraşmışlardır.
Gelmiş-geçmiş bulunan bütün Peygamberlerin getirdikleri ahkâm-ı dîniyyede dînin, nefsin (cânın), aklın, neslin (ırzın, nâmûsun), mâlın ve benzeri değerlerin korunması öngörülmüştür. Allahü teâlâ ve Peygamberleri, emir ve yasaklarında, bunları koruma altına almışlardır. Hâlbuki bugün bütün dünyâda, bu sayılanlar da dâhil olmak üzere, bütün insan hakları ciddî bir şekilde ihlâl edilmektedir. Mukaddes dînimizde adam öldürmek, yaralamak, malını almak, çalmak şöyle dursun, kalp kırmak bile büyük günâhlardandır.
Burada, Mekke-i mükerreme’nin fethi münâsebetiyle, târihte müslümânların, düşmânlarına bile nasıl müsâmahalı, hoşgörülü davrandıklarını, onları nasıl affettiklerini, bütün mahlûkâta karşı nasıl engin bir şefkat ve merhamet sâhibi olduklarını belirteceğiz.
Özetle söyliyecek olursak, Peygamber Efendimizin kumandasında, Sahâbe-i kirâmdan teşekkül eden, 12 bin kişilik büyük İslâm ordusu, fetihten sekiz sene önce, ayrıldıkları yurtlarına, Mekke-i mükerremeye gidiyorlardı. Puthâne hâline çevrilen Ka’be-i muazzamayı putlardan temizlemeye gidiyorlardı... İnâtlarından bir türlü vâz geçmek istemeyen müşriklere, hak, adâlet ve merhamet göstermeye gidiyorlardı... Allahü teâlânın dînini yaymaya, oradakilerin de ebedî Cehennem azâbından kurtulmalarına ve Cennete gitmelerine vesîle olmaya gidiyorlardı... [Amân yâ Rabbî! Bu ne büyük merhamettir!]