“Gerçek Hayat Dergisinden Sayın Sevda Dursun ile yapılmış söyleşimiz”
(21 Aralık 2016)
15 Temmuz FETÖ ’nün darbe girişiminden önce de terör saldırıları vardı sonrasında da devam etti. CUMHURBAŞKANIMIZ RECEP TAYYİP ERDOĞAN TERÖR İÇİN TOPYEKÛN SEFERBERLİK DERKEN NE KASTETMİŞ OLABİLİR? SEFERBERLİK SAVAŞ DURUMUNDA İLAN EDİLMEZ Mİ?
Son iki yıllık dönemi incelediğimizde, Türkiye sistemli bir şekilde terör eylemleriyle karşı karşıya bulunmaktadır. Bunu, küresel güçlerin, Ortadoğu’daki isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmemesi sonucu asimetrik güçler kullanılarak, yani terör örgütleri vasıtasıyla Türkiye üzerindeki eylemleri olarak yorumlayabiliriz. Cumhurbaşkanımızın 32. muhtarlar toplantısındaki seferberlik açıklaması, 14 Aralık 2016 tarihinde olmuştu. 10 Aralık 2016 tarihinde Beşiktaş saldırısında 38’i polis olmak üzere 44 vatandaşımız şehit olmuş, birçok vatandaşımız da yaralanmıştı. Bunun acısı henüz geçmeden, Cumhurbaşkanımız, “vatandaşlarıma sesleniyorum, anayasanın 104. Maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başı olarak PKK’sıyla, DEAŞ’ıyla, FETÖ’süyle ve adı, söylemi ne olursa olsun tüm terör örgütlerine karşı milli seferberlik ilan ediyorum. Her kim bu örgütlerin çalışmalarıyla, elemanlarıyla ilgili bir şey görürse, duyarsa, malumat sahibi olursa güvenlik güçlerimize bilgi vermeli” dedi.
Bu çağrıyı normal bir seferberlik ilanı olarak değil de Ülkemizi hedef alan siyasi, sosyal, ekonomik, askeri ve bütün alanlardaki terör olayları, iç ve dış saldırılara karşı Cumhurbaşkanı ve Devletin yönetimi mihverinde birleşerek milli birlik ve beraberliğe çağrı olarak düşünmek lazımdır.
Bu gün Emperyalist Küresel Güçler, Müslüman Devletlerin bünyesindeki etnik ve mezhepsel farklılıkları, kendi içlerindeki hainleri de kullanarak, tahrik ve örgütleyerek, eğitip, donatıp silahlandırıp birbirleri ile çarpıştırarak İslâm Dünyasına kirli ve sinsi "ASİMETRİK ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞINI" yaşatmaktadırlar.
Vietnam, Afganistan ve Irak işgalinden sonra fiili güç kullanarak işgal yeteneğini kaybetmiş olsa da Tek Kutuplu Dünya'da Küresel Güçlerin başını çeken ABD, dünya hâkimiyet savaşını kontrolündeki örgütler vasıtasıyla sürdürmekte ve Ortadoğu'da gerçek oyun kurucu konumunu muhafaza etmektedir.
ASSAM Strateji ve Güvenlik Uzmanlarından Nejat ÖZDEN Ülke TV'de Beşiktaş Saldırısını değerlendirdi.
Program kaydı aşağıda yer almaktadır.
İHH’nın “Internationale Humanitaere Hilfs Organisation”, “İnsani Yardım Vakfı” düzenlemiş olduğu ve aynı zamanda Diyanet İşleri Reisimiz Mehmet Görmez’in de açık destek verdiği yardım konvoyu 14 Aralık ta Reyhanlı/Hatay’a doğru yola çıkmıştı.
Kazlıçeşme meydanında toplanan “Halep’e Yol Açılsın” konvoyuna bizde ASDER ve ASSAM ekibi olarak katılmıştık. Kuruluşumuzdan itibaren adaletin tesisine gayret eden bizler tüm dünyanın gözlerini kapadığı bir katliamı görmezden gelemezdik. Duyarlı her vatandaşımız gibi bizde arkadaşlarımızla orada hazırdık.
ABD 20. yüzyılın başından itibaren, dünya tarihinin en kanlı I. ve II. Dünya Savaşlarının sonunda Hiroşima ve Nagazaki'de yüzbinlerce sivilin hayatına mal olan, atom bombasının yıkımı üzerine inşa ettiğidünyamızda tek süper güç olduğunu ilan etmişti.
ABD’nin savunduğu Kapitalizmin bu başarısı sadece savaş ve çatışmalarla değil, ekonomik, askeri (NATO) bloklaşmayla hakimiyetini sürdürecek politikaları dayatmasıydı. Soğuk savaşın bitmesi ile rakibinin çöküşü Amerika Birleşik Devletlerini emsalsiz bir güç konumuna getirdi. Amerika dünyanın ilk ve aynı zamanda tam anlamıyla gerçek küresel gücü oldu. ABD teknolojisini, ekonomisini ve askeri gücüyle dünyamızda kendine bağımlı güdümlü devletler oluşturdu. Amerikan Kültürünü hayat tarzını dayattı, bunları benimsemeyen dışında kalan ülkeleri barbar olarak tanımladı.
Dünyanın 160 ülkesinde okullar kuran bir teşkilatın başının dünya hâkimiyeti için mücadele veren ABD’de olmasının, Fethullah Gülen’in Amerika tarafından kullanıldığının bir göstergesi olduğunu söyleyen Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, darbe girişiminin arkasındakilere dikkat çekti.
Son günlerde ısınan Azerbaycan Ermenistan sorunu 100 yıllık geçmişi göz ardı edildiğinde anlaşılması mümkün olmayan bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Sorunun tarihi köklerini özetle ele alan 9 Ağustos 2014 tarihli Aljazeera haberi konuyu daha iyi anlamamıza destek oluyor;
Kökenleri yaklaşık yüz yıl öncesine dayanan sorun, 1992'de Azerbaycan ile Ermenistan'ı savaşa sürükledi. İki ülke, 1994'te biten savaş sonrası sadece ateşkes anlaşması imzaladığı için hâlâ resmen savaş halinde. Bölge o günden bu yana Ermenistan işgali altında.
100 yıl önce inşa edilen ve büyük ölçüde şekillendirilen Osmanlı imparatorluğu Ortadoğu ve kuzey Afrika coğrafyasında dönemin süper gücü İngiltere amacına ulaşmak için, Arap milliyetçiliğini Osmanlı'ya karşı bir harekete dönüştürmüş ve böylece Osmanlının (Türklerin) bölgeden tasfiyesinin bir aracı olarak kullanılmıştı. İngilizleri bu süreçte Yahudilerde destekledi.
Mısır'a İngiliz Yüksek Komiseri olarak atanan Sir Henry McMahon, Ortadoğu coğrafyasında Şerif Hüseyin’e Halifelik ve "bağımsız bir Arap devleti" sözü verirken, ayrıca Abdül Azizle (İbn-i Suud) de görüşerek de onların da Osmanlı'ya karşı desteğini sağlamayı başardı.
PKK VE KÜRESEL GÜÇLER
(01 Şubat 2016)
Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki bölücü silahlı terör örgütünü değerlendirirken, güney komşularımız Suriye ve Iraktaki durumu, dolayısıyla Orta Doğuyu dikkate almadan, Orta Doğuyu değerlendirirken de global süper güçleri dikkate almadan sağlıklı sonuçlara ulaşmak mümkün değildir.
Global süper güçleri düşündüğümüz zaman da aklımıza hemen, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi gelmektedir.
Birleşmiş Milletler, İkinci Dünya Harbinin galibi ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin'in dünyayı kendi çıkarlarına uygun olarak yönetmek için kurdukları bir teşkilâttır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimi üyesi bu beş ülkeden birinin kabul etmediği uluslararası bir konu diğer 199 ülke kabul etse de çözümsüz kalmaktadır.
İngiliz kaşif Dean Kamen 2001 yılında adı Ginger olan bir aracı keşfedip, yüzyılın icadı diye dünyaya lanse etmişti. Bu aracın en önemli özelliği kullanıcısının hareketlerine göre yönünü belirlemesi, freni, gazı, direksiyonu olmaması idi...
İngilizlerin tek buluşu Ginger değildir elbet. Tarihe mal olmuş başka icatları da var. Mesela, Arabistan'da Vahhabiliğin yeşertilmesi. Osmanlı'nın yıkımına neden olan ırkçılık tohumlarının ekilmesi ,İslam aleminin kalbine bir hançer misali Siyonist Yahudi terör devletinin sokulması,Türkiye’de Kamalist rejimin inşası hep İngiliz icadıdır.
Peki DAEŞ,DEAŞ,DAİŞ veya Türkçesi IŞİD olan örgüt neyin nesi? Mucidi kim? Suriye’de ve Irak’ta kim ve ne için savaşıyor?
Irak ve Suriye (bilad-ı Şam) bölgesi din savaşlarının merkez üssü olan Kudüs ve Mezopotamya’ya yakın bir bölge. Bu bölge üzerinde tarihte nice haçlı seferleri,nice kanlı savaşlar yaşandı. Farklı din ,mezhep ve ırklar bu bölgede bulunuyor.Böyle olunca bölge her zaman patlamaya hazır bir bomba olmuştur.
1890 ikinci küreselleşme hareketi sonrası bölgedeki savaşlar petro-din odaklı olmuştur. Yani bu savaşların kaynağı petrol, motivasyonu ise din olmuştur. Bu savaşlarda mağdur olan bölge halkı ise hiçbir zaman kendi öz kaynaklarına sahip olamamıştır. Buna İran da dahildir...
Anglo Saksonların ,bu asırda petrolü kontrol altında tutmak adına çıkardıkları savaşların sonuncusu Suriye ve Irak ‘ta ki DAİŞ savaşıdır...
DAİŞ'in amacı Irak ve Şam'da bir İslam Devleti kurmak, halifeliği tekrar ayağa kaldırmak olmadığı aşikardır. Bölgede ki İslam mirasına karşı hunharca tutumu, İslam’ın savaş hukukunu hiçe sayan uygulamaları, Siyonist Yahudi Terör Devletine tek bir mermi bile sıkmaması, Esed ve YPG ile işbirliği halinde olması ve daha nice gerekçeler ileri sürülebilir.
Peki DAİŞ’in amacı ne?
İKİ BÖLGESEL VE İKİ KÜRESEL GÜÇ OLAN DEVLETLERİN SURİYE KRİZİNDEKİ TUTUM VE POLİTİKALARI
GİRİŞ:
Yapısal inşacılığa göre kimlikler devletlerin çıkarlarını şekillendirmekte ve uluslararası kuruluşlar buna göre tasarlanmaktadır. Alexander Wendte göre bu durumun sonucu olarak uluslararası sistemdeki anarşik yapı çatışma veya işbirliği şeklinde ilerler. Bunu takiben bugünkü Ortadoğu’da uluslararası anarşinin çatışmaya mı yoksa işbirliğine mi dönüşeceği bir dönemde yaşıyoruz.
Bütün bir insanlık tarihini, Batı medeniyetinin tarihî akış seyrine bağlayan, Batı toplumlarının sınırlı tarihî tecrübelerini evrensel geçerliliği olan teoriler haline dönüştürerek, yeni tarih ve sosyoloji anlayışı oluşturmuş ve bunu’ da Batı medeniyet olarak sunmaktadır.
Çünkü Onlara göre dünya 'The West ant The Rest' (Batı ve öteki)nden ibaretti. Batı'nın ben ve öteki algısını formüle eden bu ifade, Batı kategorisindeki toplumları, öteki kategorisine giren toplumlara ve medeniyetlere kapatmakla kalmıyor. Batı ile Batı dışı toplumlar arasında tarihte yaşanan askeri karşılaşmaları, yeni bir boyuta; sosyolojik boyuta taşıyordu.
Batı dışı toplumlar, eğer Batı'nın geçirdiği bu değişimlere ayak uydurmak istiyorlarsa, kendi inanç, düşünce ve kültür değerlerini terk ederek, Batı'nın değişmesine kaynaklık eden inanç, düşünce ve kültür atmosferine geçmeleri gerekiyordu.
Batı, böyle bir değişimi sadece istemekle yetinmiyor, bu toplumları bu doğrultuda değiştirmek için her türlü çabayı gösteriyordu. İşte, Batı'nın bu öteki algısı ile başlayan etkileşim süreci, Batı dışı toplumların sosyal yapılarına temel oluşturan inanç ve kültürel kimliklere müdahale boyutu kazanmıştır.
Batı bu müdahaleciliğini "medenileştirici savaş, özgürleştirme "Olarak tanımlamaktadır.
İşte, Osmanlı’nın Ortadoğu’ya dönüşümünün en etkili dinamiklerinden birisi de, “menfi milliyet ve unsuriyet fikrinin” beslediği sosyolojik dönüşümlerdir. Bu sosyolojik dönüşümler, baş aktörü oryantalist misyonerler olan 1890 küreselleşmesini inşa eden süreçlerle birebir ilişkilidir.
Batı'nı gerçekleştirdiği ve sonuçları sosyolojik özellikli değişimlere yol açan bu müdahaleleri tanımlayacak net bir kavram düşündüğümüzde, karşımıza "Sosyolojik Savaş" kavramı çıkmaktadır.
Ulus kimliğine indirgenen İslam dünyası, yeni değişim sürecinde iki seçenekle karşı karşıyadır. Ulus ve ulus altı kimlikler bağlamında çatışan ve birbirinin şerrinden statüko güçlerine sığınan küçük topluluklar olarak kalmak veya İslam dayanışması bağlamında küresel bir aktör olarak tarih sahnesine yeniden çıkmayı başarmak.
Kavramlar: İki Batı, ABD, Jeokültür, Jeopolitik, Ortadoğu, Uluslar Arası Sistem, Küresel Sistem, Küreselleşme, Medeniyetler Çatışması, İslam Birliği, Yeni Dünya Düzeni.
GENEL DURUM:
Bilindiği üzere, Suriye sınırında Türkiye hava sahasını ihlal eden SU-24 tipi bir Rus savaş uçağı, Türk F-16’ları tarafından 24 Kasım 2015 saat 09:30’da düşürüldü.
Olaya verilen tepkiler, Rusya’nın bu olayda sarsılan itibarını kurtarmak için savaş ilanı kapsamında olmasa da, rövanş için Türkiye’ye ‘’iyi bir ders verilmesi’’ gerektiği yolunda bir takım sinsi planlar yapmakta olduğu intibaını veriyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrını bilenler, resmi bir özür dilemenin asla olmayacağını tahmin ediyorlar.
Rus Devlet Başkanı Putin ve Başbakan Medvedev’in beyanları halen ekonomik yaptırımlara başlanması yönünde beliriyor. Türk- Rus ortak projelerinin yavaşlatılması, Türk işadamlarının ve diğer vatandaşlarının Rusya’ya girişinin zorlaştırılması, bazılarının pasaport vizelerinin iptal edilerek, ilk uçakla Türkiye’ye gönderilmesi; Türkiye menşeli ürünlerin siparişlerinin iptal edilmesi ve yola çıkmış mal girişlerinin dahi reddedilmesi, büyük bir karın ağrısının işaretleri.Nitekim, bunların çoğu hayata geçirildi.
RUSYA ABARTILIYOR
Türkiye gerçekten ateş çemberi içinde bulunmaktadır.
Çevremizde ve üzerimizde büyük oyunların oynandığı muhakkaktır.
Bu büyük oyunda Rusya Figürandır.
Oyun Kurucu ABD'dir.
Dünya ABD'nin işgalindedir diyebiliriz.
Orta doğu'da da Suriye'de de haritalar ABD tarafından çizilmektedir.
2011 yılında BM Güvenlik Konseyinde Suriye'de rejime müdahale kararı Rusya ve Çin'in vetosu nedeniyle uygulanamamıştır. Rusya BM Güvenlik Konseyinde koruduğu Suriye'ye Ekim 2015 tarihine kadar aktif desteğe teşebbüs edememiştir.
DOSTLARIMA SEÇİM DEKLARASYONU
(18 Ekim 2015)
Kendimize yakın gördüğümüz bazı arkadaş ve dostlarımızın, Ülkemizde istikrarın, huzurun, refahın, güvenliğin ve bekanın alternatifsiz sağlayıcısı olan bir siyasi partimize, muhalif söylemleri, seçime atmosferine girdiğimiz bir ortamda dillendirmelerini anlamak mümkün değildir.
Her söylediğimiz doğru olacak ama doğruları, yer, zaman ve pozisyon dikkate alınarak söyleyip söylememe meselesinin, feraset ve hakkaniyet meselesi olduğunu bilmek gerekir.
Çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Ülkemizin yaşadığı durum olağan üstü bir durumdur. Hatta çok olağanüstü bir durumdur.