Hüseyin Caner AKKURT

Hüseyin Caner AKKURT

Araştırmacı-Yazar

Eposta: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

"...Televizyonla dünyanın gerçekliğinden kopan seyirci, televizyondan yayılan fanteziyi giderek bir gerçeklik olarak algılamaya başlar. Kaldı ki, televizyondan yayılan bu fanteziler gerçekliklerini hikâye anlatımında bulmakta ve televizyon bunu en gerçekçi şekilde dramatize eden anlatısıyla sağlamaktadır. Televizyonu çok seyredenlerde bu durum daha da artar ve bu sayede seyirciler giderek içinde bulundukları koşullara hapsolurlar..."

 EMPERYALİZM MEDYASI YA DA MEDYA EMPERYALİZMİ(II)

     Yeni kitle iletişim araçlarının, multimedyanın, televizyonun henüz olmadığı, gazetelerin baskı ve dağıtımının yetersiz olduğu, okuma yazma oranlarının düşük olduğu dönemlere dönecek olursak; o dönemlerde en etkili kitle iletişim aracı hiç kuşkusuz radyo olmuştur. Bu nedenle radyo, işitsel iletişim, siyaset ve propaganda tarihine adını “radyo savaşları”, “radyonun altın yılları” ya da “parazit savaşları” olarak yazdırmıştır.

     Radyo yolu ile medyatik propaganda tarihinde Almanya örneği oldukça çarpıcı bir örnektir. Hitler dönemi, toplumların medya gücüyle ya da diğer bir tabirle gücün medyası ile nasıl etki altına alındığının en bariz göstergesidir. Bugünün küresel medyasının şekillenmesinde o dönemden bu döneme adeta projeksiyon tutmuş, medya emperyalizminin temel felsefeni inşa etmiştir.

 

      Kitle iletişim araçlarının toplum ve siyaset üzerindeki etkisini, Amerikalı siyaset bilimci Richard Fagen’in verdiği şu örnek çarpıcı bir biçimde açıklamaktadır: “Eğer 2 bin kişiyi kitle iletişim araçlarında kilit noktalara yerleştirebilecek bir düzenbazlık şebekesi kurabilme imkânı olsa, Amerika’nın tümünü ve dünyanın büyük bir kısmını ABD Başkanının öldüğüne inandırmak işten bile değildir!”

  

Çarşamba, 14 Ekim 2015 00:00

Küresel Çağda Arslan ya da Ceylan Olmak

"...küresel tüketim kültürü, kadim yerel değerleri erozyona uğratarak ve kimliksizleştirerek, hız kesmeden yoluna devam etmektedir. Alış veriş merkezleri(AVM) Postmodern Tüketim Tapınaklarına dönüşürken, bu fantezi saraylarının yaratıcı gösterileri tarafından büyülenen insanlar, alışverişe sadece ihtiyaçları olduğu için giden ve etkin bir şekilde pazarlık yapanlardan, satın almadan metaların arasında saatlerce ve “özgürce” vakit geçiren, sabit fiyatların kabullenicileri haline dönüştü. Geleneksel dönemde zorunlu “ihtiyaç” kavramı üzerine kurulu olan tüketim, geç modern veya postmodern dönemde “arzu” ve “istek” kavramlarına dayalı olmaya başlamıştır..."

Salı, 15 Eylül 2015 00:00

Batı'ya En Batı'ya!..

"...Suriye ve savaş sorunuyla Avrupa'nın yüzleşmek zorunda kalması ayrı bir fenomen olarak gündeme geldi. Zira kriz Avrupa kapılarına dayanmış durumda. Belki de mültecileri Avrupa kapılarına daha fazla yığmak gerekli. Gerisi gelmesi kaydıyla mümkünse en az Bir milyon..." 

Cumartesi, 12 Eylül 2015 00:00

300 Spartalı'nın Yapamadığını Yapmak

...Yakın geçmişte olduğu gibi, gelecekte de kültürel, etnik, mezhepsel bölge dengelerini ABD’nin dizayn etme çabalarını görmezden gelemeyiz. Her ne kadar önceleri uygulanan ve süreç içinde kendi varlık dinamiklerine zarar veren “gun boat” diplomasisinden vazgeçilse de ABD’nin yeni paradigmalarla her zaman küresel jeopolitik güç piramidinde en tepede olmayı amaçladığı bilinen bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır... 

 

Ukrayna’da gerekse Suriye’de adi suçlardan hapiste olan suçluların dahi yönetimler tarafından hazırlanarak sahaya sürüldüğü de bir gerçek. Benzer bir uygulamayı Amerika’nın Irak’ı işgalinde Saddam’a karşı cezaevlerindeki mahkûmları kullanmasından biliyoruz. Hiç tereddütsüz söylemek gerekirse “Gezi Kalkışması” da küresel emperyalizm tarafından düşük yoğunluklu hibrit savaşın fitilini ateşleme girişimiydi. Böylelikle iktidarı etkisiz hale getirip ya diz çöktüreceklerdi ya da tamamen alaşağı edeceklerdi.

     “Savaşı düşman topraklarına taşımak” stratejisi bugün sadece terör örgütleri tarafından uygulanan bir taktik olmaktan çıkmış ve tıpkı Afganistan, Irak vb. örneklerde olduğu gibi hegemonik devletler tarafından da bir politika olarak benimsenmiş durumdadır.

Erdoğan'ın Davos'taki “one minute” sözü nasıl ki, İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın “İsrail'i haritadan sileceğiz” sloganından daha etkin olmuşsa, “Dünya beşten büyüktür” sözünün de “BM tasfiye olsun, NATO ortadan kalksın” sloganından daha etkin, gerçekçi ve uygulanabilir olduğu unutulmamalıdır.

Hıristiyan Avrupa, Giles Kepel’den mülhem Avrupa’daki yeni Müslüman kurumları-helal gıdadan, iş, finans ve eğitim kurumlarına varana kadar- İslam’ın küresel yayılmasının vasıtaları olarak görmekte ve bu fobiyle bir takım karşı retorikler geliştirmektedir. Bunun en açık örneği, fizibilitesi ve sondajı çok önceye dayandığı anlaşılan PEGIDA (Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes) yani “Batının İslamlaşmasına karşı Avrupa Vatanseverleri” hareketidir. İsminden de anlaşılacağı gibi hareket ırkçı kökenli bir yapıdan ziyade direk İslam düşmanlığı orijinlidir.

"...Partiler, hükümetler ve sürece dahil olan örgütler kendi tabanlarına yönelik konjönktürel tazyiklerden kaynaklanan, popülizme kayan diskurlar ve politikalar geliştirse de STK’ların ve medyanın bu popülist yaklaşımlardan uzak, süreci güçlendirecek farklı prezantasyonlarla sürecin devamlılığı için sinerji oluşturmaları gerekir. Böylelikle inisiyatif alan taraflara farklı lokasyonlar sunularak belirlenen yol haritasının nihai olmadığını ve nihai olacak olanın kalıcı barış olduğu hatırlatılmış olur..."

Kapitalizmin ulaştığı bu yeni aşamada, adına finans kapital denen, mali sermaye ve sanayi sermayesinin birleşiminden oluşan büyük sermaye grupları ve tekeller ortaya çıktı. Eski tip sömürgecilikten farklı olarak, özellikle 1870’lerden itibaren ortaya çıkan emperyalizm, bu kapitalist ekonomik gelişimin sonucudur.                                         

Türkiye’nin bölgede her şeyden önce İslam Medeniyet havzasının son kalesi olmasından da neşet eden tarihi derinliği ve tecrübesi, hem de jeokültürel, jeostratejik ve jeopolitik sağlam kodlarının oluşması ve özelikle de yeni inşa sürecindeki perspektifi bu oyunu görmüş ve bu kirli savaşta fiilen olmayacağını açıkça, çekincesiz bir şekilde tüm dünyaya deklare etmiştir.  Bu kararın, ucu belli olmayan çatışma ortamına girmeme noktasında elimizi güçlendirdiğini ve riski en aza indirdiğini söylemek mümkündür. 

Yeni dünya düzeni insanlığı gayri insani küresel yönetişim biçimlerine doğru sürüklemektedir. Devletler adil ve barışçı bir dünya düzeninin unsurlarını oluşturmak bir yana kendi bağımsızlıklarını muhafaza etme irade ve kabiliyetinden mahrum bırakılmaya çalışılmaktadır. Türkiye bu açıdan bölgede yeni dönemde “değerli yalnızlık” stratejisi izlemek gibi bir lüksü olmadığının bilinciyle hareket etmeli ve tüm coğrafyaya umut aşılayacak stratejik bir konsepte çıtasını yükseltmelidir.                      

Perşembe, 26 Haziran 2014 00:00

Erdem Döngüsü

Proaktif bir pozisyona geçebilmek ve olayları düzenleyen yasaların keşfedilerek, olgular yerine değerler üzerinden hareket etmek için, tarih felsefesinin her alanda işlerlik kazanmasına işte bu yüzden acil ihtiyaç vardır. İşte bu noktayı nazardan bizden olmayan zihni kuşatılmışlığın içinde kalıp kalmamak ya da kalıpları kırmak elimizde.  Artık sürekli Batı’ya bakmaktan boynumuz ağrıdı. Belirli bir kültürün lensleriyle bakmaktan da gözümüzün rengini unuttuk.

Pazartesi, 16 Aralık 2013 10:35

Liberalizm: Akıl Tutulması (16 Aralık 2013)

1980 sonrasındaki  yeni versiyon; “2.0  küreselleşme” dalgası, beraberinde dominant gücünü, yani neoliberal anlayışı da ekonomiden, siyasete, kültürden moral değerlere kadar kısaca, toplumu inşa eden bütün kılcallarına taşıdı. Neoliberalizm; ahlaki bilgi imkanını dışlayan bir bilgi anlayışı inşa etti. Bu anlayışta ahlâk, rasyonel bir inanç konusu değil, öznel bir kanaat meselesi haline dönüştü. İnanç ve dogmaya karşıt bir dünyada, ahlâk ancak kişisel bir inanç ya da dogmatik bir kanaat meselesi olarak var kalabilir. İki durumda da ahlâk, toplumsal ve bireysel hayattaki rolünü oynayabilmek için gereksindiği otoriteyi koruyamaz. “…İnsanların hakikatin ne olduğu üzerinde tam bir mutabakata vardığı bir toplum var olamaz, olamadı. İyi toplum toplumsal hayatın ortak hakikatlerden çok, barışçıl birlikte yaşama kurallarına dayandığı toplumdur. Bu toplumlarda herkesin hakikati kendinedir…”(Yeni Şafak, 13 Kasım,2013) ifadesiyle Atilla Yayla liberal felsefenin kodlarını ortaya koymakta ve bahsettiğimiz; “ahlâkın öznel kanaat meselesi haline” dönüştüğünü doğrulamaktadır. Oysa sonuçları açısından düşündüğümüzde neoliberal düşünce biçiminin kaderi, geleceği son nokta; Nietzsche’nin modernlik kavramsalı üzerinden vurgu yaptığı nihilizmdir. Nietzsche’ye göre bu modernlik açısından sevinçle ve şevkle kucaklanması gereken bir kaderdir. Heidegger daha derine inerek, yani nihilizmin kökenine göndermelerde bulunur ve nihilizmi Batı düşüncesini oluşturan temel öğelerden görür. Nietzsche, “ahlaki gerçekler diye bir şey yoktur” derken aslında ahlâk kavramının hiç olmadığını değil, “ahlaki ölçüler ve normlar koymak saçma ve gereksizdir” demektedir. Ahlâk; maalesef neoliberal dünyada bugüne kadar hiç olmadığı bir şekilde zan altında kalmış ve örselenmiştir. Bu çapraşık algılama biçimleri toplumları nihilizmle birlikte Epiküryen bir felsefeye, yani hedonizme doğru hızla sürüklemektedir. Amoralizm doktrini ya da amoralist  felsefede, toplumda ahlak kuralları oluşturmanın gereksiz olduğu savunulur ve bunun aksinin yönetimleri; baskıcı, zorba otoriter ve insanları köleleştirici bir şekle dönüştüreceği  düşünülür.