Monday, 23 January 2023 08:43

'Misak-ı Müstemleke'nin Yeni Derwish'i Kim?

Written by
Rate this item
(1 Vote)

Altılı masanın içtiği andın adıdır ‘Misak-ı Müstemleke’…

Goebbels Kemal, 2-5 Kasım 2022 tarihleri arasında önce ABD sonra İngiltere’ye gitti. ABD’de, daha çok Türkler’le, İngiltere’de ise Londra bankerleri ile görüştü. Ziyaretinin sebebi; olurda iktidara gelirse lazım olacak parayı bulmaktı.

Birçok şirketle görüşüldü.

Genel Başkan Yardımcısı Öztrak’ın aktardığına göre: “yaklaşık on milyar dolarlık bir sermayeye hükmeden, girişim sermayesi fonları yaklaşık beş trilyon dolar olan yatırım bankalarının yöneticileri ile görüşüldü.” 

Bu şirketlerin merkezlerinde videolar yayınladı.

4 Kasım 2022 tarihinde Twitter hesabından “Merhaba gençler sizin ihtiyacınız olan parayı buldum… hiçbirinizin yeri sokaklar değildir. Hepinizin yeri girişim evrenidir. O parayı da size Bay Kemal kesinlikle bulacak. Size getirecek, müsterih olun… Boş verin siyasetin kısır tartışmalarını. Onları biz siyasiler yapmaya devam edeceğiz. Ama evreni değiştirmek için de elimden geleni yapacağım, beraber yapacağız.” dedi. 

Değil kokuşmuş CeHaPe, değil ülke, evreni kurtarmaktan bahsediyordu.

Tabi ki bu vaatler inandırıcılıktan çok uzak.

Çünkü; CeHaPe’nin başardığı tek şey vardır o da medeniyet değerlerimiz ile savaşmak.

Birde heykel ve musluk açılışı…

Amerika’yı ülkemizin başına bela eden CeHaPe zihniyetidir.

Biraz gerilere gidersek.

İlk Tuzak…IMF ile tanışmak oldu.

1947’de önce IMF’ye üye olduk. Sonra Truman Doktrini kapsamına alındık. Bu hadiseler birer gün ara ile gerçekleşti.11 Mart 1947’de IMF’ye, 12 Mart 1947’de ise Truman Doktrin’i kapsamına alındık. Milli egemenliğimize karşı ihanet bu adımlarla gerçekleşmiş oldu. Bu adımları sözde kurtuluş savaşı kahramanı (Lütfen bu konuda Halide Edip Adıvar’ın hatıralarını okuyunuz) CeHaPe’nin İsmet İnönü’sü gerçekleştirdi. Bilahare Truman Doktrini çerçevesinde NATO’ya girildi. Ondan sonrası ise 15 Temmuz’a kadar devam eden vesayet düzenidir…

1947’de ‘İstiklal Kahramanı Milli Şef İnönü’ nün ABD ile imzaladığı sözleşme ile ABD’nin vesayet zincirlerine bağlanmış olduk. Ancak sömürge ülkeleri için atılabilecek bir başlığa sahip anlaşma: “Türkiye’ye Askeri ve Ekonomik Yardım Anlaşması” imzalandı. Ardından imzalanan üç tamamlayıcı anlaşma ile ‘1954 Askeri Kolaylıklar Antlaşması’: Türk topraklarının ABD kuvvetleri tarafından barışta ve savaşta kullanılması için gerekli müsaadeyi verirken, 8 Mayıs 1960’ta TBMM’de kabul edilen 7480 sayılı kanun: ‘Türkiye Cumhuriyeti ile ABD Hükümeti Arasında İşbirliği Anlaşması’ ile ülkemiz ABD’nin stratejik ve lojistik üssü haline getirildi. Irak’ın işgalinde 1 Mart tezkeresi TBMM’de kabul edilmiş olsaydı bu yasanın uygulanma imkânı oluşacaktı… 1969 ‘Askeri İşbirliği Anlaşması’ sonucunda ise, Amerika’lıların Türk yargısının önüne çıkarılamaması sonucunu doğurdu. 2018 yılında gerçekleşen Papaz Brunson hadisesinin TÜRK –ABD ilişkilerini bu denli germesinin sebebi bu anlaşmadır.26 Mart 1976 ve 12 Eylül darbecilerinin imzaladığı SEİA (Savunma Ekonomik İşbirliği Antlaşması) ABD’nin ülkemizde kim iktidarda olursa olsun bildiğini okumaya devam etmesine imkan sağladı. Bu bağımlılık öylesine ölçüsüzdü ki parasını verdiğimiz askeri malzemeleri izinsiz kullanamıyorduk. Milletimiz bu gerçekleri, ancak Johnson mektubu ve diğer olayları yaşadıkça öğrenebildi.

Kredilerin ve askeri ekonomik yardım anlaşmalarının iki sonucu oldu…

Politika dayatmak,  dayatamadığı yerde darbe yapmaktı...

Politika dayatma ; ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının bekçiliğini yapma şeklinde tezahür ederken, politika dayatamadığı yerde ise içimize yerleştirdiği casuslar aracılığıyla askeri darbeler yapıldı.

Tarihsel vetirede bu vesayet düzeni ile bazı siyasiler mücadele etse de Sayın Erdoğan gibi başarılı olamamışlardır. O her alanda inkılaplar gerçekleştirdi. 70’li yıllarda Rahmetli Erbakan ve Ecevit doğrudan çatışırken, 90’lı yıllarda Ecevit işbirliği yapmıştır. Demirel hükümetleri ise, ABD ile her zaman iyi geçinmeye çalışmış lakin taleplerin fütursuzluğu karşısında ‘adamımız dedikleri’ Demirel bile havlu atmak zorunda kalmıştır.

Hülasa; yardım koşulsuz verilmez, ön koşul önerilen politikayı uygulamaktır.

İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan dünya düzeninde ABD emperyalizmine hizmet eden üç finans kuruluşu oluşturuldu. AID (ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı) ,Dünya Bankası ve IMF.  AID 25 milyar dolarlık sermayesi ile ülkeleri ABD’ye köle yapmaya çalışır. Dünya’daki bankacılık sistemi bu ‘üç Karun’un’ ağzından çıkan söze bakar. Almadan vermezler. Amerika “önce bunlarla anlaş sonra gel” der.

IMF sayfasının kapatılması ise 14 Mayıs 2013 tarihinde yine Sayın Erdoğan’a nasip olmuştur. Bu da milletimiz adına gerçekleştirilmiş mühim bir inkılaptır.  

Türkiye, Kemal DERVİŞ ismini ilk defa 1977 ‘de duydu. Dünya bankası uzmanı idi. Atilla İLHAN, Kemal DERVİŞ’in bir aralar Ecevit’in ekonomi danışmanlığını yaptığını yazar. Derviş, az gelişmiş ülkelere ilişkin bir kalkınma programı ile Türkiye’ye gelir. Türkiye’nin sanayileşme programında değişiklik önerir. “Büyük ticaret açığı ile sanayileşme sorununu çözemezsiniz, ihracatı ağır sanayi yerine hafif sanayi dallarına kaydırın” der. Borç almak için kendisine “evet” denilmesini ister. IMF, Derviş’le Türkiye’ye %75, %100 oranlarında devalüasyon yapma ve ithalatı sıfırlama talimatı verir...

 ‘Yardım esarettir.’ Bunu herkes böyle bilsin. Kim dış finans kuruluşlarının kapısını çalıyorsa biliniz ki ‘ya bilerek ya da bilerek’ bu ülkenin geleceğini ipotek altına sokuyordur.

Derviş ikinci kez, Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan iki mali krizin ardından 22 yıldır sürdürdüğü Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı görevini bırakarak 13 Mart 2001 tarihinde Bülent Ecevit hükümetinde Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı görevini üstlendi. Görev alır almaz ABD’ye gitti. Ecevit hatıralarında: “12 gün kendisinden haber dahi alınamadı.” der. Döndüğünde Ecevit’e “erken seçim kararı almasının ekonomiye yarayacağını” söylediğini aktarır. Ülke ne hallerdeydi.

Şimdi. Elhamdülillah.

Ana ve yavru muhalefet ülkeyi yeniden aynı günlere taşıma andı içmişler. Bu andın adı ‘Misak-ı Müstemleke Andı’dır. Ülke’yi İP’siz SaP’sızlara mı teslim edeceğiz. Hayır hiç mi hiç niyetimiz yok. Tecrübe ettik tekrara gerek yok.

SON SÖZ

Adayları kim olursa olsun, ekonominin başına kimi geçirirlerse geçirsinler karar vericiler Derwish’in patronları yani beş trilyon dolarlık fon sahipleri olacak… Dayatılan politikaları şimdiden görmekteyiz.

Vesselam…

Nejat ÖZDEN

20.01.2023

 

https://www.milatgazetesi.com/yazarlar/misaki-mustemlekenin-yeni-derwishi-kim-3297/ 

Read 120 times Last modified on Thursday, 02 February 2023 15:05